Asırlardır süren işgale karşı mazlum halklarının feryatlarına, silah zoruyla ellerinden alınan evlerine ve topraklarına, Müslümanların ilk kıblesi olan kutsallarına sahip çıkma adına Filistin halkı direniş ve mücadeleyi erkek kadın, yaşlı çocuk demeden başlattı. Topraklarının asıl sahibi oldukları halde işgale uğrayan, işgale uğradığı topraklarda kısıtlanan, kuşatılan, yaralanan, öldürülen ve başlatılan her direnişin arka planında verilecek binlerce canının olacağını bildiği halde ‘Buradayız, toprağımızı koruyacağız. Çıkarsak da cennete gideriz’ düsturuyla mücadele eden aziz Filistinli Müslümanların mücadelesi, direnişi nasıl başladı?
Tarih 1917’yi gösterdiğinde İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, Baron de Rothschild’e bir mektup yazdı. Yazılmış olan bu mektupta şu cümleler yer almaktaydı: “Filistin’de Yahudi halkı için milli bir devletin kurulması fikrini destekleyen Majestelerinin Hükümeti bu amaca ulaşılması için büyük gayret gösterecektir. Şu sırada Filistin’de oturan ve Yahudi olmayan halklar bu hareketten hiçbir zarar görmeyecekleri gibi diğer ülkelerde yaşayan Yahudiler de haklarını ve siyasi statülerini korumuş olacaklardır.”1 Aslında Balfour’un ifade etmek istediği kendi cümleleriyle “halksız bir toprağın, toprağı olmayan bir halka verilmesi” şeklinde daha sonra ortaya çıkacak olan Filistin topraklarının işgalinin önünü açan bir planın ilk adımıydı. Siyonistler 1918-1920 arasındaki dönemde Balfour Deklarasyonu’nun kendilerince aşırı iyimser bir yorumunu ileri sürdüler. Filistin’e dair talepleri için uluslararası toplumun onayını ayrıca Yahudi milli yurdunun Şeria nehrinin iki yakası boyunca uzanmasını istediler. Paris Barış Konferansı sırasında İngiltere ve Siyonist hareket arasındaki ittifakın baş mimarı Haim Weizmann, Yahudi milli yurdundan kastının ne olduğu sorulduğunda şu meşhur yanıtı verdi: “İngiltere ne kadar İngiliz’se Filistin’i de o ölçüde Yahudi yapmak.”2 Bu söz ile yapmak istenilen, Yahudi azınlığına rağmen Filistin topraklarına hükmetme planıydı. Ancak bu planı Filistin topraklarına yerleşecek Yahudi çoğunluğu ile kurulacak İsrail devletiyle yapabilirdi. Nihai amacı bu olsa da bu planı aşamalı ve sürece yayarak gerçekleştirmek istiyordu. Bu antlaşmayla bu planın ilk aşaması devreye girdi. Fransa’nın İtalya’nın ve Amerika’nın destek vermesi ile Yahudiler Filistin topraklarına yerleşmeye başladı.
Tarihler 1948’i gösterdiğinde daha önceden varlığı ortada yokken, kendisine devlet denilmesi için bir toprağının olması gerekliyken, Filistin topraklarına haksız yerleşimlerle toprak sahibi olmaya çalışan İsrail, devlet(!) olarak kabul edildi. İsrail devleti Filistin topraklarında 1948’de kuruldu. Bu tarihten itibaren Filistin topraklarının adım adım işgalinde farklı çalışmalar yürütüldü. Filistin hakkında insani durum ve hak ihlalleri raporları incelendiğinde Filistin’de 1918’de yaklaşık 60.000 Yahudi yaşarken 1946 yılına gelindiğinde 600.000’e yaklaşmıştır.3 İsrail, işgali ile Filistinlilerin çoğunu mülteci konumuna düşürmüştür. Uluslararası Af Örgütünün raporuna göre Filistinli mültecilerin büyük bir kısmı Ürdün, Lübnan, Suriye ve İşgal altındaki Filistin topraklarında, çoğunlukla esas evlerinden ve kasabalarından 100 km’den daha az uzaklıkta yaşıyor. Diğer yaklaşık 100.000 kişi BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yetki sınırlarında kalıyor ve Mısır, Irak ve Libya gibi ülkelerde yaşıyor. Filistinli mültecilerin çoğu bu ülkelerde yoksullukla ve sistematik insan hakları ihlalleriyle karşı karşıya kalıyor.4 Bunların yanı sıra Filistin’deki civar köy ve kasabalar yıkıldı, birçok Filistinli topraklarını korurken öldürüldü. Filistin toprak sınırları her geçen gün daralırken, İsrail işgal ettiği topraklarla sınırlarını genişletti. Filistinliler İsrail’in kuruluşunu ‘Felaket Günü’ olarak adlandırdıkları ‘El Nakba’ ile andılar.
İsrail işgallerine karşı Filistin direnişini omuzlayan çeşitli Filistin İslami direniş hareketleri ortaya çıkmıştır. Filistin İslami Direniş Hareketi (HAMAS) onlardan biridir. 1948 işgalleri sonrasında İşgalci İsrail ve Arap ülkeleri arasında gerçekleşen 6 gün savaşları neticesinde, mağlubiyete uğrayan Arap ülkeleri arasında Arap Milliyetçiliği fikri zayıfladı ve İslami olarak bilinçlenme fikri yaygınlaştı. Bu konuda yeniden dirilişin adımlarını atan İhvan-ı Müslimin halkları İslami konularda bilinçlendirme ve Filistin davası uğrunda direnme vazifesini üstlendi. HAMAS aslında bu teşkilat içerisinden çıkmıştır. Tüm bu işgallere karşı özgür Filistin toprakları için mücadele eden HAMAS, İhvan-ı Müslimin’den olan Şeyh Ahmed Yasin başta olmak üzere Musa Ebu Merzuk, Halid Meşal ,Yahya Sinvar gibi Filistin davasına gönül veren isimlerle ortaya çıkmıştır. Aslında İsrail yapmış olduğu işgaller ile Filistin direnişini ortaya çıkarmış oldu. İşgal devam ettikçe işgal ve baskılara karşı Filistin halkı farklı direniş yolları keşfetmiştir. Kimi zaman silahla, kimi zaman şehitlerle, kimi zaman da ‘kalem ve mürekkeplerle direniş ve mukavemet yolunda mücadele vermişlerdir.7
Tarihler 1967 gösterdiğinde artık İsrail işgallerine askeri yönetim ve baskılarla daha da arttırdı. Filistin topraklarını dev bir açık hava hapishanesine dönüştürdü. Filistinlileri denetledi, evlerine el koydu, işgal ettiği köyleri askeri bölge olarak tanımlayıp kapattı, evleri yıktı, bu kararlarına karşı çıkan Filistinlileri tutukladı, idari gözaltılar, işkenceler gerçekleştirdi, Filistinlileri öldürdü adeta soykırım uyguladı. Ve tüm bunları kadın, çocuk, yaşlı fark gözetmeden sistematik bir şekilde gerçekleştirdi.
Tarihler günümüze yaklaştıkça Amerika Başkanı Donald Trump’ın imzası, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kaydetti. İşgal bu karar ile meşrulaştırılmış oldu. “Halksız bir toprağın, toprağı olmayan bir halka verilmesi” sözleriyle çıkılan yolda tarihte eşine hiçbir şekilde rastlanmamış skandal bir karara imza atılmış oldu. Geçmişte bir karış toprağı dahi yokken haksız işgaller ile toprağına yerleştiği Kudüs’e Filistinlilerin mazlum ve haklı haykırışlarına rağmen yerleşti. (!) Aslında İsrail bu topraklara yerleştiğini zannetti. İsrail yaptığı planlarında Filistin halkının bu topraklara verdiği önemi, topraklarını kanlarıyla sulama pahasına sahip çıkan, kutsalları için şehadeti göğüsleyen direniş ruhlu bir millet ile mücadele etmenin sonuçlarını hesaba katmamıştı.
Winston Churchill’ın dediği gibi “Ne kadar geriye bakarsanız o kadar ileriyi görürsünüz” Geçmişte yaşanan olaylara bakıldığında Filistin’in vermiş olduğu haklı direniş ortaya çıkıyor. Filistin topraklarında yaşanan şu an ki savaşın perde arkası aslında buydu. Yaşanan sürecin tarihsel ayrıntılarına bakmazsak eğer Filistin topraklarında sanki barış ortamı vardı da Filistinliler başlattıkları direniş ile bir anda barış ortamını bozup binlerce kişinin ölümüne neden olduğu sonucu çıkar. Aslına bakılırsa Filistin topraklarında ölümün olmadığı, bir evin daha işgal edilmediği hiçbir gün yoktu. Filistin her gün toprakları, kutsalları uğrunda binlerce şehit veriyordu. Bu topraklarda çocukların oynadığı oyunlar dahi ‘şehitçilik’ olacak kadar her günü kanlı geçirildi. Yazımızı bu kutlu direniş yolunda şehadete kavuşan Şeyh Ahmet Yasin’den haklı bir sitemle noktalıyoruz.
“Düşmanı Filistin topraklarından çekilmeye zorlayacak tek şey silahlı mücadeledir. Düşman bizden direnişe son vermemizi istiyor. Biz de şunu merak ediyoruz. Dünya ne için Siyonist işgalin sona erdirilmesini istemiyor? Kim işgal ediyor, kim kendisini savunuyor”8
- Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası
- Demir Duvar, Avı Shlaim
- İnsamer, Filistin’de İnsani Durum ve Hak İhlalleri
- Uluslararası Af Örgütü
- TDV İslam Ansiklopedisi
- TDV İslam Ansiklopedisi
- Abdullah Galib Bergusi’nin sözü
- Şeyh Ahmet Yasin, Pir-i İntifada