İman konusunu detaylı bir biçimde ele almaya ve müfessirlerimizin iman ile ilgili ayetlere getirmiş oldukları tefsirleri sizinle paylaşmaya devam ediyoruz. Bir önceki yazımızda “İman ve İmanın Kazandırdığı Aydınlık” konusuna yer vermiştik. Bu sayımızda “İslam’ın Getirdiği Kapsamlı İman” adlı konuyu siz değerli okuyucularımıza aktaracağız.
İSLAM’IN GETİRDİĞİ KAPSAMLI İMAN
Toplumumuzda son zamanlarda konuşulan konulardan birisi ahlaken bozulmuş Müslümanların varlığıdır. Namaz kıldığı halde yalan söyleyen, oruç tuttuğu halde gıybet eden, zekât verdiği halde haksız yere kazanç sağlayan, hacca gittiği halde yoksulu gözetmeyen Müslümanların varlığı… Bu durumu öyle bir seviyeye getirdi ki bilinçsiz Müslümanlar, birileri onlara bakıp İslam’ı tanımaya kalkışsa belki de bu dini kabul etmemesine sebep olacak. Vahim bir sonuç.
Hayatta her kabul ediş beraberinde bazı gereklilikleri doğurur. İslam da böyledir. Müslüman İslam’ın getirdiği kapsamlı imanı hayatında yaşayıp, başkalarına da bu imanı yaşatmaya vesile olmakla mükelleftir. Belki de bu asrın mükellefiyetlerinden birisi de budur. Bir imana sahibiz lakin bu imanın gerekliliklerine ne kadar vakıfız? Seyyid Kutup Bakara Suresi 285. ayette bu konuya açıklık getiriyor:
“Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü’minler de. Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana’dır’ dediler.”
- Bu, mü’minlerin içinde iman gerçeğinin pratik olarak temsil edildiği seçkin cemaatin ve bu ulu gerçeği temsil eden her topluluğun tablosudur. Bu yüzden yüce Allah, üstün iman gerçeği konusunda onlarla peygamberleri birlikte zikretmek suretiyle onları onurlandırmıştır. Bunu, yüce Rasul gerçeğini idrak eden mü’min cemaat anlayabilir. Yüce Allah’ın onlarla peygamberi bir sıfat altında Kur’an’ın bir ayetinde birlikte zikretmekle ne kadar yüce bir makama yükselttiğini bilirler.
“Peygamber, kendisine Rabbi tarafından indirilen gerçeklere inandı, mü’minler de...”
- Peygamberlerin, kendisine Rabbi tarafından indirilenlere iman etmesi, doğrudan algılanan bir imandır. Tertemiz kalbinin yüce vahyi almasıdır. Hiçbir çabada, hiçbir girişimde bulunmaksızın, bizzat varlığında, somutlaşan gerçeğe aletsiz, araçsız, doğrudan bağlanmasından kaynaklanır bu iman. Bu, vasf etmeye imkân bulunmadığı gibi tadına varandan başkasının tavsif edemediği bir iman derecesidir. Gerçek anlamda tadına varamayandan başkası da bu tavsiften bir şey anlayamaz zaten. Bu imanı, -peygamberin imanı- yüce Allah mü’min kullarına bahşetmiş ve onları peygamberiyle aynı sıfat altında birleştirmiştir. Ancak peygamberin yapısı ile bu gerçeği doğrudan Mevla’sından almayan başkalarının yapısının bu imanın zevkine varması farklı olacaktır, haliyle. Bu imanın tabiat ve sınırı nedir?
“Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana’dır’ dediler.”
- Bu, İslam’ın getirdiği kapsamlı imandır. Bu iman, Allah dininin varisi, kıyamete kadar yeryüzünde davet görevini yürüten, kökleri zamanın derinliklerine inen, beşer tarihi boyunca uzanan davet, Rasul ve iman kervanında yol alan bu ümmete yakışır bir imandır. Bu iman başlangıçtan sona kadar bütün insanlığı iki gruba ayırır: Mü’minler ve kâfirler... Allah’ın taraftarları, Şeytanın taraftarları... Çağlar boyu, bunların dışında bir üçüncü durumun varlığı söz konusu olmamıştır.’
“Tümü, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inandı. O’nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana’dır’ dediler.”
- Bu şekilde iman etmek Müslümanın vicdanını, hayat tarzını, değer ölçülerini ve dünyada elde ettiği sonuçları şekillendirmektedir. Bundan sonra Müslüman, itaat yolunda, hayrı gerçekleştirmek, hakka dayanmak ve yeryüzündeki meyvesi, rahat ya da yorgunluk, kâr veya zarar, zafer veya yenilgi, zenginlik yahut yoksulluk, yaşamak ya da şehadet de olsa iyiliğe yönelmek şeklindeki hayatını sürdürür. Onun mükafatı, imtihandan başarıyla çıktıktan sonra Ahiret yurdunda verilecektir. Bütün dünya, karşı çıkmak, işkence etmek, kötülük yapmak ve savaşmak şeklinde karşısına dikilse de onu, Allah’a itaat, hak, hayır ve iyilik yolundan alıkoyamaz. Çünkü o, Allah’la beraber hareket etmekte, O’nun sözünü ve şartını uygulamakta ve mükafatını da O’ndan beklemektedir. Allah’a ve meleklerine iman, tüm kitaplarına ve aralarını ayırmadan Resullerine iman, işitip itaat etmek, Allah’a tevbe etmek ve hesap gününe kesin inanmak, şu kısacık ayetin çizdiği ve İslam akidesine tabi büyük bir birliktir. Bu, akidenin sonu ve Risaletlerin sonuncusu olmaya yakışan İslam’ın ta kendisidir.
İslam, yaratılışın başlangıcından sonuna kadar sürekli olan iman kervanını tasvir eden akide ve İslam gelip, varlığa egemen, mükemmel kanunun birliğini ilan ederek insan aklına ayrıntıları ve uygulamaları bırakana kadar beşeriyeti yükseliş aşamalarında yükseltmek ve gücü oranında varlığa hâkim, biricik kanunu ortaya çıkarmasını sağlamak için, Allah tarafından gönderilen bütün Resullerin elleriyle ulaştırılan kesintisiz hidayet çizgisidir.
Sonra İslam, insanı insan olarak kabul eden bir dindir. Hayvan ya da taş, melek veya şeytan değil. Onu olduğu gibi, zaaf ve güç noktalarıyla birlikte ele almaktadır. Onu, özlemleri olan bir beden, bir akıl ve birtakım arzuları olan bir ruhtan oluşan kapsamlı bir birlik olarak görür. Gücünün yetebileceği sorumlulukları yükler, zorluk ve meşakkate koşmaksızın sorumluluk ve güç arasındaki uyumu gözetir. Ayrıca, fıtratın temsil ettiği şekilde beden, akıl ve ruh arasındaki uyumu sağlayarak ihtiyaçlarına cevap verir. Bundan sonra, insana seçtiği yolun sorumluluğunu yükler.
Müfessir Seyyid Kutub’un İslam’ın getirdiği kapsamlı imanın anlatıldığı Bakara, 285. ayetine kısaca yer vermeye çalıştık. Okuyucularımızdan istirhamımız imanın detaylarının anlatıldığı ayeti anlamak için Fizilal’il Kur’an’dan bizzat okumalarıdır. Okuduktan sonra evvela kalplerine sonra da gözlerine, kulaklarına, ahlaklarına, yaşayışlarına göz atıp, “İmanım nerede, ben neredeyim?” sorusuna cevap bulmalarıdır…