“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım. Bana şükredin, sakın nankörlük etmeyin.”1
Rabbimizin esmasından olan Eş- Şekûr; “kendi rızası için yapılan işleri daha ziyadesiyle karşılayan, az bir ibadetin karşılığında büyük mükâfatlar veren, kullarının ecrini kat kat artıran” anlamına gelir. Toplum arasında ‘hamd’ ve ‘şükür’ aynı manaya gelse de aralarında ince bir fark vardır. ‘Hamd’; iyilik yapana teşekkür ve övgü, ‘şükür’ ise; yapılan iyiliğe karşı söz veya fiil ile yerine getirilen bir övgüdür. Bu itibarla hamd genel olarak şükürden daha kapsamlıdır. Hamd’de sevinç ve arzu anlamı, şükürde ise daha çok içten bağlılık ve dostluk anlamı yer almaktadır. Şükür, her türlü nimetin tek ve gerçek sahibinin Allah olduğunun şuuruna varmak ve bunu en derin saygıyla ifade etmektir ki; insan ne kadar gayret ederse etsin ne verilen nimetlerin karşılığını hakkıyla ödeyebilir, ne de nimet vereni hakkıyla övebilir. İnsan bir damla sudan teşekkül etmiş, zayıf ve aciz bir varlıktır. Evvela Allah’ın lütfu ve dilemesiyle var olmuş, sonra Rabbimizin rahmetiyle annesinin şefkatli kollarında yerini almıştır. Ve insan bu şekilde yaşamını idame ettirirken sayısız zorluklardan ve tehlikelerden ilahi bir yardım ile korunmuştur. Tüm bu güzelliklerin hepsi Allah’ın kuluna karşılıksız lütfu ile olagelmiştir ki bu lütuflar Allah’ın kulları arasında asi - muti, sevdiği – sevmediği, inanan- inanmayan olarak ayırt etmeksizin tüm kullarına verdiği nimetlerdir. Çünkü O, kullarına karşılıksız, sınırsız ve noksansız verendir. Rabbimiz kulunu sadece bu kadar lütuf ile de bırakmamış ona kâinattaki en büyük lütuf olan imanı bahşetmiştir ki; bu nimet çalışıp kazanma sonucu, para veya herhangi bir bedelle ulaşılacak bir nimet değildir.
İnsan böyle ulvî bir nimet için Rabbine sonsuz derecede hamd ve şükür içinde olmalıdır. Rabbimiz Teâlâ kullarına verdiklerinden ötürü karşılığında onlardan şükür istemektedir ki bu onları nankörlük gibi çirkin bir hasletten kurtarmak ve kendilerine verilen nimetlerin devamlılığı içindir. Allah Azze ve Celle kullarından şükrü isterken kendisi de kullarına şükür ile davranmaktadır. Rabbimizin kullarına şükrü; onları bağışlamak, amellerinin karşılığını fazlasıyla vermek, onları diğer varlıklara karşı övmek ve kulunun yapmış olduğu az ve çok kıymeti harbiyesi olmayan şükründen razı olmaktır. İşte kul, böyle bir rabbi nasıl olur da sevmez, şükretmez ve onun uğrunda gerekli fedakârlığı yerine getirmez. Çünkü kul onun yolunda her ne yaparsa yapsın yaptıkları yalnızca kendisi için rahmeti celbetmek adına olacaktır. Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz bu konuya binaen şöyle buyurur: “Hani Rabbiniz şöyle buyurmuştu: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz gerçekten size nimetimi artırırım ve andolsun, eğer nankörlük ederseniz benim azabım pek şiddetlidir.”2 Demek ki insan şükür ve nankörlük arasında imtihandadır. “Şüphesiz ki biz insanı karmaşık bir damla sudan yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik; artık o, ya şükredici olur ya da nankör olur.”3
Kul nimetin bekası ile birlikte hem dünyada hem de ahirette ihya olunanlardan olmak istiyorsa hem dil ile hem kalp ile hem de beden ile Rabbine daima şükür içinde olmalıdır. Ve hiçbir zaman yaptığı şükrünü belli bir sınırda yapmamalıdır. Çünkü Rabbimiz; “Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız sayamazsınız”4 buyurmaktadır. Rabbimizin sonsuz bir şekilde vermeyi istemesi ve bunun için gerektiğinde kullarını sonlu bir dünyadan sonsuz bir ahiret hayatına intikal ettirmesi O’nun, in’am etmeyi çok seviyor ve istiyor olmasındandır. Öyleyse biz de O’na yakışan kullar olmaya azmetmeli, Rabbimizin hediyelerini teşekkürsüz bırakmamalıyız. Rabbimiz Teâlâ cümlemizi verdiği nimetlere layık kullarından eylesin İnşallah.( ÂMİN)
1- Bakara, 152
2- İbrahim, 7
3- İnsan, 2-3
4- İbrahim, 34