Öncü Şahsiyetler

EBÛ EYYUB EL-ENSÂRÎ (R.A.)

Paylaş:

YAZAR: GÜLHAN KAYNARPINAR

 

Allah Rasulü’nün müjdesine nail olmak için İstanbul yakınlarına kadar gelen ve bu aziz şehrin Fatihi olarak din-i mübinin bu topraklarda yankı bulmasını isteyen örnek bir sahabi… Ömrünün son demlerini vahyin indiği topraklardan ve âlemlere rahmet olan Efendimizden ayrı geçiren ve diyarımızda mübarek ruhunu teslim eden öncü...

Ebu Eyyub el Ensârî bir başkadır… Hemen yanı başımızdadır. Efendimizin arkadaşıdır. Hâlâ yaşamaktadır verdiği mesaj… Ölüm gelinceye dek, Allah yolunda cihadla ömrümüz şereflenecek…

Tüm sahabiler gibi o da Allah Rasulü’nün talebeliğine yakışır bir şahsiyetle tezyin etti kendisini… Medineli Müslümanlardan olan, hicret sırasında Hz. Peygamber’i evinde misafir eden ve ikinci Akabe Bey’atında hazır bulunan bir sahabi idi.1 Ebû Eyyûb Radıyallahu Anh’ın fazilet ve kemâl itibariyle yüksek bir makamı vardı. Rasulullah’ın eğitiminden geçmiş bir sahabi olarak O’nun sünnetine çok önem verir, bir yanlışlık gördüğünde doğrusunu anlatır, hemen sünnetin uygulanmasına çalışırdı.

Ebû Eyyub el Ensârî ile Peygamberimiz arasında ayrı bir yakınlık vardı. Allah Rasulü Medine’de iken onun evinde kalmış ve rivayetlere göre yedi ay Rasulullah’ı evinde misafir etmiştir.  Ebû Eyyûb Radıyallahu Anh bu olayı şöyle nakletmiştir:  “Rasûl-i Ekrem evimizin alt katına yerleşmişti. Ben de üst kattaki odada idim. Bir gün yukarıdan yere bir miktar su dökülmüştü. Suyun tavandan sızarak Rasulullah’ın üzerine gelmemesi için suyu bir bez parçası ile kurutmaya çalıştık. Bunun üzerine Rasulullah’ın yanına inip dedim ki: ‘Ya Rasulallah, senin bulunduğun bir yerin üstünde bulunmak bize yakışmaz, yukarıdaki odaya teşrif etmez misiniz?’ Rasûlullah o günden sonra üst kata çıktı.”2 Ebû Eyyûb el Ensârî, Peygamberimiz evinde kaldığı müddetçe büyük bir hürmetle Rasulullah’a hizmet etti.

Rasulullah’a Medine’de mihmandarlık yapan Ebû Eyyûb, Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün gazvelerde Rasulullah’ın yanında cihad hareketlerine katılmış ve en ön safta yerini almıştır.3

Savaş meydanında İslâm askerlerini aşıp düşman askerlerine tek başına saldırır, onların içine kadar ilerler ve geri dönerdi. Herkes onun kendisini tehlikeye attığını söylediğinde de: “Kendimizi tehlikeye atmak düşmana hücum etmek değil, asıl tehlike mallarımızın bakımı ile uğraşıp cihadı terketmektir”4 derdi. Rasulullah’ın vefatından sonra da bütün gazalarda yer almıştır. Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde onunla birlikte Hâricilere karşı savaşmış ve Hz. Ali’nin Medine’deki kaymakamı olmuştur.

Her sahabi gibi Ebû Eyyûb Radıyallahu Anh da ibadetlerine karşı son derece titiz davranırdı. Özellikle namazını vaktinde kılmaya azami gayret gösterir ve etrafındakilere bunu nasihat ederdi. Bir gün Mısır’a gitti. Mısır valisi bir akşam namazına geç kalmıştı.  Bu duruma çok üzülen ve canı sıkılan Ebû Eyyûb Ukbe’ye şöyle demiştir:“Rasulullah’ın;  ‘Ümmetim akşam namazını yıldızların gökyüzünü kaplamasına kadar tehir etmedikçe hayır üzeredir, fıtrat üzeredir’ dediğini duymadın mı? ‘ ‘Duydum’ diyen Ukbe’ye; ‘O halde neden akşam namazını geciktirdin?” diye sormuş; Ukbe de çok meşgul olduğunu söyleyince şunu söylemiştir: ‘Senin bu yaptığını görerek, halkın Rasûlullah da böyle yapardı zannına düşmesinden endişe ederim.”5

İman köküyle güç alan, ibadetlerle yükselen bu güzide insanları hakkıyla örnekleyebilmek ne kadar da zor!  Bizlerde zaman içerisinde zayıflayan ama onlarda hiç eksilmeyen hal; her ne halde olurlarsa olsunlar Rableriyle irtibatlarının her dem sapasağlam olmasıdır… Oysa biz nice zaman hizmetin koşuşturmasından dolayı namazlarımızın hakkını veremeyiz, nice zaman işlerimiz var diyerek dilimizi zikrullaha uzak eyleriz. Ve ne acıdır ki; O’nunla zedelenince manevi birliğimiz, kalabalıklarda var olsak dahi aslî anlamda yok oluruz…

Ve bir gün Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem İstanbul’un fethini müjdeler. “İstanbul elbette fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.”6 Rasulullah’ın huzurunda bulunan her bir sahabi dua eder bu şerefe nail olmak için… Ama Ebu Eyyub el Ensârî bir başka dua eder ve duasına amelini de katarak yollara düşer… Hicrî 52. yılda bir ordu hazırlanır İstanbul’un fethi için. Ebû Eyyûb el-Ensârı bu seferin hazırlanması için çok çalışır ve sefere karşı çıkanlara öğütlerde bulunur. Uzun bir yolculuk yapan Ebû Eyyûb  Radıyallahu Anh, yaşının çok ilerlemesinden dolayı İstanbul’a yaklaştıkları bir sırada hastalanır, yanında bulunan Muaviye’nin oğlu Yezid’e, öldüğü takdirde cenazesinin hemen gömülmeyerek ordunun varacağı en ileri noktaya kadar götürülmesini ve o yerde gömülmesini vasiyet eder. Ve ordunun en ileri gittiği yer İstanbul’dur. Buraya defnedilir mübarek sahabi… Bundan böyle Ebû Eyyûb Müslümanların İstanbul’da bir sembolüdür. İstanbul daha bir değerlidir artık. Hem kendisini fethedene Peygamber müjdesi vardır hem de O’nun arkadaşlarından bir misafiri vardır…

Hicri 52. Yılda İstan-bul’un muhasarası sırasında şehid olan Ebû Eyyûb el-Ensârî, bugün İstanbul’un Eyüp ilçesindeki Eyüb Sultan Camii avlusunda bulunan türbesinde yatmaktadır. Bu büyük sahabiyi rahmet ve saygıyla yâd ediyor ve Rabbimizden rahmet diliyoruz.

Ashabın bu topraklara kadar gelerek, her şeylerini arkalarında bırakması; İslam’ın yayılması için göstermiş oldukları gayreti gözler önüne sermektedir. Ve Allah için vazgeçilmeyecek hiç bir şeyin olmadığının mesajını vermektedir. Onlar örnek hayatlarıyla örneğimiz oldular. Allah yolunda cihad için ne yaşın ne mesafenin ne de engellerin mani olmadığını gösterdiler. Aslında onlar bahanelerin ardına sığınmadan, engellerini toprağa gömerek yol almanın adı oldular. Her birini rahmet ve saygı ile anıyor ve Rabbimizden onlar adına ve kendi adımıza rahmet diliyoruz.

1. İbn İshâk, İbn Hişâm, es-Sîre, II, 100

2. Müslim, Sahih II, 192

3. İbn Sa’d, et-Tabakat, 485

4. Beyhâki, IX, 99; İbn Kesir, I, 228

5. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 147

6. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335