Tarih

Harf Devrimine Farklı Bir Bakış

Paylaş:
  1. Dünya Savaşı’ndan sonra Kurtuluş Savaşı’nın hemen başında (1919 yılında) Mustafa Kemal, Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya (gizli kalmak şartıyla) şunları yazdırmıştı: “Zaferden sonra hükümet şekli Cumhuriyet olacak, Padişah ve Hanedan hakkında zamanı gelince gereken muamele yapılacak, medeni milletler gibi şapka giyilecek, örtünme kalkacak, Latin harfleri kabul edilecektir”1 diyerek geleceğe dair niyetini ve planlarını not aldırmıştı.

                1923‘ten itibaren yapılan tartışmalarda Latin harflerinin kabulünden yana olanların iddiaları: “Arap Alfabesi geç ve zor öğrenilmektedir, okur-yazar oranının artması ve halkın cehaletten kurtarılması Latin harflerine geçişle mümkün olacaktır. Arap harfleri, Türk Milleti’nin asırlardan beri geri kalmasına neden olmuştur, Latin harflerinin kabul edilmesiyle milletimiz Batı uygarlığının medeniyet seviyesine ulaşacaktır” şeklindeydi. (Oysa Arap alfabesini kullanmamıza rağmen Selçuklular ve Osmanlılar döneminde İslam Medeniyeti sayesinde asırlarca ekonomik, teknolojik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda dünyanın en ileri devletiydik.)

                Tarih 23 Mayıs 1928’i gösterdiğinde Bakanlar Kurulu’nun yaptığı toplantı da Mustafa Kemal’in direktifi ve Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati Uğural’ın teklifiyle bir komisyon kurulması kararlaştırılmıştı. Komisyon çalışmalarını sürdürürken Mustafa Kemal, 9-10 Ağustos 1928’de Sarayburnu Parkı’ndaki gazinoda harf inkılâbını başlatan şu konuşmayı yapmıştır: “…Vatandaşlar! Bu notlarım asıl hakiki Türk kelimeleri, Türk harfleriyle yazılmıştır... İsterim ki, bunu hepiniz beş on gün içinde öğrenesiniz.  Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak mecburiyetindesiniz. Anladığınızın eserlerine yakın zamanda bütün kâinat şahit olacaktır. Buna katiyetle eminim… Fakat milletin yüzde sekseni okuma-yazma bilmiyorsa, bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini (karakterini) anlamayarak birtakım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataları tashih edeceğiz. Hataların tashih olunmasında, bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi yeni harflerini öğreneceklerdir. Milletimiz yazısı ile kafası ile bütün âlem-i medeniyetin (uygar dünyanın) yanında olduğunu gösterecektir. (Sonra Halka doğru içki kadehini kaldırarak) Eskiden bunun bin mislini mezbele(çöplük)lerinde gizli gizli içerek envai mefsedeti (fenalığı) irtikâp eden mürai (ikiyüzlü) sahtekârlar vardı. Ben sahtekâr değilim, milletimin şerefine içiyorum”2 demişti.

                Sonuçta 1 Kasım 1928’de TBMM’de hazırlanan kanun tasarısı, yapılan görüşmelerden sonra aynı gün, ‘Türk Harflerinin Kabul Ve Tatbiki Hakkındaki Kanun’ adıyla kabul edilmişti. Buna göre: ‘Arap harfleri’ olduğu için atılan alfabenin yerine ‘Latin harfleri’, ‘Türk Alfabesi’ olarak kabul edilmiştir. (Oysa kanun Türk Harflerinin Kabulü adıyla anılsa da Latin Alfabesi adı üstünde Türk alfabesi değildir ve gerçekten Türk alfabesi istenseydi Göktürk alfabesi ya da Uygur alfabesine dönülmeliydi ki bu da yanlış olurdu.) Kanunda yer alan “Eski harflerle matbu kitaplarla tedrisat, icrası memnudur. Yani eski harflerle basılan kitaplarla tedrisat: dersler verme, okutma, öğretme yapılması yasaktır” şeklindeki genel ifade ile “Kur’an-ı Kerim” dâhil Arap harfleri ile basılmış bütün kitaplar 1950’li yıllara kadar yasaklanmıştı. O yıllarda bu kanun halka tam bir zulüm olmuştur. Tek Parti döneminde Kur’an öğretenler veya öğrenenler cezalandırılmış, ezan dahi aslıyla değil Türkçe çevirisiyle okunmuştur. Halk Kur’an’ı ve dini eserleri jandarma korkusundan yakalatmamak için mağaralara saklamış veya toprak altına gömmüşlerdir. Bu vatan toprağı altında daha nice Kur’an vardır...

                Harf devriminin amacını, İsmet İnönü hatıratında şöyle açıklıyor: “Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir (....) Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”3

                Yahudi kökenli İngiliz asıllı tarihçi Bernard Lewis de bu devrimle ilgili şöyle bir tespitte bulunmuştur: “Yazının Latinleştirilmesi fikri, farklı nedenlere dayanmakla beraber, Mustafa Kemal’in politikasına iyice uyuyordu. Onun görüşünde, Latin alfabesi, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir engel idi. Göründüğüne göre, yeni yazıyı öğrenip, eskisini unutmak suretiyle, geçmiş gömülüp unutulabilecek ve yalnız yeni Latin harfli Türkçe’de ifade edilen fikirlere açık yeni bir kuşak yetiştirilecekti.”4

                Harf devrimini ve sonuçlarını Peyami Safa şöyle yorumlamıştır: “Arap alfabesi yani eski Türk harfleri yerine Latin harfleri kabul edileli otuz bir yıl oldu… O zamanın yer yer ifade edilen endişeleri(nden en büyüğü) de şuydu: Milli kütüphanelerimizdeki yüz binlerce eser ne olacak? Yarınki nesiller kendi edebiyatlarını, tarihlerini, dil ve lügatlerini, felsefe, din ve hukuk eserlerini okumak imkanından mahrum kalınca, onlara milli kültür nasıl verilecek?...Yeryüzünde bir tek memleket gösterilemez ki, orada gençler kazara milli kütüphanelerine girerlerse bir tek eser okuyamadan çıkıp gitsinler. Böyle bir katliam hiçbir memlekette ve hiçbir memleketin tarihinde yoktur… Bizdeki inkılâp yobazlığının eşine cihanda rastlanmaz… Bu ilimsiz, çarpık, saçma inkılâp ve irtica anlayışına genç nesiller kurban olup gidiyor.”5

Cemil Meriç ise konuyla ilgili şu tespitlerde bulunmuştur: “Nihayet İstiklal Savaşı... Batı’nın silâhlı saldırısını püskürtmüş, Batılılaşma sevdasından kurtulamamıştık. Avrupa vazgeçmemişti avından. Aydınlar devrilen hisarlar karşısında sevinç çığlıkları atıyordu. Düşmanın teslim alamadığı tek kale kalmıştı: hafıza, yani dil. Bugünü düne bağlayan köprü uçurulmadıkça tarihten kopamazdık… Harf devrimi, kütüphaneleri tuğla yığınına çevirir. İrfanımızı düne bağlayan köprüler uçurulmuştur... Hiçbir ülkenin eşine rastlamadığı bir vandalizme inkılâp adı verilir; Dil İnkılâbı... Dil’de inkılâp olmaz. İhtiyar tarih dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir çılgınlığa şahit olmamıştır.”6

                Harf devriminin halkta nasıl bir travmaya neden olduğunu anlamak için şöyle bir düşünelim: “Bugünden itibaren yürürlüğe giren kanunla artık bu alfabe yerine örneğin Çinlilerin yazı için kullandıkları semboller kullanılacak” denilse ve “aksine hareket edenler cezalandırılacak” denilse ne hisseder, ne düşünür, ne yaparız... İşte Cumhuriyet’in ilk yıllarında halkımız bir gecede okuma yazma dahi bilmez bir cahil konumuna düşürülerek zorla medenileştirilmek (!) için zulme maruz bırakılmıştır.

                Ayrıca mesele sadece Arap alfabesi meselesi değil inanç ve ibadet meselesiydi. Şöyle ki: Ezanın ve namazın aslından çıkarılıp ‘Türkçeleşmesi’ konusunda hem M. Kemal, hem de İsmet İnönü mutabıktır. (Ancak tek fark İnönü bu adımların yavaş ve kademe kademe atılması taraftarıydı) Mustafa Kemal’in yakın arkadaşlarından Falih Rıfkı Atay’ın kitabında bunu net bir şekilde görebiliriz: “Atatürk ibadet devrimine ezan ve namazı Türkçeleştirmekle başlamıştı. Gerçekte verdiği ilk emir ezan ve namazın Türkçeleşmesi idi. İnönü ise, ‘önce ezanı Türkçeleştirelim, sonra namaza sıra gelir’ demişti. Atatürk sağ kalsaydı ibadet reformu olacağında da şüphe yoktu.”7

                Son söz olarak İslam’a ve müslümanlara karşı tarihin her döneminde yapılan çeşitli engellemeler ve zulümlere karşı Tevbe Suresi 105. ayette Rabbimiz: “De ki: Yapın yapacağınızı! Amelinizi Allah da Rasulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz.  O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir” buyurarak ve En’am Suresi 135. ayette: “De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! Ben de (görevimi) yapacağım. Yakında (dünya) yurdunun sonunun kimin olduğunu bileceksiniz. Muhakkak zalimler kurtuluşa eremezler” buyurarak zalime korku, Mü’mine cesaret veriyor...

                Selam olsun Allah yolunda mücadele eden yiğitlere... Ve selam olsun zalimlerin karşısında eğilmeden, bükülmeden, geri adım atmadan zorluklara göğüs geren dava erlerine...

  1. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber. Mazhar Müfit Kansu, Türk Tarih Kurumu, 1997
  2. Hakimiyet-i Milliye, 11 Ağustos 1928
  3. İsmet İnönü, Hatıralar, Cilt 2, Bilgi Yayınevi 1985
  4. Modern Türkiye’nin Doğuşu, (Çev. M Kıratlı), Ankara, 1993
  5. Türk Düşüncesi Dergisi, Ağustos 1959, Sayı: 59-8
  6. Mağaradakiler, İletişim yay. İstanbul, 2008
  7. Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Istanbul 1984