Eğitim insanın doğumundan ölümüne kadar devam eden bir süreçtir. Kâfir olsun, Mü’min olsun her insan hayatı boyunca görür, duyar ve öğrenir. Ve insanın bir taraftan ‘insan nedir?’ ‘Hayat nedir?’ ve ‘ben kimim?’ sorularına doğru cevapları ararken, diğer taraftan yaratıcısını tanıması ve yolunu tayin etmesi gerekmektedir. Bu soruların cevabı onun eğitiminin ve şahsiyetinin oluşmasını sağlayacaktır. Bu noktada insan, sorularına doğru yanıtı verecek ve kendisine doğru yolu gösterecek bir kaynağa ihtiyaç duyar. Bu kaynağın akıl olamayacağı bellidir. Çünkü aklın bilmediği sorulara kendiliğinden cevap verecek bir kapasitesi yoktur.
İnsanın eğitimi ile ruhî gelişim ve değişim kastedildiğine göre bu bilimin de gücünün üstündedir. Çünkü maddenin dar sınırları ruhî eğitimi kuşatamaz. Akıl ve bilim bir kaynak değil, insanı kaynağı bulmak için düşündüren ve kaynağı bulduğunda onu anlamasını sağlayan bir araçtır. İnsanı bütün konularda doğruya götürebilecek ve bütün sorularına en doğru yanıtı verecek tek kaynak vardır. O da Kur’an’dır. Çünkü Kur’an herhangi bir aklın ürünü değil, eğitici ve terbiye edici Rabbin kitabıdır ve hedefinde insan ve eğitimi vardır. Bu sebeple eğitimi en doğru şekilde başaracak olan da odur. Kur’an insanı ham ve işlenmemiş haliyle ele alır. Onu yontar, yetiştirir ve yeniden oluşturur.
Bu eğitimin sonunda ortaya çıkan insan yeniden doğmuştur. Ve tam bir insandır. Bütün hayvanî ve süflî yönlerinden kurtulmuş insan gibi insan…
İnsan bu kaynağı bulup ona tabi olduğunda bir eğitim yoluna girmiş olur. Bu yolun adı ‘Seyrilallah yani ‘Allah’a yürüyüş ’tür.’ Elbette ki bu, insanın kalp âleminde gerçekleşen kutlu bir seyahattir. Hedef ise bellidir. ‘Temizlenmemiş nefisten temizlenmiş nefse, şer’i olmayan akıldan şer’i akla, hasta yahut katılaşmış kalpten mutmain ve sağlam kalbe, kulluğunu unutmuş ve bu kulluğu araştırmamış olarak Allah’ın kapısından kaçan bir ruhtan Allah’ı tanıyan ve O’na karşı kulluğunu yerine getiren ruha, şeriat ölçülerine bağlı kalmayan bir cesetten Allah’ın şeriatına kâmil ölçüde bağlı kalan bir cesede intikal etmektir.’1 Özetle insan şahsiyetinin her konuda en güzele ulaştırılmasıdır. Bu yolculukta asıl merkez ve hedef kalptir. Çünkü Muhterem Hocamız’ın ifadesiyle: ‘Kalbi ıslah ile başlamayan her eğitim nakıstır. Nakıs eğitimlerle kâmil insanlar yetiştirilemez.’ Kur’an, insan şahsiyetinin oluşumuna kalbi diriltmekle başlar. Ona hitap eder, ona seslenir. Böyle bir yola giren insan Rabbinin talebesidir. Ve nasıl ki Rabbi Âdem’e eşyanın bütün isimlerini öğrettiyse insana da Kur’an ile bilmediklerini öğretecektir. Bu şekilde insan Kur’an ile insanı, kendisini ve Rabbini tanıyarak adım adım, merhale merhale yetişecek ve terbiye edilecektir.
Rabbimiz Kur’an’da insana bütün doğruları öğreterek sadece teorik olarak eğitmekle kalmaz. Aynı zamanda insandan bu doğruları sosyal hayatın içinde yaşamasını isteyerek pratikte de eğitir. Tıpkı Hz. Âdem’i ‘şu ağaca yaklaşma’2 diyerek imtihana tabi tutması gibi… Bu imtihan ile Hz. Âdem düşmanını ve yaklaşım yollarını öğrendi. Kendi zafiyetini ve nefsinin gücünü görerek insanı, Rabbinin kendisine ceza vermesiyle de Rabbini daha iyi tanıdı. Ayrıca bu imtihan ona hayatın zorluklarını öğreterek bir hayat tecrübesi oldu. Mü’min ’in başına gelen her hadise de böyledir. Bir taraftan Rabbini tanıması ve yaklaşması için bir fırsat, diğer taraftan kendini ve insanları tanıması için bir vesiledir. Her hadiseden kendine ibret çıkaran insan, bu olaylara basa basa yükselerek olgunlaşır. Bu pratik eğitimin en çok ortaya çıktığı alan ise davet ve cihat alanıdır. Hak bir cemaatin içerisinde hizmet faaliyetleriyle gece gündüz meşgul olan insan gerçek bir mücahittir. Çünkü bir taraftan nefsine, diğer taraftan kâfire karşı cihat içerisindedir. Faaliyetlerin yoğunluğuna, canını sıkan olaylara, yorgunluğa ve uykusuzluğa sabretmektedir. Nefsinin hoşuna gitmeyen, başka bir sebeple asla yapamayacağı işleri Allah rızası için yapmakta, bazı durumlarda nefsinin çiğnenmesine bile yine O’nun için katlanmaktadır. Kısacası ‘var olabilmek’ için yok olmayı göze almaktadır. Bütün bunlar kalbî hastalıklarını tedavi etmesi için gereken nefsi mücahadeyi doğal bir süreçte ve sosyal hayatın içerisinde gerçekleştirmesini sağlar. Bu sebeple eğitimin gerçek yeri cemaattir. Sunî yöntemlerle hedeflenen modele ulaşılamaz. Bu şekilde her yaşanan hadise bir adım, her imtihan bir basamak olarak Allah’a olan yürüyüş devam eder.
İnsanın bu şekilde kalbini hastalıklardan temizleyerek Rabbine doğru yol alması onun kalbinin dirilişine ve şahsiyetinin en güzel şekilde oluşmasına sebep olur. Çünkü hastalıklı ve mikroplu bir kalp insanın şahsiyetini bozan en büyük amillerdendir. Kur’an bu dirilişi öncelikle insana tevhidî şuuru kazandırarak gerçekleştirmeye çalışır. Tevhidi anlamış bir insan en büyük hastalık olan şirk mikrobundan kurtulmuş olur. Ve bu şahsiyetinde bir taraftan kul olduğunu bilerek mütevazı olmak, diğer taraftan kendisi gibi kul olan insanlara boyun eğmemekle izzet sahibi olmak olarak ortaya çıkar. Bu insan şahsiyetini sağlamlaştıran çok önemli bir dengedir. Allah Azze ve Celle Rasulullah’ın ashabını bu yönleriyle överek: “Muhammed Allah’ın Rasulü’dür. Onunla beraber bulunanlar kâfire karşı şedid, kendi aralarında gayet merhametlidirler...”3 buyurmuştur. Ashab bu şekilde mü’mine karşı olan tevazu ile kâfire karşı olan izzeti bir arada yaşıyordu.
Tevhidin insan şahsiyetine kazandırdığı en önemli özelliklerden biri de ciddiyettir. Tevhid insan üzerine Allah’ın hâkimiyetini yeryüzüne hâkim kılma sorumluluğu yüklediğinden, bu sorumluluğu idrak eden her Mü’min ciddileşir. Bu ağırlığını omuzlarında hissetmesi, onun bütün basitliklerden ve boşluklardan kurtulmasına sebep olur. Rabbimiz Mü’min şahsiyetinde olması gereken bu yöne dikkat çekerek: “Mü’min’ler felaha ermişlerdir… Onlar ki boş şeylerden yüz çevirirler”4 buyurmuştur. Bugün sorumsuzluğun artması sebebiyle ciddiyetsizleşen insanlık, bozulan şahsiyetlerin bedelini ne ile ödeyebilecektir acaba?
Bunlardan başka Kur’an eğitimi insanısabır, şükür, merhamet, affedicilik, cömertlik, huşu, ihlâs, takva gibi insana yakışan bütün hasletlerle tezyin edip yalan, ihanet, nankörlük, zulüm gibi çirkin vasıflardan da uzaklaştırmıştır. Böylece insanın olgun bir şahsiyete, bütün basitliklerden kurtulmuş yüce bir ahlaka, kendisine yakışan bir samimiyete sahip olarak ulvileşmesi hedeflenmiştir. İşte bu insanın gerçek bir dirilişidir. Ölü bir toprağın nisan yağmurunda dirilişi gibi bir diriliş… Bütün bunlara göre yapılması gereken şey bellidir. Yudum yudum içmek Kur’an’ı… Her bir ayeti bir tohum gibi kalp toprağına gömmek… Ve kalbin yepyeni filizlerle yeşermesi… İşte baharların en güzeli budur. Duasıydı Rasul’ün: “Ya Rabbi! Kur’an’ı gönlümün baharı eyle!”5
Bugün nesilleri Kur’an’sız yetiştirmeye çalışanlar onları kara kışta bıraktılar. Bu sözde eğitimlerden geçenler insanlığını bulmadığı gibi var olanı da kaybetti. Eğitimden bahsedip nutuklar atanlar aslında eğitimin ne olduğunu hiçbir zaman anlamadılar. Çünkü insanı tanımıyorlardı. Tanıtan kaynağa karşı diklenerek kafa tuttular. Nihayetinde eğitimi ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Ölü kalpleriyle kimi diriltebilirlerdi ki? Fakat olan bu eğitime mecbur edilmiş nesillere oldu. Şimdi bu nesil hayat kitabıyla buluşacağı günleri beklemektedir.
Ey hayat kitabımız! Bizi ör nakış nakış. Ayet ayet bizi işle. Ölmüş kalplerimize o dipdiri nefesinle hayat üfle. Bunalan gönüllerimiz senin rahmet dolu gölgende serinlesin… Yaralarımıza merhem ol, acılarımız sende dinsin. O kadar daraldık ki fani dünyanın o dar çerçevesinde… Gir ki gönüllerimiz cennet kadar genişlesin!
- Said Havva, Ruh Terbiyemiz
- Bakara, 36
- Fetih, 29
- Mü’minun, 3
- Ahmed b. Hanbel, Müsned