Hedef

Hatırlatan Hatıralar

Paylaş:

                Davetçiler karanlık gecede insanlara yön gösteren çoban yıldızı gibidirler. Benim kendisiyle yolumu bulduğum yıldızım, Alparslan Hocam oldu. Bunun için Rabbime hamd, hocama dua ediyorum.

                Peygamberimizin bir hadisi var belki bu satırları okuyanlar da bilir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuş ki; “Benim halim ateşin etrafında durup onu ışık zannederek ateşe koşuşan pervanelere; ‘gelmeyin bu ateştir, ışık değildir’ diyerek ateşten uzaklaştıran adamın hali gibidir.” Bu hadisi her duyduğumda, okuduğumda aklıma hep, hayatına şahit olduğum Hocam gelir. Kendisini yirmi yıldır tanırım. 1997’den bu yana Allah Azze ve Celle beni onun hayatının şahidi kıldı. Onu da davasının şahidi kılar inşallah. Şu kısa yazımda Hocamın davet ve hizmetiyle ilgili hatıralarımdan birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum.

                1999 yılıydı, Antep’te hizmet yeniydi ve ben de yakın bir zamanda tanışmıştım cemaatle. Hocamız bir grup ağabey ile bizi ziyarete gelmişti ve buradan da Elazığ’a geçecekti. Ziyareti süresince kendisine her fırsatta sorular sordum. Bu halim, Hocamızın ilgisini çekmiş olmalı ki, Elazığ’a beni de götürdü. Seyahati süresince daima benimle ilgilendi. On sekiz yaşında bir talebeydim. Bana değer verip kendi aracında götürmesine çok şaşırdım. Anladım ki, insan birebir ilgiyle kazanılıyor. Böyle bir ilgi davetçiyi muhatabına sevdiriyor. Anladım ki, davaya sempati, davetçiye sevgiyle başlarmış.

                Bir hatıram var ki, orada ben davetin sabır ve müsamaha ile olduğunu öğrendim. 2000 yılının kışıydı, Hocamız yine bizi ziyarete gelmişti. Bizler de Hocamızın sohbetine birçok kişi davet etmiştik. Gelenlerden biri de gazete dağıtımcısıymış. Ama gazeteci gibi sorular soruyordu. Yaklaşık seksen kişinin bulunduğu ortamda İbn-i Arabi ve Hallacı Mansur’un “ene’l hak” sözünden ötürü kâfir olup olmayacağını soruyordu. Ah sabırlı Hocam... Tam üç defa anlattı konuyu. Hepimiz ilmi bir mesele olmasına rağmen anladık ama o arkadaş anlamıyordu. Sürekli Hocamın sözünü kesiyor hatta bazen adap dışı sözler sarf ediyordu. Ev sahibi ağabeyimiz sinirli biriydi. Bir ara bu genci dışarı çağırıp kızdı. Genç arkadaş içeri girip aynı şekilde tartışma haline devam etti. Ben mutfakta çayla ilgilendiğimden ev sahibi ağabeyin halini görüyordum; “Bırakın beni, ben bu adamı ya kovacağım, ya döveceğim!” diyordu. İnsanlar dağılıp ortam sakinleşince ev sahibi, Hocamdan genç adına özür diledi. Hocamın cevabını unutmuyorum. “Zahmet çekmeyen rahmeti elde edemez. Bir civciv bile 21 günde yumurtadan çıkıyor, bir gün meselenin doğrusunu o da anlayacaktır” dedi. İç âlemimde “Vay be! Ben olaya hiç böyle bakmamıştım” diye kendimce hayıflandım.

                Şunu hatırlatmak isterim; bir insan kazanmak bir insan doğurmak gibidir hatta daha da zordur. 9 ayda bir insan doğuyor ama bazen 9 yılda bir insanı kazanamıyorsun. Hatırlayın çilekeş davetçi Hz. Nuh Aleyhisselam’ı, 900 yılda ancak bir avuç insan kazanmıştı.

                Dergimizin okurlarına sorarım, bugün bize daha çok bilgili davetçi mi, yoksa ilgili davetçi mi lazım? Birçok kişi “bilgili” dese de ben “ilgili” derdim. Tabi ki davetçi bilgili olmalı ama ilgi yönü daha güçlü olmalı bence. Çünkü insanlar, derdiyle dertlenen kimselerin peşinden giderler. Bilgili davetçi daha çok insanların takdirini kazanır, ilgili olan davetçi ise muhatabın daha çok sevgisini, gönlünü kazanır. İnsanları davaya kazanmanın yolu, onların kalbini kazanmadan geçer. İlminle takdirini kazanmak yetmez. Ben Hocamın en çok bu yönünü seviyorum. Her imkân ve zaman dâhilinde herkesin sıkıntısıyla ilgilenir.

                2015 yılında bir okul müdürü kendisiyle tanışmaya gelmişti. İyi bir okulda başarılı bir müdürmüş. Müdür kendi halini, zafiyetlerini Hocamıza bir bir anlattı. Biz çok şaşırdık. Hocamız saatlerce adamın soruları ve sorunlarıyla ilgilendi. Bizler kazanmak için hep ilgili muhatap arıyoruz. Ama Hocama bakarak anladım ki, asıl davetçi olarak ilgili olunca insan kazanılıyormuş.

                Yine 2005 yılında Antep’e ziyarete gelirken Hocamız, birini bana diğerini de başka bir arkadaşa vermek için yanında iki kitap getirmişti. Onun bu ilgisi, tam da okuma tembelliğine yakalanmışken bana ilaç gibi geldi.

                2013 yılında konferans vesilesiyle Hocamla beraber Berlin’deydik. Şehitler Camisi’nde çay içiyorduk. Bir genç camiye gelerek içeriye girmek için bizden izin istedi. Bu gencin gayrimüslim olduğunu tahmin edip Almanca bilen bir arkadaşla peşinden gittim. Genç adamla camide biraz konuştuk. Sonra namaz için Hocamız geldi ve saf tuttuk. Ben namaza biraz geç başlamıştım ki, dövmeli gayrimüslim gencin bize hayran hayran baktığını fark ettim. Umulur ki namazdaki maneviyat onda hidayete vesile olur diye, onun gayrimüslim olmasına bakmadan onu safa(namaza) davet ettim(!) O da bizimle namaza durdu. Namaz sonrasında Hocam arkasını döndüğünde bu genci gördüğüne şaşırdı ve “Bu Hristiyan değil miydi?” diye sordu. Arkadaşlar ise, “öyleydi ama onu namaza Abdullah çağırdı” dediler. Hocam bana dönerek “Abdullah ne garip adamsın. İnsan, önce imana sonra ibadete davet edilir, sen tersinden geliyorsun. Elin gayrimüslimine abdestsiz namaz kıldırdın” dedi. Sonra da bu gence bir saat boyunca teslis ve şirkin yanlışlığı ile tevhidin hakikatini anlattı. Aslında ben zararlı bir yol denesem de faydalı bir sonuç elde ettim. Umarım Hocamın orada ektiği Tevhid tohumu bir gün yeşerir…

                2000 yılının kışıydı, ben ve bir arkadaşım bazı sorular sormak için Adana’ya Hocamızı ziyarete gittik. Tefsir sonrasında saat bir gibi bizi odasına alıp üç buçuğa kadar bizimle ilgilendi. İşimiz bittikten sonra vakıfta bir bekçi ve kendisinden başka kimse kalmamıştı. Bizi otogara kendisi getirdi ve yol paralarımızı kendisi verdi. Alamayız dediysek de bize kızdı. Ben Hocamızın bu samimiyetinden ve ihsanından çok etkilendim.

                Üniversiteye yeni başlamıştım.  İkinci dönemin başıydı. Bir vesile ile Adana’daydım. Ders kaydı zamanı geçmiş fakat ben okul harcını yatıramamıştım. Hocam kayıt işini üç gün içinde tekrar tekrar sordu, harcı yatıramadığımı öğrenince beni odasına çağırdı ve kendi cebinden okul harcımı yatırdı.

                Ben şu anılara, “hatırlatan hatıralar” diyorum. Çünkü bunlar bana her zaman sorumluluklarımı ve duyarlı olmayı, üzerimdeki toplumun haklarını ve ahiretini hatırlatıyor. Hatıralarım bana hep nasihat ediyor.

                “Ey insanlar dünya ahiretin tarlasıdır. Burada ne ekerseniz orada onu biçersiniz”

                Sizleri Rabbime emanet ediyorum…

                Abdullah ÜLKER - Gaziantep