Ülke gündemine Sedat Peker ile birlikte düşen Derin Devlet-Mafya ilişkilerinin aslında uzun bir geçmişe sahip olduğundan bir önceki sayımızda bahsetmiştik. Bu yazımızda Derin Devlet-Mafya ilişkilerini yaşanan olaylar ışığında değerlendireceğiz.
- Susurluk Kazası
Derin Devlet denilince aklımıza birçok olay ve Devletin asıl sahibi olduğunu iddia eden farklı insanlar geliyor. Belki de Türkiye’nin yakın geçmişinde yaşanan terör faaliyetlerinin birçoğunda Derin Devleti görmek mümkündür. Yasalar üstü eylem ve yetki alanını kendinde gören, ülkenin en vatanperverleri ve yine bu ülke için en çok fedakârlık yapan kahraman insanları olarak kendilerini tartışılmaz bir gerçekmiş gibi gören Kontrgerilla yapılanması Derin Devlet. Özellikle 70’li yıllarda üniversite olaylarının arka planında görünmeyen bir el olarak kalan, her daim kirli ilişkiler ile anılan Derin Devletin bu ilişkileri herhalde en açık 1996 yılında yaşanan Susurluk Kazası ile ortaya çıkmıştı.
Susurluk Kazası: Balıkesir’in Susurluk ilçesinde 1996 yılında dört kişiyi taşıyan bir Mercedes otomobil, benzin istasyonundan çıkmakta olan bir kamyona çarpmış, otomobildeki üç kişi yaşamını yitirmiş, bir kişi sağ kurtulmuştu. Aslında gazetelerin üçüncü sayfalarında yer alan sıradan kazalardan biriydi. Ancak bu kazayı sansasyonel kılan şey, Otomobilin içerisinde yer alan kimselerin toplumsal statüleriydi.
Kazanın ardından aracın içinde bulunan Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, Gonca Us ve Mehmet Özbay olay yerinde hayatını kaybetti. Dönemin Doğru Yol Partisi Şanlıurfa Milletvekili Sedat Bucak ise yaralı kurtuldu. Olayın hemen ardından Mehmet Özbay kimliğini taşıyan kişinin birçok suçtan Uluslararası Polis Teşkilatı (Interpol) tarafından aranan Abdullah Çatlı olduğu anlaşıldı. Böylece bu olayı, basit bir trafik kazası olmaktan çıkaran bir süreç başladı. Zira Çatlı, özellikle 1970’lerdeki bir dizi karanlık olayla bağlantılı olduğu iddia edilen bir isimdi.
Çatlı, 1 Şubat 1979’daki Abdi İpekçi Suikastı, Papa İkinci Jean Paul Suikastının faili Mehmet Ali Ağca’nın Maltepe Cezaevinden kaçırılması, 11 Temmuz 1978’de Doç. Dr. Bedrettin Cömert’in öldürülmesi ve tarihe “Bahçelievler Katliamı” olarak geçen Ekim 1978’de Türkiye İşçi Partisinden yedi öğrencinin öldürülmesi gibi olaylarla ilgili olarak aranıyordu.
Otomobili kullanan ve kaza anında hayatını kaybeden bir diğer isim Hüseyin Kocadağ da daha önce meslekten ihraç edilmiş ancak mahkeme kararıyla geri dönmüş ve dönem dönem bazı organize suç örgütleri ile bağlantıları hakkında çeşitli iddialar ortaya atılmış bir isimdi.
Sedat Bucak da Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinde ağırlığı olan “Bucak Aşireti”nin lideri olarak biliniyordu. Bu aşirete bağlı korucular da 1990’lı yıllarda PKK ile mücadelede kolluk güçlerinin yanında yer alan gruplar arasında yer alıyordu. Otomobilin içindeki kişilerin kimliği, kazayla birlikte “mafya-siyaset-devlet” üçgeninde, aslında öncesinde de konuşulan ancak ispatlanamayan bir dizi karmaşık ama karanlık ilişkinin su yüzüne çıkmasına yol açtı.
Ayrıca Susurluk kazası sonrasında da hazırlanan çok sayıda rapor ve araştırmada da Derin Devlet-Mafya ilişkilerini ortaya çıkaran birçok bulgu yer aldı. Bu raporlarda, yer alan bulgular devletin içerisinde uzun yıllardır bir “çetenin varlığına” ve özellikle 1990’larda PKK ile mücadele için oluşturulan özel birimlerin zamanla faili meçhul cinayetler, mafya hesaplaşmaları ve uyuşturucu kaçakçılığı gibi bir dizi suça bulaşan bir yapıya dönüştüğüne işaret ediyor. Bugüne kadar Türkiye’de “Derin Devlet” olarak adlandırılan yapılanmayla ilgili belli başlı raporlar şunlar:
Birinci MİT Raporu: Millî İstihbarat Teşkilâtı tarafından 1988 yılında hazırlandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a sunulan bu raporda “yeraltı dünyası, polis ve kamu görevlileri” arasındaki bağlantıya ilişkin bulgular yer alıyordu. 23 sayfalık raporda, suç örgütlerinin Özal’a karşı siyasi arenada girişimlerde bulunduğu, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Ünal Erkan ve İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar’ın “yeraltı dünyasıyla ilişkileri olduğu” iddia ediliyordu. Bu raporun basına sızmasının ardından raporu kaleme alan Mehmet Eymür ve İstihbaratçı Hiram Abas görevlerini bıraktı.
İkinci MİT Raporu: İlk rapor nedeniyle görevinden ayrılmak zorunda kalan Eymür, 1995 yılında MİT’e Kontrterör Daire Başkanı olarak geri döndü. Bu dönemde, ikinci MİT raporunu kaleme aldı. Raporda, PKK ve bazı sol örgütlerle mücadele etme “kisvesi altında” başta Çatlı olmak üzere Haluk Kırcı, Sami Hoştan ve Yaşar Öz gibi haklarında cinayet ve uyuşturucu kaçaklığı gibi bir dizi suçlama bulunan isimlerle bir örgüt oluşturduğu iddia edildi. Doğu Perinçek tarafından Eylül 1996’da, yani Susurluk Kazasından yaklaşık 1,5 ay önce düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna açıklanan raporda, şu iddialar ortaya atıldı:
“Emniyet Genel Müdürlüğünce PKK ve Dev Sol’a karşı faaliyetler için kullanılıyor görüntüsü ile özel bir suç ekibi teşkil edilmiştir. Tehdit, gasp, haraç, uyuşturucu kaçakçılığı, cinayet gibi suçların içinde olan bu grup genellikle eski ülkücülerden teşekkül etmiştir. Grup doğrudan Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a bağlı olup, Emniyet Genel Müdür Müşaviri Korkut Eken tarafından sevk ve idare edilmektedir. Grup üyelerine Emniyet Genel Müdürlüğünce ‘Polis’ hüviyeti ve ‘Yeşil Pasaport’ verilmiştir. Bahsi geçen grup, teröristlere karşı faaliyetlerde bulunma görünümünde Almanya, Hollanda, Belçika, Macaristan ve Azerbaycan’a gidip gelmekte, uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktadırlar.”
Üçüncü MİT Raporu: Susurluk Kazasının ardından dönemin MİT Müsteşarı Sönmez Köksal tarafından 17 Kasım 1996’da Başbakan Necmettin Erbakan’a “Kişiye Özel” olarak gönderildi. Susurluk sonrası TBMM Araştırma Komisyonu bu raporu talep etmiş ancak gönderilmemişti. Ekleriyle birlikte 223 sayfayı bulan bu raporun tam metni ancak 2013 yılında yayımlanan bir kitapla gün yüzüne çıktı. Raporda devlet içerisinde “Çiller Suç Örgütü” adında Tansu Çiller’in desteklediği bir oluşumun varlığı ve bunun bazı yasadışı işlere bulaştığı yönünde ortaya atılmış olan bir dizi iddia incelendi. Raporun sonuç bölümünde Susurluk olayıyla birlikte ortaya çıkan bazı konular şöyle sıralandı:
- “Devletin içinde kontrolsüz güçlerin varlığını,
- Bu güçlerin devletin ihtiyaçları dışında da bazı istenmeyen faaliyetlere yönelebildiğini,
- Güvenlik kuvvetlerinin resmi güçler dışında bazı unsurları da devlet görevi adı altında kullandıklarını,
- Devletin bazı belgelerinin (Pasaport vs.) gayri kanuni unsurlara verilebildiğini,
- Devletin aynı kuruluşu içinde, farklı anlayışta olanların birbirleri ile devletin olanaklarını kullanarak mücadele edebildiklerini,
- İstihbaratta ve örtülü operasyonlarda çok başlılığın bulunduğunu, merkezi kontrolün yeterli olmadığını,
- Gizlilik taşıması gereken devlet belgelerinin veya faaliyetlerinin dahi kolayca açıklanabildiğini, tartışılabildiğini,
- Kontrolsüz güçlerin, bazı siyasi güçlerce veya kişilerce desteklendiğini,
- Devlet adına yapıldığı öne sürülen işlerde dahi büyük miktarlarda maddi çıkarların söz konusu olduğunu (A. Çatlı’nın şirketleri ve mal varlığı gibi) gösterecek nitelikte emarelerin çıkmasına neden olmuştur.”1
- com/turkce/haberler-turkiye-57230730 sitesinde alıntılanarak hazırlanmıştır.