Geçmiş sayılarımızda La İlahe İllallah’ın gerekleri konusunu üç ayrı noktadan ele almaya başlamıştık ve ilk iki nokta üzerinde durmuştuk. Bu sayımızda üçüncü ve son nokta üzerinde duracağız.
Şimdi son noktaya gelip soruyoruz: Beşeri kişilikte insanın bir şeye inanıp da bütün tavırlarının, inandığının gereklerine muhalif veya zıt olması mümkün müdür?
Fiilen var olan herhangi bir şeye imanla beraber o imana zıt bazı tasarrufların bulunması mümkündür. Bu doğal bir hâldir. Hatta insanın tasarruflarında çoğunluk da odur. Fakat bu da sebepsiz olmaz ve işaretlerden arınmış değildir. Sebeplerine gelince: İnsan benliğinde mevcut olan, benlikte hareketli etkilere uyarak tekliflerden sıyrılma eğilimidir. Zira teklifler -görünüşte olduğu gibi- gerek miktarı gerekse doğrultusu itibari ile isteklere konulmuş bağdır. Bu nedenle nefisler, hiçbir frenleyici olmadan isteklere eğilimli olduğunda tekliflerden sıyrılmaya çalışır. Fakat psikolojik araştırmalar sonucunda imanın da (o da yaratılıştır, insanın benliğinde bir şeye inanma vardır) isteklere bir bağ olduğu, miktar ve doğrultusunu belirlediği anlaşılmıştır. İstekler imanın varlığı halinde, onun yokluğundaki güçle çıkış yapamazlar. İnsanın tasarrufları da iç benliğinde faal olan güç ve zabıtların sonucudur. Aynı anda bu zabıt ve kuvvetlerin oranına göre ya daha fazla imanın gereklerini yapar ya da daha fazla terk eder. Onların değişmesi ile de tek bir insanın hali, zamandan zamana değişir. Ama hiçbir durumda imanın etkisi sıfır olmaz.
İnsan benliğinin doğası budur. Bunun için de Yaradan’ın nuru ile bakan alimler: “İman artar ve eksilir” demişlerdir. Günahlarla eksilir, ibadetlerle artar. İnsan yasak olan şeyi yapmasa bile, haramı helal sayması imandan çıkarır. Günahta imanın aslını bozan bir şey yoktur. Yüce Allah’a rağmen helal ve haram koyma, imanı kaldıran şeylerdir. Günahın aynı anda veya tek bir şahısta La İlahe İllallah’ın bütün gereklerini kapsaması da mümkün değildir. Hayatı boyunca İslam’ın amellerinden hiçbirini yapmayan birinin kalbinde imandan bir zerre olması muhaldir.
Bu konu La İlahe İllallah’ın anlaşılmasında ayakların en çok kaydığı yerlerden biridir. Zira aslında doğru olan bu sözlerin işareti zannettikleri gibi değildir. İşte delil: Evet, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelip: “Eşhedu En La İlahe İllallah ve Eşhedu Enne Muhammeden Rasulullah” (ya da bu anlamda bir söz) diyen hemen Müslüman kabul ediliyordu. Bunu kalbinde nifakla da söylemiş olsa, Müslüman topluma katılıyordu. Fakat bunu, yalnız dille “La İlahe İllallah” demenin dünya hayatında İslam sıfatını verdiği ve insandan dünya hayatında Müslüman kalabilmesi için başka bir şey istenmeyeceği, ahirette hesabının O’na olacağını delil göstermek yanlıştır.
Dinden dönme olayı bu konuda kesin çözüm getiriyor. Diliyle hâlâ “La İlahe İllallah” dediği halde, “La İlahe İllallah”ın gereklerinden bir şeyi mesela, namaz, oruç, zekât veya haccı inkâr etse ya da isteyerek ve razı olarak O’nun kanunlarından başka bir şeyin hükmünü istese, dünya hayatındaki cezası ölümdür. Ahiretteki cezası da (tevbe etmedikçe) ateşte sonsuz kalmaktır.
Allah Teâlâ’nın adlinden, kendisinden istemediği, mecbur tutup bildirmediği bir şeyden dolayı bir insanın dünya hayatında öldürülmesini ahirette de ateşte kalmasını emretmesi düşünülebilir mi?
Mürcie ve onlara kananların delil göstererek belirttikleri dış yapıyı almamız halinde, o insandan diliyle Kelime-i Tevhid’i söylemesinden başka bir şey istenmemiştir. Fakat dinden çıkanın (Kelime-i Tevhid’i söylemeye devam ettiği bir durumda) dünya ve ahiretteki adaleti anlaşılmamıştır. Ancak dille söylenen bu söz, söyleyenin bildiği ve onunla yükümlü olduğunu kabul ettiği belirli gerekleri içerirse… Tereddüt etmesi halinde, -diliyle sözleri tekrar etmesine rağmen- dünya hayatında da ölümüne, ahirette de ateşte sonsuza kadar kalacağına hükmedilir.
Başka türlü olması mümkün mü? Sözün hiçbir sorumluluğu içermemesi, söyleyeni, bağlayıcılığı olmamasına rağmen, kendisinden istenen sadece Kelime-i Tevhidi söylemesi olacak. Sonra da isteneni yapmaya devam ediyor olduğu halde şu ağır cezaya çarptırılacak!
Hayır! Sorun ancak tek bir ilkede çözülebilir. Diliyle Kelime-i Tevhid’i söylemesi istendiğinde, içinden de bu şehadetin gereklerini (O’ndan gelene uyma ve O’nun emirlerini uygulama) benimsemesi istenmiştir.
Şimdi diyoruz ki, Yüce Allah’ın cömertliğinde bir darlık yoktur. Dilerse La İlahe İllallah diyen ve kalbinde zerre miktarı hayır bulunanı ateşten çıkarır. Ya da lütfuyla hiçbir hayrı olmayan bir kavmi ateşten çıkarır. Bu O’nun işidir. O’nun fazlıdır. O’nun rahmetidir. Fakat biz zannediyoruz ki, “La İlahe İllallah diyene Allah Azze ve Celle ateşi haram eder” gibi Rasulullah’ın hadisleriyle, kimsenin O’nun rahmetinden umut kesmemesi kastedilmemiştir. Mürcie’nin ondan teklifleri olmayan bir İslam çıkarıp, Yaradan’ın bu dinle isteğinin bu olduğunu iddia etmeleri kastedilmemiştir. Delilimiz şudur: Rasulullah kendisine, “Ya Rasulallah! İnsanları müjdeleyeyim mi?” diye soran Muaz Radıyallahu Anh’a: “Müjdeleme, kayıtsız kalırlar” buyurur.1
Sonra Allah Teâlâ ahirette günahkârlara tolerans gösterir ve işledikleri günahlara karşılık azabı tattıktan sonra onları ateşte sonsuza kadar bırakmaz, rahmeti ile onları orada sonsuza kadar kalmaktan kurtarıp cennete koyar. Dinin bütün üyeleri veya ekseriyetin ateşe yuvarlanan ve ardından Rablerinin rahmetiyle orada ebedi kalmaktan kurtulanlar olursa, bu dinin dünya hayatındaki durumu nasıl olur?
Bugün yaşadığımız gerçek bu konuda en iyi delildir. Düşkünlük, pasiflik ve zaaf, Müslümanlardan hiçbir korku ve endişesi olmayan düşmanların kazanması, değerlerine, kanlarına, servet ve mallarına devamlı süren saldırıları… İnsanlar seldeki çerçöp oldu mu sonuç budur. Onların böyle olması ancak Müslümanlıklarının gereklerine bakılmadan kuru bir tasdik ve ikrar Müslümanlığının olmasındandır ancak. Allah Teâlâ kullarından dinini boşa vermelerini, çıkarılış sebeplerine yan çizmelerini ve bunun da dinin ölçüldüğü kalıp olmasını kabul eder mi?
Allah Teâlâ kullarına olan rahmetinden, o zayıfları -O’nun dilediği kadar- cehennem ateşinde bekletip kirlerinden arındıktan sonra kabul ediyor diye bizim, “Mü’minlerden istenen bu kadardır, fazlası değil, kim bunlardan fazlasını mükelleflerden isterse Allah’ın dinine ekleme yapmaktadır” dememiz doğru mudur?*
*Muhammed KUTUB’un Düzeltilmesi Gereken Kavramlar kitabından alıntıdır.
- Buhari, Müslim