Makale

Güvenli Toplumun İnşasında Temel İlkeler

Paylaş:

İnsanın varlık nedeni olan kulluk, yeryüzünde sadece Allah’ın egemenliğine boyun eğme ve ona itaat etme anlamına gelmektedir. Bu temel ilkeye bağlı bir toplum huzura, güvene, barışa ve kötülüklerden uzak yaşamaya herkesten daha layıktır. Zira haksız ve kibir sahibi otorite ve yönetimlerin fitne ve zulümlerinden kurtulmuşlardır. Bu nedenle Tevhid, yeryüzünü ve içindekilerini Allah’ın kanunları ile huzura kavuşturma projesidir.

İslam’ın kurmak istediği güven toplumunun birtakım ilkeleri vardır. Bunları sıralayacak olursak:

Tevhid

Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ilk günden itibaren davetle, içinde bulunduğu toplumun yanlış inancını değiştirmeyle başladığına şahit olmaktayız. Şirk, milletlerin çöküş nedenidir. Toplumsal emniyetin ilk şartı insanlara hükmeden, onları kendilerine kul yapan beşerî nizamların reddedilmesidir. Bu yüzden Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem La İlahe İllallah sözünü karşısına çıkan her insana söylemiş, muhataplarının da bu sözü kabul etmelerini istemiştir. O halde güven toplumunun ilk şartı, Tevhidin yerleştirilmesidir. Tevhid insanların hayatına yerleştiğinde o toplumun tüm bireyleri, tüm ırkları aynı Allah’ın kulları olarak birbirlerinin haklarına ve farklılıklarına saygı duyacak, kimse kendini diğerlerinden üstün görme hatasına düşmeyecektir. İnsanların nasıl huzur içinde yaşayacaklarına her konuda adil olan, her şeyi en iyi bilen ve onları yaratan Allah’tan daha güzel karar verecek yoktur.

Adalet

Adalet; davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak gibi manalara gelmektedir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu Tevhid medeniyetinin en önemli özelliklerinden biri, hak ve hukuk kavramlarına büyük önem vermesidir.  Öyle ki hak kavramının içine giren her şey İslam toplumunda karşılığını bulmaktaydı. Anne babanın haklarından çocukların haklarına, fakir ve düşkünlerin haklarından devleti idare edenlerin haklarına, suç ve cezaların ayrım olmaksızın herkese eşit uygulanmasından hayvanların haklarına kadar herkesin ve her canlının hakkı biliniyor ve korunuyordu. Adalet ve adil olmak, İslam’ın asli ve pratiği zorunlu ilkelerinden biridir. Öyle ki Rabbimizin ism-i şeriflerinden bir tanesi de ‘el-Adl’dır, yani adaletin kendisi bizzat Allah Azze ve Celle’dir. Hz. Peygamber’in pratik uygulamaları da adalet kavramının İslam’da en üst seviyede değer gördüğünü ispatlar. Hz. Âişe’den rivayet edildiğine göre, Mahzûm kabilesinden hırsızlık yapan bir kadının durumu Kureyşlileri pek üzmüştü. Bunun üzerine: “Bu konuyu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile kim görüşebilir?” diye kendi aralarında konuştular. Bazıları: “Buna Rasulullah’ın sevdiği Usame bin Zeyd’den başka kimse cesaret edemez” dediler. Usame Radıyallahu Anh da onların istekleri doğrultusunda Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile konuştu. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hz. Usame’ye: “Allah’ın koyduğu cezalardan birinin uygulanmaması için aracılık mı yapıyorsun?” buyurduktan sonra kalkıp bir konuşma yaptı ve şunları söyledi: “Sizden önceki milletlerin yok olmasına sebep, içlerinden soylu biri hırsızlık yapınca ona dokunmayıp, zayıf ve kimsesiz biri hırsızlık yapınca ona cezasını vermeleriydi. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da elini keserdim.”1 İşte İslam Peygamberi bu uygulamasıyla adaletin tarihini yazmıştır.

Liyakat

İslam Medeniyetinin önemli esaslarından biri olan liyakat; kişinin iman sahibi, adil, ahlaklı, sabırlı, ileri görüşlü ve merhametli gibi vasıflara sahip olmasını ifade eder. Liyakat, işlerin tam ve adaletle yapılmasını temin eder. İslam; işi hak edene verme, doğru kişiyi görevlendirme prensibini her işte şart koşmuştur. Kur’an-ı Kerim: “Allah size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder”2 ayetiyle bu ilkeye temas etmiştir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise “İş ehil olmayan kimseye verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır”3 buyurarak liyakatin İslam toplumu için ne denli önemli olduğunu vurgulamıştır. Konuyu bir örnekle açıklayalım: Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Bizans’a karşı bir ordu hazırlamış, komutan olarak da Usame bin Zeyd’i tayin etmişti. Ne var ki sahabeden bazı kimseler Hz. Usame’nin genç ve eski bir kölenin oğlu oluşunu ileri sürerek bu konudaki hoşnutsuzluklarını belli ettiler. Konu Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e intikal edince şöyle buyurdu: “Siz Usame’nin komutanlığına itiraz ettiğiniz gibi daha önce onun babasının komutanlığına da itiraz etmiştiniz. Vallahi onun babası nasıl komutanlığa layıksa, oğlu da komutanlığa öyle layıktır.”4 Rasulullah, İslam’ın işi ehline verme hususuna ne kadar önem verdiğini, ashabın bazı tereddütlerine rağmen liyakati her şeyden üstün tuttuğunu bu olay ile göstermiş oldu.

Kardeşlik

İslam Medeniyeti kurmuş olduğu toplumsal yapıda güveni oluşturmak amacıyla kardeşlik kavramına atıfta bulunmuştur. “Müslümanlar inanç, amaç ve davranış birliği açısından kardeştirler.”5 Kur’an bu ilkeyi “Mü’minler ancak kardeştirler”6 ayetiyle ortaya koymuştur. Buna göre nerede, ne zaman yaşadığına, ırkına, cinsiyetine ve kabilesine bakılmaksızın bütün Müslümanların kardeş olduğunu ilan eder. Bu sebeple İslam kardeşliği, İslam toplumunu birleştirecek en kıymetli çimento olduğundan dolayı İslam düşmanlarınca bu çimento zayıflatılmaya çalışılmaktadır. Müslümanları parçalamak sonra da birbirlerine düşman yapabilmek için tarih boyunca kafirler ve münafıklar ırkçılık fitnesini kullanmışlardır. Müslümanlar bir bedenin azaları gibidir, birbirlerini Allah için severler. Allah yolunda mücadele ederken bir binanın tuğlaları gibi omuz omuza olduklarında hem Allah’ın sevgi ve yardımını hem de düşmanlarına karşı zaferi elde edebilirler.

İyiliği Emretme, Kötülükten Sakındırma

Bu ilke, İslam’ın toplumları koruma altına almayı amaçlayan önemli bir dinamiğidir. İnsanı olumsuz anlamda etkileyen bir tarafta şeytan ve nefis gibi iç düşmanları varken diğer tarafta çevresindeki kötülük peşinde koşan, haramları ve haksızlıkları yapmaya çalışan insanlar vardır. Kur’an’ın “emri bi’l mar’uf nehy an’il münker” ismini verdiği ve toplumun huzur ve güvenliğine kasteden tüm haram ve kötülükleri sakındırma görevi bireyden topluma, toplumdan devlete ve nihayet ümmete kadar her Müslümanın asli vazifesidir. Bu görevin ihmali, İslam’ın prensiplerinin zayıflayıp aşınmasına, her türlü kötü fiillerin yaygınlaşmasına, nihayet ümmet gemisinin su alıp batmasına yol açabilir. Müslümanların mevcut acınası durumu, esasen bu önemli vazifenin terkedilmesinin sonucunda olmuştur. Görüldüğü gibi bir avuç Siyonist Yahudi, sayıları bir buçuk milyarı bulan Müslümanlardan çekinmeden Gazze’de ve Lübnan’da katliam yapabilmektedir.

İşte bu önemli ilkenin ifası için, tarihte İslam devletleri “Hisbe”7 adında teşkilat kurarak iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma konusunda Müslüman toplumunu korumayı amaçlamıştır.

Hürriyet

Allah Azze ve Celle insanı aklı ve iradesi olan hür bir varlık olarak yaratmıştır. Çünkü insan eşref-i mahlukat yani yaratılanların en üstünüdür. Doğuştan getirdiği özellikler itibariyle insanoğlu hür yaşamayı, düşüncesini özgürce ortaya koyabilmeyi hak etmiş varlıktır. Öte yandan insanın özgürlüğü sınırsız da olamaz ve olmamalıdır. Onun özgürlüğü iyi Müslüman ve iyi insan olmasına yöneliktir. Özgürlüğünün gerçekleşmesi insanın yaratıcısına ve diğer varlıklara karşı sorumluluklarını yerine getirmesi şartına bağlıdır. İslam’a göre hakiki hürriyet, insanın sadece Allah’a kulluk ve itaat ederek başka otoritelerden kurtulmasıdır. Ne dünyanın malı, makamı, parası ve şatafatlı hayatı ne de dünyadaki müstekbirleşen güçlere karşı köleliği kabul etmemek, hür olan mü’minlerin özelliğidir.

Hürler Allah’ı tek otorite kabul ettikten sonra, artık kulların otoritesini asla kabul etmezler. Allah’a boyun eğdikten sonra kullara boyun eğmezler. İşte bu, insan için büyük bir şereftir. İslam bu prensibi ile insanın ve toplumun huzur ve güven içinde, şerefini koruyarak yaşamasını temin etmiştir.

1.        Buhari, Enbiya, 54

2.        Nisa, 58

3.        Buhari, İlim, 2

4.        İbn Sad; 2, 190

5.        İslam Kültür ve Medeniyeti, 42

6.        Hucurat, 16

7.        “Hisbe” kelimesi emr-i bi’l-ma‘rûf nehiy ani’l-münker prensibi uyarınca gerçekleştirilen genel ahlâkı ve kamu düzenini koruma faaliyetlerini ve özellikle bununla görevli müesseseyi ifade eder.