Hamd, gönderdiği davet önderleri ile insanlığa hidayetin ve kurtuluşun yollarını gösteren Allah’a; Salât-u Selam, davet yolunda verdiği mücadele ve gösterdiği sebat ile bizlere örnek olan kutlu davetçi Rasulullah’a; Selam, medeniyetimizi yeniden canlandırma gayretiyle 21. asırda hakka davet vazifesini sürdürmek için fedakârlık gösteren tüm kardeşlerimin üzerine olsun.
Allah Azze ve Celle insanoğlunun hidayet yolunu bulabilmesi için yeryüzüne peygamberler göndermiştir. Gönderdiği bütün peygamberleri hem davetçi hem de hareket lideri olarak göndermesiyle yeryüzünde bir hareket başlamasını istemiştir. İnsanoğlunun doğru yolu bulabilmesi ve İslami bir hareketin başlaması için peygamberlere ihtiyaç olduğu gibi onların mesajını devam ettirecek davetçilere de ihtiyaç vardır. Peygamberimizden sonra kıyamete kadar her ne kadar yeni bir peygamber gelmeyecek olsa da her zaman ve her yerde yeniden İslami hareketi başlatacak İslam davetçileri var olmaya devam edecektir. Çünkü insanların davetçilere olan ihtiyacı hiçbir zaman bitmeyecektir. Son dönemlerde “Elimizde Kur’an var, aklımız da var, kendimiz doğru yolu buluruz” diyenler zuhur etti. Fakat şu an Müslümanların elinde Kur’an-ı Kerim olmasına rağmen bu ümmet doğru yolu bulamamakta ve dünyanın her tarafında Müslümanların kanı akıtılmaktadır. Bugün Müslümanların düştüğü yerden bir türlü ayağa kalkamıyor olmasının en önemli sebeplerinden biri davetçilerin yokluğu veya azlığıdır.
KUR’AN-I KERİM’DE DAVET KAVRAMI
Allah Azze ve Celle Kur'an-ı Kerim’de davet ile ilgili birden fazla kavram kullanmıştır. Bazen “hatırlat-öğüt ver” bazen “tebliğ et” bazen “davet et” bazen “uyar, ikaz et” buyurmuştur. Bu kavramların her birinin birbiriyle ortak noktaları varsa bile farklı oldukları noktalar da vardır. Allah Azze ve Celle farklı kavramlar kullanmak suretiyle Müslümanlara vermiş olduğu vazifenin çeşitlerini anlatmış olmaktadır.
Rabbimiz “hatırlat, öğüt ver” buyurduğu zaman her insanın İslam fıtratı üzere yaratıldığını, dolayısıyla İslam davetçilerinin insanlara sadece İslam’ı hatırlatmalarının yeterli olacağını, dinde zorlamanın olmayacağını anlatmış olmaktadır. Allah’ın muradı herkesin Müslüman olması değil, layık olanların ve hakkı arayanların imana ulaşmasıdır. Allah hakkı aramayanlara imanı nasip etmek istememektedir. O yüzden İslam davetçileri sadece hatırlatmalı, zorbalık yapmamalıdırlar. Kâfir olanlar zorlama neticesinde iman edecek olurlarsa kâfir olmaktan çıkar, münafık olurlar. Münafık ise kâfirden daha kötüdür.
Rabbimiz “tebliğ et” buyurduğu zaman İslam’ı herkese ulaştırmak gerektiğini anlatmış olmaktadır. Kur'an-ı Kerim bu manada şöyle buyurmuştur: “…De ki: Bu Kur’an sizi ve onun ulaştığı kimseleri uyarmam için bana vahyedildi.”1 Ayetten de anlaşılacağı üzere İslam davasını herkese ulaştırmak sadece Peygamber Efendimizin vazifesi değil kıyamete kadar O’nun izinden giden bütün İslam davetçilerinin vazifesidir. Çünkü ayette: “Onun ulaştığı kimseler” ifadesi geçmektedir. Dolayısıyla bu vazife hem Peygamber Efendimize hem de Ümmet-i Muhammed’e verilmiş bir vazifedir ve bu davayı herkese ulaştırmak Müslümanların boynunun borcudur.
Rabbimiz “davet et” buyurduğu zaman Ümmet-i Muhammed’in sadece İslam’ı ulaştırmakla görevli olmadığını, farklı vesileleri kullanarak herkesin anlayacağı dille konuşmak ve insanlarla ilgilenmek suretiyle onları İslam’a davet etmekle görevli olduğunu da anlatmış olmaktadır. Arapçada davet kelimesi çağırmak manasındadır. Bazen ziyafet manasında da kullanılır. Türkçede ise birini davet etmek özellikle ziyafet manasında kullanılmaktadır. O hâlde hakka davet eden insanlar adeta muhataplarını cennetteki sofralara, ziyafete davet etmiş olmaktadırlar. Bu anlamda davet kelimesinin güzel bir manası vardır.
FAYDA VERMEYECEKSE DAVETTEN SORUMLU DEĞİL MİYİZ?
Allah Azze ve Celle kitabında: “Öğüt fayda verecekse öğüt ver”2 buyurmaktadır. Âlimlerimiz bu ayet üzerinde ihtilaf etmişler, birkaç farklı görüş beyan etmişlerdir. Bir kısım âlimler, ayetin öğüdün fayda vermeyeceği belli olan insanlara davette bulunma zorunluluğunun olmadığını ifade ettiğini söylemektedir. Çünkü başka bir ayette Allah Azze ve Celle: “Bizim zikrimize (Kur’an’ımıza) sırtını dönen ve sadece dünya hayatını arzu eden kimselerden yüz çevir”3 buyurmaktadır. Bir kısım âlimler ise ayetin şart ve sınırlamak için değil tekit ve manayı kuvvetlendirmek için olduğunu söylemektedir. Bununla herkese davet yapmayı zorunlu görmüşlerdir. Ayetin “öğüt mutlaka fayda verecektir, sen öğüt vermeye devam et” manasına geldiğini de ifade etmişlerdir. Aynı zamanda ayetin tahfif için yani Peygamberimizin sorumluluğunun ağırlığından duyduğu üzüntüyü hafifletmek için geldiği ifade edilir. Kur’an-ı Kerim: “Ey Rasulüm onlar iman etmeyecekler diye neredeyse kendini helak edeceksin”4 buyurarak Peygamberimizin çok üzüldüğünü ifade ediyor. Allah Azze ve Celle bu ayetle Peygamberimizin üzüntüsünü azaltmayı istemiştir.
“Kur’an’a sırtını dönen ve dünya hayatından başka bir şey arzu etmeyen kimselerden yüz çevir” ayetinin manası “onlara anlatmana gerek yok, onlardan yüz çevir” demek değil; “onlardan güzellikle ayrıl” demektir. Yani anlatıldığı zaman Kur’an’a sırtını dönenler, ilgilenmeyenler, tek ilgi alanı dünya olanlar ve sadece dünya zevklerinin peşinden koşanlardan davetçinin güzellikle ayrılması gerektiği ifade edilmiştir. Bu aynı zamanda “onlardan güzellikle ayrıl ki bir daha görüşebilesin” demektir. Kur’an, sürekli olarak öğüt vermeyi emrettiğine göre ikinci görüşü daha doğru görmek mümkündür. Çünkü Peygamberimiz’in öğüt fayda vermeyecek olan kimselere bile öğüt verdiğini, Ebu Cehil’e dahi defalarca anlattığını, Kur’an’ın: “Ebu Leheb’in iki eli kurusun, kurudu da”5 dediği amcası Ebu Leheb’e bile -onun hakkında bu ayet gönderilmeden evvel- kaç defa anlattığını biliyoruz. Demek ki Hz. Peygamber öğüt fayda vermeyecek olan kimselerin bile çok defa ayaklarına gitmiş ve onlara anlatmaya devam etmiştir. Efendimiz, amcası Ebu Talip ölüm döşeğindeyken bile Ebu Talib’in evine gitti ve ısrarla davetini sürdürerek: “Amca, hiç olmazsa davetimi şimdi kabul et” dedi. Çünkü Ebu Talip, daha öncesinde Efendimize: “Ey yeğenim, bunlar senin sözünü kabul etmedi ama vallahi senin söylediğin vicdana uygun bir sözdür” demişti.
Efendimiz bu sebeple ümitleniyordu ve “La İlahe İllallah, Muhammedur-Rasulullah’ı söyle ki kıyamet gününde sana şefaat edeyim” dedi. Ebu Talip: “Ey yeğenim senin hatırın için söylerdim ama ‘ömrünün sonunda korktu da o yüzden Muhammed'in davetini kabul etti’ derler ve benden sonra akrabalarıma zulmederler diye söyleyemem” dedi. Ebu Talib Efendimizin istediği kelimeyi söyleyemeden ruhunu teslim etti.
“İÇİNİZDEN HAYRA DAVET EDEN BİR TOPLULUK BULUNSUN”
Kur'an-ı Kerim: “İçinizden hayra davet eden, iyiliği emreden ve kötülüklere engel olan bir topluluk bulunsun”6 buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle bu ayeti kerimede üç şeyi emretmektedir. Birincisi: Hayra davet, ikincisi: İyiliği emretmek yani Allah’ın emrettiği şeylerin toplumda yerleşmesini sağlamak, üçüncüsü: Kötülüklere, haramlara engel olmaktır. Demek ki hayra davet başka, iyilikle emretmek başka ve kötülüklerden sakındırmak da başka bir şeydir. Hayra davet “emri bil maruf nehyi anil münker”i de içine alır ancak aralarında birtakım farklar vardır. Hayra davet etmekte yalnızca davet vardır. İslam davetçileri, kâfirleri ya da Müslümanları hayırlı işlere davet eder ancak emri bil marufta ise emretmek vardır. Demek ki bu ümmetin tek vazifesi hayra davet etmek değil aynı zamanda iyilikle de emretmektir. Müslümanlar bugün iyilikleri emredemiyor ve kötülükleri yasaklayamıyor. Sadece iyilikleri yapmaya ve kötülükleri terk etmeye davet edebiliyor. Çünkü iyilikleri emredebilmek ve kötülükleri yasaklayabilmek ancak bir devlet gücüne sahip olmakla mümkündür. Rabbimiz mü’minlere bu şekilde hitap etmekle Müslümanlara İslam devleti inşa etmeyi emretmektedir. Çünkü fert ve cemaat ancak hayra davet edebilir, iyiliği -namazı, zekâtı, orucu- emredemez; kötülükleri de -içkiyi, kumarı, faizi, zinayı- yasaklayamaz. Bunları ancak bir devlet yapabilir. Bu sebeple Allah Azze ve Celle Müslümanlara iyilikleri emredecek, kötülükleri yasaklayacak bir güce ulaşmalarını emrediyor.
DAVETİN HÜKMÜ
Al-i İmran 104. ayeti kerimenin ‘sizden bir topluluk bulunsun’ kısmındaki ‘sizden’ kelimesindeki مِنْ harfi cerrinin teb’id (bir kısmı ifade etmek) için mi yoksa tebyin (geneli ifade etmek) için mi kullanıldığı üzerinde âlimler ihtilaf etmişlerdir. Buna göre “davetten bütün Müslümanlar mı sorumludur yoksa Müslümanlardan bir kısmı mı sorumludur?” sorusu ihtilaf sebebi olmuştur. Âlimlerin bir kısmı ayetteki مِنْ harfi cerrinin teb’id için olduğunu yani davetin herkese farz olmadığını, bir kısım Müslümanlara farz olduğunu söylemektedir. Bir kısmı ise ayetteki مِنْ harfi cerrinin tebyin için olduğunu yani davet vazifesinin herkesi içine alarak, bütün Müslümanları kastettiğini söylemektedirler. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise bu konuda: “Hepiniz çobansınız ve güttüklerinizden de sorumlusunuz”7 buyuruyor. O halde bu hadise göre bütün Müslümanlar davet vazifesi ile vazifelidir. Tarih boyunca da Müslümanlar bu görevi yerine getirmeye çalışmışlardır. Sahabe döneminde yalnızca bir kısım insanlar değil, herkes bildiğini anlatıyor, bildiği kadarıyla davet yapıyordu. O halde iki görüşün arasını bulup üçüncü bir görüş söylememiz mümkündür: “Sizin içinizden” ifadesinden kasıt; hepiniz davetle vazifelisiniz, bildiğiniz kadarını anlatmakla mükellefsiniz ama aynı zamanda hepiniz uzman İslam davetçileri yetiştirmekle de mükellefsiniz demektir. Bu işin uzmanı olacak olan profesyonel kadrolar olmalı ve onlar daha ileri seviyede davet vazifesini yerine getirmelidirler. Halk da o kadroların yetiştirileceği medreselerin kurulması için onlara yardım etmelidir. Bir memlekette üç beş âlim olsa yeterli olabilir ama seksen milyonu aşkın nüfusa sahip bir memlekette, bir buçuk milyar nüfusu olan İslam âleminde hatta sekiz milyara yakın insanlık âleminde yüzbinlerce İslam davetçisi olsa dahi yeterli olmaz. Bu kadar büyük bir dünyada, her tarafa İslam davetini ulaştırabilmek milyonlarca İslam davetçisinin yetişmesi ile mümkün olabilir.
Peygamber Efendimiz: “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle buğz etsin ki bu, imanın en zayıf derecesidir”8 buyuruyor. Peygamberimiz Müslümanlara güçleri varsa evvela elleriyle müdahale etmeyi emretmiştir. Bugün Müslümanlar haramları elleriyle müdahale ile kaldıramadığı için “el ile müdahale mümkün değildir” diyemez. Çünkü elleriyle müdahale edebilmek mümkündür. Sadece davetle sınırlı kalmayıp, İslami hizmetlerde eli, ayağı ve bütün bedeniyle faaliyetler yaparak yeni bir nesil meydana getirmek için mücadele etmek de el ile müdahale sınıfına girmektedir. Bu şekilde davranıldığında dil ile müdahale etmekten önce el ile müdahale edilmiş olunur. Mücadele içerisinde yer alarak yeni bir neslin inşasına katkı sağlamak mümkün olduğu halde bunu yapmayanlar yüklenilen vazifeyi yapmış sayılamazlar.
DAVETİN TERK EDİLMESİ
Allah Azze ve Celle: “Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltmeye bakın! Siz hidayet üzere olduktan sonra sapanlar size zarar vermez”9 buyuruyor. Bu ayet sahabenin bir kısmı tarafından yanlış anlaşılmıştı. Bazıları: “Allah: ‘siz kendinize bakın’ buyuruyor. Demek ki biz kendimize bakmalıyız, başkalarından sorumlu değiliz” şeklinde anladılar. Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh ayeti yanlış anlayanlara: “Siz ayeti yanlış anlıyorsunuz. Ayetin asıl manası: “Sizler emri bil maruf nehyi anil münker görevini yerine getirdikten sonra eğer haramlara engel olamıyor, farzların yapılmasını sağlayamıyorsanız o zaman sorumlu değilsiniz, demektir” demiştir. Eğer Müslümanlar hakka ve hayra davet ediyorlarsa, iyiliği emrediyor, kötülükleri yasaklıyorlarsa o zaman sorumluluklarını yerine getirmiş olmakta ve bununla hidayet üzere sayılmaktadırlar. Çünkü ayette “siz hidayet üzere olduğunuz zaman” buyurulmuştur. Hidayet üzere olmak görevini yerine getirmekle mümkündür, görevini yerine getirmeyenler ise hidayet üzere sayılmayacaklardır.
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Sizden evvel nice ümmetler gelip geçtiler. Allah’a yemin olsun ki ya iyilikle emredersiniz ya da kötülüklerden sakındırırsınız. Eğer böyle yapmazsanız sefih birinin eliyle yönetilirsiniz ve hak yoldan saptırılırsınız ya da Allah kalplerinizi birbirine düşürür ve geçmiş ümmetlere lanet ettiği gibi size de lanet eder”10 buyuruyor. Peygamberimiz bu hadisle kardeş kavgalarının gerçek sebebini açıklamıştır. Eğer toplumdaki haramlar devam ederse ve Müslümanlar da bunlara karşı mücadele etmezler, sessiz kalırlarsa Allah onları birbirine düşürür ve bu şekilde kardeş kavgası kaçınılmaz olur. Bugün Müslümanlar birbirlerine düşmüş vaziyettedir, kardeş kardeşi öldürmektedir. Anarşinin sebebini merak edenler bu hadisle birlikte Peygamberimizden gerçek sebebi öğrenmelidirler.
Her bir günahın bir bedeli vardır. Bir toplumda haramlar yayılacak, farzlar yapılmayacak ve buna karşı mücadele edilmeyecek, İslam davetçileri yetiştirilmeyecek olursa herkes çocuğunun sadece doktor, mühendis olmasını isteyecek ve sadece dünyevi geleceğini düşünüp ahiretini düşünmeyecek olursa bunun mutlaka bir bedeli olacaktır. Çocuğunun dünyası için milyarlarca para harcayarak dershanelere gönderecek ama İslam’ı öğrenmesi için zerre kadar masraf etmeyecek, Allah rızası için çocuğuna İslam’ı öğretecek olan vakıflara, derneklere, hocalara göndermeyecek olursa bunun mutlaka bir bedeli olacaktır. Bir millet ne Irak’ı ne Suriye’yi ne Afganistan’ı ne Filistin’i ne de Türkiye’yi düşünmeyecek, Müslümanlara yapılan zulümleri görmeyecek, bu denli ahireti unutacak olursa, kaçınılmaz olarak bunun mutlaka bir bedeli olacaktır.
Davet sadece bir kelimeden ibaret değildir. Davet yapılır, sonra kişi kabul ederse İslam anlatılır. Kabul etmediğinde ise yine de meseleye karşı ilgiliyse davete devam edilir. İlgilenilmesi, evine gidilmesi, eve davet edilmesi ve varsa sorunlarıyla ilgilenilmesi gerekir. Ancak şu var ki bugün gerek ülkemizde gerek başka ülkelerde İslam’a davet eden, İslami hizmetler yapan birtakım dernek, vakıf ve cemaatler daha çok ders yapmakta, davet yapmamaktadırlar. Derse gelenler katılmakta ama gelmeyenleri davet etme görevi ve bilinci oluşturulmamaktadır. Derse gelenler zaten ilgili kimselerdir ancak ilgisizlerle ilgilenilmemekte ya da bir şekilde ilgi duymamış olanlara dava götürülmemektedir. Halbuki İslam davetçileri insanların ayağına gitmelidir.
DAVETİN ALENİ OLUŞU
Davet vazifesi mümkün olduğu kadar aleni olmalıdır. Peygamberimiz davet vazifesini aleni olarak yapmadan önce üç sene kadar gizli yürütmüştü. Fakat ne zaman ki sayıları biraz çoğaldı ve Allah Azze ve Celle: “En yakın akrabalarını uyar”11 diye buyurdu, ancak o zaman açık davete başladı. Yine Rabbimiz: “Emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve haykır”12 buyurduğunda Peygamber Efendimiz davete akrabalarıyla başladı, onları topladı ve: “Ey falan oğulları ey filan oğulları! Nefsinizi Allah’a satın! Allah’a teslim olun! Ben sizi kıyamet gününde kurtaramam. Malımdan bir şey istiyorsanız alın sizin olsun ama kıyamet gününde ben sizi kurtaramam. Ey halam Safiye, nefsini Allah’a sat seni de kurtaramam! Ey kızım Fatıma sen de nefsini Allah’a sat, çünkü ben seni de kurtaramam”13 dedi. Artık herkese aleni davette bulunuyordu. Bazı kimseler duyuyorlardı ve kendileri gelip iman edip gidiyorlardı. Eğer Müslümanlar bugün de aleni bir şekilde davet görevini yerine getirirlerse, binlerce, on binlerce, yüz binlerce İslam davetçisi her mahallede, her sokakta davet yaparsa bütün ülke aydınlanır.
Kur’an-ı Kerim’de daveti emreden ayetlerde kime davet edeceğimiz noktası geçmez. Mesela: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et”14 buyurulmuştur ancak kimi davet edeceğimiz söylenmemiştir. Böylece Rabbimiz bizlere davetin umumi olduğunu kast ederek “Rabbinin yoluna herkesi davet et” demek istemiştir. Davetin umumi oluşu, kıyamet gününde hiç kimsenin mazeretinin kalmaması, içlerinden hakkı arayanlar varsa onların da hakka ulaşmaları ve batıldan kurtulmaları içindir.
Hz. Aişe Efendimiz’e: “Ya Rasulallah, kadınlara cihad var mı?” diye sorduğunda Peygamberimiz: “Evet, hacc ve umre gibi silahsız cihad vardır” buyurdu.15 Hac ve umre silahsız cihada birer misaldirler. Yoksa sadece bunlar silahsız cihad kapsamındadır denilmiyor. Bugün davet vazifesi kadınların da yerine getirmesi gereken bir vazifedir. Çünkü memleketin yarısı kadındır. Bugün eşini, kızını derse gönderip sonra da eşi veya kızı hoca olacağı zaman onun bir hocahanım olmasına, bir İslam davetçisi olmasına müsaade etmeyenler vardır. Kadınlar, kocalarının eşi olmakla birlikte Allah’ın da kuludurlar. Elbette ki kadınların içerisinden de İslam davetçilerinin yetişmesi gerekmektedir. Yoksa toplumun özellikle kadınların ıslah faaliyetleri tam anlamıyla gerçekleşmez.
Hakka davet vazifesi konulu yazımıza bir sonraki sayıda devam edeceğiz. Allah’a emanet olun.
- En’am, 19
- Alâ, 9
- Necm, 29
- Şuara, 3
- Tebbet, 1
- Al-i İmran, 104
- Buhari; Müslim
- Müslim, İman 78
- Maide, 105
- İmam Tahavi, Müşkil’il Asar
- Şuara, 214
- Hicr, 94
- Buhari; Müslim
- Nahl, 125
- İbn Mace, Menâsik 8
* Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 2016 yılında Şanlıurfa’da gerçekleştirdiği Hakka Davet Vazifesi konulu konferansından düzenlenerek alınmıştır.