Kapak

Hakiki Özgürlük Allah’a Kulluktadır

Paylaş:

 

                Hayatın meşgalesi içinde yorulduğumuzda, zorlukların göğsümüzü daralttığı anlarda bir an nefes almak için gökyüzüne bakarız ve orada ka­nat çırpan kuşları görürüz. İçimizden onlar gibi özgür olmak ve içinde bulunduğumuz sıkıntılar­dan kurtulmak isteği geçer. Aslında bu durum bi­zim baktığımız yerden olayın görünüşüdür yoksa o âlemde durum nasıldır tam da bilemiyoruz. Gö­rünüşte özgürlük gibi görünen o kanat çırpmaları, o gökyüzünde süzülüş hakikatte bir zorunluluk ve hayatta kalış mücadelesi olabilir mi? Ya da şöyle soralım: Kuşlar ve diğer canlılar âleminde insanın zannettiği gibi bir başıboşluk bir başına buyruk­luk var mı ki insan bazen onlara özenmektedir?

                Bütün bunları düşündüğümüzde ‘kuşlar gibi özgür olmak’ sözü bir deyimden öteye geçmez. Hakikatte kâinatta sınırsız yani mutlak manada özgür olan hiçbir varlık yoktur. Tüm kâinat mü­kemmel bir nizam ve intizam içerisindedir. Canlı cansız her bir şey onu var edenin koymuş olduğu kurallar çerçevesinde hareket etmektedir. An­cak insan kendisine verilmiş olan cüz’i iradesiyle Rabbinin emrine uyup hayatını ona göre idame ettireceğine haddini aşarak mutlak manada öz­gür olmak ve alabildiğine sorumsuzca yaşamak istemektedir. Modern dünyanın insanı inancın­dan koparmak için parlatıp türlü şekillerde önüne koyduğu özgürlük kavramı nedir, sınırları neler­dir, İslam’ın ve Batı’nın bu kavrama bakışı nasıl­dır, sorularına cevap aramakla meseleyi daha da genişletelim.

                Özgürlük kavramı bugün daha çok ‘başına buy­ruk olmak, canının istediğini yapmak, özellikle de dinin ve geleneğin baskılarından kurtulmak’ ola­rak kullanılmaktadır. Elbette bunda modern dünya algısının tesiri çoktur. Modern dünya anlayışı ma­alesef insana özgürlük vaat ederken aslında insanı her gün daha fazla köleleştirmektedir. Fakat bunu yaparken öyle yaldızlı sözlerle, süslü cümlelerle sunuyor ki farkına varılması çok zordur.

         Son dönemlerde kullandığımız kavramların çoğu Batı kaynaklı olduğu gibi ilk etapta özgürlük kavramı da Batı’daki Fransızca kökenli Liberte’nin karşılığı olarak kullanıldı. 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi’nin 4. Maddesinde tanım olarak: “Başkalarına zarar vermeyen her şeyi yapmak” şeklinde geçmektedir. Aslında tam anla­mı ‘serbestiyet’ olduğu için ve bu anlamda ‘başıboş olmak, kanun ve kurala tabi olmamak’ anlamları­na geldiği için bu terk edilerek “hürriyet” kavramı ön plana çıkarıldı. Bu anlamda biz de özgürlük kavramından ziyade hürriyet kavramı üzerinden meseleyi izah edeceğiz. Hürriyet, kelime manası olarak “soylu olmak” anlamında mastar, “azat edil­mek, bağımsızlığa kavuşmak” manasında da (harare) mastarından türeyen isim olarak karşımıza çıkar. Hür (hürr) kelimesi ise “köle olmayan, şerefli, soylu, her şeyin iyisi” gibi anlamlara gelmektedir.1

         Bu kavram, Batı’nın bilim ve teknolojisini öğrenip Osmanlıyı içinde bulunduğu gidişattan kurtarmak için gönderilen fakat birer Batı hay­ranı olarak dönen Jön Türkler tarafından kendi yönetimlerine karşı gelmenin sembolü oldu. Jön Türkler Osmanlı yönetimini istibdatla, hürriyeti kısıtlamakla suçluyorlardı. Bir kısmı iyi niyetle bunu siyasi hürriyeti elde etmek için dillendirse de diğer bir kısmı işi daha da ileri götürerek tüm geçmişe, dine ve geleneğe karşı bir başkaldırıya dönüştürdü. Onların özgürlükten anladığı, dini değerlere, her türlü kutsala karşı olmak, kriterleri dogmatik (!) olan vahiyden değil de Batı’dan al­mak ve bu şekilde muasır medeniyetler seviyesi­ne ulaşmak şeklindeydi. Aslında büyük bir yanılgı içindeydiler. Bir kere Batı, kendisini geri bırakan ve tüm bilimsel gerçeklere kapalı olan kilisenin dayattığı din anlayışından kurtulmaya mecburdu. Ancak İslam âleminin geri kalmışlığının sebebi din değil, Müslümanların dinin emirlerine tam riayet etmeyişleriydi. İslam bilimsel gelişmelere engel olmadığı gibi tam tersine teşvik etmekteydi. Bir de Batı’nın sunduğu özgürlük anlayışı ferdi­yetçi, çıkarcı, seküler ve sınırsızdır. Dayandığı tek başvuru kaynağı da akıldır. Halbuki akıl her şeyi çözecek kabiliyette değildir ve bir sınırı vardır. Bir Müslüman aydın nasıl olur da Yaratıcısını ve koy­duğu hükümleri görmezden gelebilir ve Batılı gibi sadece akılla yolunu bulabileceğini, vahye ihtiyacı kalmadığını söyleyebilir?

                İslami ıstılahta hürriyetin tanımı Batı’nın normlarından farklıdır ancak kendi içerisinde ilimlerin tanımlamalarında da bazı farklılıklar vardır. Fıkıh, akaid ve tasavvuf açısından mese­leye bakıldığında fıkıhta daha geniş manada ol­makla birlikte köleliğin zıddı olarak ele alınmakta ve bazı ibadetlerin yapılabilmesi söz konusu hür­riyete dayanmaktadır. Köleye Cuma namazının ve haccın farz olmaması gibi… Akaid ilminde ki­şinin cüz’i iradesini kullanması (ihtiyar) ve yaptı­ğı fiillerin sonucundan mes’ul olması şeklinde ele alınmıştır. Tasavvufî manadaki hürriyet, insanın hiçbir kayıt ve aracıya önem vermeden direkt olarak kendini Allah Celle Celeluhu’ya teslim et­mesidir. O’nun rızası dairesinde hareket etmesi, dünya ve içindeki bütün varlıkların esaretinden kurtulmasıdır. Sağlam ve sıhhatli bir hürriyetin işareti olarak, eşya arasında herhangi bir fark görme halinin kalpten silinmesi ve maddi varlık­ların eşit bir hale gelmesidir.2

                Görüldüğü gibi tasavvuf aslında kulluğun zirve noktasını hedeflemektedir. Gerçek hürri­yet insanın Allah tarafından kendisine verilen hakları nasıl kullanacağı ile ilgilidir. Allah Azze ve Celle insana akılla birlikte bir de hakikate te­mayüllü bir fıtrat vermiş. Bunun yanında gön­derdiği vahiy ile insanın hak ve hürriyetlerinin sınırlarını çizmiş, bireyin ve toplumun uyacağı hukuku belirlemiştir. Sonra da insanı gönder­diği vahye uyup uymama noktasında özgür bı­rakmış, fakat seçimlerinin ve davranışlarının sonucunda hesaba çekileceğini bildirmiştir. Yani insan vahye uyup uymama, iman edip etmeme noktasında özgürdür, bu anlamda “dinde zorlama yoktur.”3

                İslam’ın ve Batı’nın hürriyet tanımlarının farklı olmasının en temel sebebi insana ve onun yaratılış gayesine bakış farkından kaynaklan­maktadır. Bunun da en önemli nedeni İslam’ın vahye, Batı’nın ise beşerî ideolojilere (insan ak­lına) dayanmasıdır. Batı, insanın yalnız bedeni yönünü ön plana çıkardığı için hayata ve olayla­ra bakışı da buna paralel olarak materyalisttir. Batılı insanın kıblesi dünya ve onun nimetleri­dir. Ahiret inancı ve hesap günü anlayışı yoktur. Dünyada rahat ve konforlu bir hayat, tüm zevk­leri elde edebilmek, arzularının önünde hiçbir engel tanımamak en önemli hedefidir. Kendi içinde ve toplumunda kısmen özgürlükleri gündeme getirse de söz konusu Müslümanlar olunca hak ve özgürlükleri rafa kaldırmaktan çekinmemektedir. Yıllar önce AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi)’in Türkiye’de 28 Şu­bat döneminde uygulanan başörtüsü yasağı ve akabindeki yargı zulmünü görmezden geldiği, çifte standart kararlar verdiği herkesin malu­mudur. Yine yıllar önce Avrupa’nın Afrika ve Amerika kıtasındaki yerlileri köleleştirdiği, oraların yer altı ve yer üstü zenginliklerini sö­mürdüğü ve karşı gelenleri öldürdüğü gerçeği unutulmamalıdır.

                Batı’nın materyalist medeniyeti insanın be­denine özgürlük sağlasa da ruhunu ihmal ettiği için Batı’da psikolojik bunalımlar, buhranlar ve inançsızlık girdabında boğulmalar gün geçtikçe artmaktadır. Batılı insan Modernizmin pençe­sinde tıpkı bir bağımlı gibi yaşamakta, pranga­larının sayısı her gün daha da çoğalmaktadır. Batı ruhu neden inkâr etti, çünkü ruhu kabul etmesi metafiziği dolayısıyla Tanrı inancını ka­bul etmesi demekti. Halbuki ruhu tatmin ede­cek şeyi ancak O’nu yaratandan öğrenebilirdi. Her şeyi laboratuvar ortamında incelemeye meraklı olan Batı, baş döndüren teknolojisine rağmen ruhu bir deney tüpüne koyup inceleye­miyor, dolayısıyla inkâr yolunu seçiyor. Sonra da “ben gözümle gördüğüme inanırım, deneysel olarak ispat edilmeyen şeyleri kabul etmem” argümanına sığınıyor. Aslında işin ruh yönü gizemlidir ve bu konuda insanın bilgisi çok sınırlıdır. Sonuç olarak ruhu anlayamadan, nefsin özelliklerini bilmeden insana yön vermek ne kadar gerçekçi olabilir ki?

                Kur’an insanın yaratılış gayesinin Allah’a kul­luk olduğunu söylüyor.4 Dolayısıyla bu gayeye uygun yaşamayan insan ne gerçek manada hu­zurlu olabilir ne de hakiki hürriyete kavuşmuş sa­yılabilir. Süfli arzuların esiri olup nefsi emmareyi güçlendiren her türlü eylem bedene hapsolmuş ruhu daha da sıkmakta, beden hapishanesinin duvarlarını daha da kalınlaştırmaktadır. İmam Gazali Rahimehullah hürriyeti “nefsin heva ve heve­sinin esaretinden kurtulmak” olarak tarif etmiştir. Bu sebeple tarih boyunca İslam büyükleri hürriyetin bu şekline atıfta bulunmuşlar, zor şartlar altında kalsalar da hürriyetlerini dünya malı için satma­mışlar, hakiki manada hür olduktan sonra beden­lerinin hapishanede olmasına aldırmamışlardır. Şeyhülislam İbn Teymiyye’nin “Düşmanlarım bana ne yapabilir ki! Öldürülmem şehadet, sürgün edilmem seyahat, hapsedilmem ise halvettir” sözü bu anlamda gerçek hürriyete işaret etmektedir. Yani siz benim bedenimi hapsedebilirsiniz ama ruhumu asla hapsedemezsiniz demek istiyordu.

                Bediüzzaman Rahimehullah’ın “Ben ekmek­siz yaşarım, hürriyetsiz yaşamam” sözü de yine bu minval üzere söylenmiştir. İslam, kulların özgür yaratıldığını, hürriyetlerinin doğuştan gelen bir hak olduğunu, dolayısıyla (savaş gibi istisnalar hariç) köleleştirilemeyeceğini söy­ler. Yine İslam, kişi hak ve hürriyetini oldukça önemser, can, mal, nesil, din ve akıl gibi emni­yetleri sağlayarak bir tarağın dişleri gibi eşit bir toplum meydana getirmeyi hedefler. İnsanın nefsini ıslah ederek, Rabbine kullukla makamı­nı yükselterek gerçek mutluluğa ulaştırır. Dün­yada başına musibetler gelse de şahsiyetinden ödün vermez, izzetini muhafaza eder. Asıl mut­luluğun ebedi âlemde olduğunu bunun yolunun da Allah’ın rızasına uygun yaşamaktan geçti­ğini öğretir. Son olarak ‘her şey asli hüviyetine döndüğünde mutlu olur’ misali, Müslüman da fıtratına döndüğünde, muvahhid olarak yaşa­yıp her türlü prangalardan kurtulduğunda ger­çek hürriyete ulaşabilir diyelim.

1. TDV İslam Ansiklopedisi, Basım Yılı 1998, Cilt 18, s.502.

2. Kuşeyri Risalesi, s. 218-219.

3. Bakara, 256.

4. Zariyat, 56