Hatırla(t)ma!
Ana haber bültenlerinde, katil zanlısının öfke yüklü ‘intikam ve öç alma’ ifadelerine şahit olmuşsunuzdur. Buradaki intikam ve öç alma ifadeleri insanın kendi hayatıyla ilgili olduğu için nefsi bir gerçeği içinde barındırırken Rabbimizin ismindeki intikam sıfatı, ilahi adaletin bir gereğidir. Her ne kadar toplumumuzda intikam sıfatıyla ilgili bir ön yargı bulunsa da mazlumların ahını almayan ve Rabbimizin emirlerini yerine getirmede hassasiyet gösterenler için herhangi bir korkuya yer yoktur.
EL-MUNTAKÎM: SUÇLULARI LAYIK OLDUKLARI ŞEKİLDE CEZALANDIRAN
Sözlükte “şiddetle ayıplamak, suçluyu cezalandırmak” anlamındaki nakm (nükūm) kökünün “iftiâl” kalıbından türemiş bir sıfat olan muntakîm “yadırgayıp ayıplayan, suçluyu cezalandıran, öç alan” manalarına gelir.1 “Nakm” kavramı Kur’an-ı Kerim’de on üç yerde Allah’a nispet edilmektedir. Bunların altısı fiil kalıbında, dördü “züntikam” (suçlunun hakkından gelen), üçü de muntakîm şeklindedir. Züntikam nitelemeleri aziz (yenilmeyen yegâne galip) ismiyle birlikte kullanılmış ve iki isim muhteva bakımından birbirini tamamlamıştır.2
“Nakm” veya “intikam” kavramı Allah’a nispet edildiğinde içeriğine iki önemli unsurun ilave edilmesi gerekir. Bunlardan biri suçluyu cezalandırmadan önce çeşitli yollarla uyarmak, yanlış davranışından vazgeçmesi için ona imkân tanımak ve zaman vermektir.3 İkincisi de Cenab-ı Hakk’ın mü’minlerden ibaret olan dostlarını cezalandırmaması, düşmanlarından intikam alırken de bunu kendisi için değil zulme uğrayan dostları için yapmış olmasıdır. Zira Allah, dostlarının intikamını düşmanlarından alandır.4
Hangi İntikam?
Allah Azze ve Celle’ye nispet edilen intikam kavramında -şüphesiz- psikolojik bir tatmin unsuru bulunmamaktadır. Çünkü O’nun cezalandırmasının amacı kişiyi ıslah etmek, toplumun düzenini sağlamak ve adaleti tesis etmektir. Ancak insanoğlu, en ufak bir haksızlığa uğradığını düşündüğü konuda intikam duygusuyla nefsini ön planda tutabilmektedir. Hâlbuki Allah Azze ve Celle Hak ile batılın, iyi ve kötünün sınırlarını kitabında açıkça belirterek ilahi adaletini ortaya koymaktadır: “Kim salih bir amel işlerse, kendi lehine işlemiş olur. Kim de kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”5
Mazlumların Ahı Arşa Yükselir
* Bir önceki bahiste kulluğunu yerine getirmeyenlerin uğradığı acı akıbeti intikam sıfatıyla bağdaştırarak ifade etmeye çalıştık. Şimdi ise, Rabbimizin El-Muntakîm ismini mazlumların intikamını alma çerçevesinde işlemeye çalışacağız.
Gün geçmiyor ki, bir mazlumun ahı kulaklarımızı ve vicdanlarımızı sızlatmasın! Ülkemiz dahil olmak üzere dünyanın dört bir tarafında makam ve mevkilerine güvenerek zulmeden insanlar, mazlumların avuçlarında biriktirdikleri nice ahtan habersiz hayatlarını sürdürmektedirler. Şimdi gelin, mazlumların yüreklerinden yükselen her bir ahın tesirini, divan edebiyatımızın güzide şairlerinden Nabi’nin dilinden okumaya çalışalım:
Tob-ı ah-ı inkisara pâydâr olmaz yine
Kişver-i câhun nice sengin hisarın görmüşüz
Günümüz Türkçesiyle: Gönlü kırık olanların atıverdiği ah topunun nice büyük sultanların muhkem (sağlam) kalelerini yıktığını biliriz.
Gazel şerhleri yapan birçok yazar ve eleştirmenin bu beyitten çıkardığı manalar üzerinden şunları söyleyebiliriz:
- Ramazan Ayında iftar topunun ağzından çıkan dumanın gökyüzüne doğru yükseldiğine şahit olmuşsunuzdur. Şairimiz burada “Tob-ı Ah” ifadesiyle mazlumun ağzından çıkan her bir ahın, -topun ağzından çıkan duman misali- arşa yükselerek Rabbimize ulaştığını konu edinmiştir.
- Beyitin bizlere vermek istediği bir diğer mesaj ise şudur: “Kimi makam sahipleri, makam yerlerini sanki kendilerinin kalesi gibi görmeye başlarlar. Kimsenin kendilerini makamlarından alamayacağını düşünmeye başlarlar. Hâlbuki nasıl taştan kaleler, hisarlar bile toplarla yıkılıyor ve böylece ülkeler elden gidiyorsa; makamlar da mazlumların ahlarıyla elden gidebilir.”6
Rabbimiz hangi mazlumun dilinden çıkan ah sebebiyle mazlumların bu dünya sürgününe bir nihayet kazandırır bilinmez ama Kur’an-ı Kerim’de yer alan cennetlikler ve cehennemlikler arasındaki şu konuşma nihai sonun nasıl olacağını açıkça ortaya koymaktadır: “Cennet ehli cehennem ehline, ‘Biz Rabbimizin bize vaat ettiğini gerçek bulduk; siz de Rabbinizin size vaat ettiğini gerçek buldunuz mu?’ diye seslenir. ‘Evet!’ derler. Ve aralarından bir duyurucu, ‘Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!’ diye bağırır.”7
EL-HASÎB: KULLARIN YAPTIKLARININ HESABINI BÜTÜN TEFERRUATIYLA BİLEN
Sözlükte “saymak, hesap etmek” anlamına gelen husbân (hisâb) mastarından sıfat olup “her şeyi saymışçasına bilen, hesaba çeken” demektir. Bu mananın yanı sıra if‘âl babındaki kullanılışından hareketle “yeten, kâfi gelen” anlamında da kabul edilebilir.8
Âlimler genellikle hasîb ismini “kâfi gelen, hesaba çeken, şeref ve yücelik sahibi” manaları çerçevesinde ele almışlardır. İmam Maturidi, Nisa Suresi’nde geçen hasîb ismini (4/86) şehid (her şeyi gözlemiş olarak bilen), hafîz (koruyup gözeten), kâfi, muktedir ve hasîb kelimeleriyle açıklamıştır.9
Hasbunallahu ve Ni’mel Vekîl: Allah Bize Yeter! O Ne Güzel Vekildir
Kullarının yüreklerinden geçenleri en ince ayrıntılarıyla bilen Rabbimiz, bazen elimizi dahi semaya kaldırmadan biz kullarına icabet etmektedir. Her türlü ihtiyacımızı Rabbimizden dilemek hususunda bizlere salık veren Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır: Hz. Enes Radıyallahu Anh anlatıyor: “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurdular ki: ‘Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin. Hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin.”10
Bu hadis-i şerifi gören gözlerimiz, işiten kulaklarımız, hisseden gönüllerimiz artık bir imtihanın kıyısındadır. Rabbimize olan teslimiyet ve tevekkül inancımızın teste tabi tutulduğu bu imtihanda acaba kazanan tarafta olabilecek miyiz? Yaşadığımız bir zorlukta veya İslam davasında uğradığımız herhangi bir zulümde “HASBUNALLÂHU VE Nİ’MEL VEKÎL” diyebilecek miyiz? Artık aba altından değil de doğrudan zulmün sopasının gösterildiği günümüz dünyasında yapılan baskı ve zulümlere karşın, -yalnızca- Allah’ın rızasını esas alan TEVHİDÎ bir bilince ulaşabilecek miyiz? Nitekim bu konuda mü’minlerin kalplerine sükûnet ilham eden Rabbimiz, kitabında şöyle buyurmaktadır: “Allah kuluna kâfi değil mi? Öyleyken onlar kalkmış seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi şaşırtırsa artık ona doğru yolu gösterecek yoktur.”11
Siz Mahşer Yerine Gelmez Misiniz?12
Mahşerî kalabalık… Büyük bir insan topluluğu gördüğümüzde gayr-ı ihtiyari ağzımızdan çıkan iki kelime… Mahşer yerini görmeyen gözlerimiz o günün ihtişamını yalnızca ayet ve hadisler ışığında tasvir edebiliyorken gündelik hayatımızda bu ifadeyi kullanabilmemiz ne kadar da garip öyle değil mi?
O mahşer günü ki;
“…Vahşi hayvanlar bir araya gelip toplandığında.”13
“…Zerre miktarı hayır ve iyilik yapan onun mükâfatını; zerre miktar şer ve kötülük yapan da onun cezasını görür.”14
“…Haklar sahiplerine mutlaka verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.”15
İşte dehşetiyle zihinlerimizi büyüleyen o gün; iyi ve kötü, Hak ile batıl, doğru ile yanlış, mazlum ve zalimin bir araya getirildiği gün olacaktır! Allah’ın mülkünde yaşarken ona isyan etmede en ufak bir tereddüt yaşamayan kâfirler, her bir Müslüman toprağını özgürlük(!) ve demokrasi götürmek bahanesiyle işgal eden sömürgeci zalimler, dünyevi menfaatleri uğruna Müslümanlara terörist yaftası vurarak kadın erkek, çoluk çocuk dinlemeden hapishaneleri dolduran idareciler… Sahi, siz mahşer yerine gelmez misiniz?
“Andolsun, sizi ilk defa yarattığımız gibi teker teker bize geldiniz. Size verdiğimiz dünyalık nimetleri de arkanızda bıraktınız. Hani hakkınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz? Artık aranızdaki bağlar tamamen kopmuş ve (Allah’ın ortağı olduklarını) iddia ettikleriniz, sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuşlardır.”16
- İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “nḳm” md.; Lisânü’l-ʿArab, “nḳm” md.
- M. F. Abdülbaki, el-Mu’cem, “nḳm” md.
- Gazzâlî, s. 151
- Maturidi, vr. 71a; Kuşeyri, s. 85
- Casiye, 15
- Gazel Şerhleri, Kesit Yayınları, s, 167, 167
- Araf, 44
- TDV Ansiklopedisi, Hasîb
- Teʾvîlâtü’l -Kur’an, vr. 150b
- Tirmizi, Daavat 149, (3607, 3608)
- Zümer, 36
- Âşık Sümmanî
- Tekvir, 5
- Zilzal, 7, 8
- Müslim, Birr 60. Ayrıca bk. Tirmizi, Kıyamet, 2
- En’am, 94