EL- HÂKİM; Hikmet sahibi olan; her şeyi yerli yerinde yapan.
EL- ADL; Çok adil olan, asla zulmetmeyen, hak ile hükmeden, adalet sahibi.
Rabbimiz Teâlâ’nın bazı işleri, bazı emir ve bazı isimleri vardır ki onlara kolay kolay akıl sır ermez. Ne kadar izah edilse de yine de tam manası ile anlaşılamaz. Çünkü Rabbimiz her şeyi gören, işiten, gaybı ve dünü-bugünü tüm incelik ve ayrıntılarıyla bilen bir ilah olarak hükmeder. Yaptığı her işi nice ince hikmetlere mebni olarak gerçekleştirir. Tıpkı bir yap-bozun parçaları gibi bütün hüküm ve işleri birbirine uyumlu ve ahenklidir. Sonuçta ise nice güzellikler ve hayırlar saklıdır. Bunu bilmeyen insan, yap-bozun tek bir parçasına bakar. Sadece ve en fazla onu görebilir. Bir türlü anlayamaz, çözemez ve çoğu zaman işin içinden çıkamaz. Ne dünü ve bugünü ne de yarını tam olarak bilemediği için sebep ve hikmetlerde takılı kalır, anlayamaz. O halde, evvela kul anlayamadığını anlamalı ve Rabbine teslim olmalıdır. “Eğer Allah adilse bu neden böyle oluyor?”“Eğer hükmeden O’ysa neden böyle hükmetmiyor” gibi haddini aşacak mecralara hiçbir zaman sürüklenmemelidir. Rabbine güvenmeli, O’nun adaletinden asla şüphe etmemeli ve O’nun hükmüne razı olmalıdır.
Kul şunu bilmelidir ki görünen olay, yaşanan hadiselerin arkasında yalnızca Rabbimizin bilebileceği gizli ve kula görünmeyen nice sebep ve hikmetler yatar. Kul bunları görebilseydi, “Niye şöyle oldu, niye böyle olmadı” dediği nice hadiselerde, “Rabbim iyi ki o mesele benim istediğim gibi olmamış, Senin istediğin gibi olmuş” derdi. Bunu biz Kur’an-ı Kerim’de Musa Aleyhisselam ile Hızır Aleyhisselam arasında geçen hadiselerde daha iyi görüyoruz. Hızır Aleyhisselam akla ve hatta şeriatın kanunlara göre yanlış olan bir takım davranışları yapıyor, sabretmeye söz vermesine rağmen o an için meselenin yanlışlığına dayanamayan Hazreti Musa itiraz ediyordu. Gemiyi parçalayan, bir çocuğun ölümüne sebep olan ve aslında iyiliği hak etmeyen insanlara iyilik yapan Hz. Hızır ise dışarıdan bakıldığında zalim konumundaydı. En sonunda yapılan hadiselerin hikmetleri açıklandığında Hz. Musa mahcup oluyordu. Meğer yanlış bulduğu o hadiselerin arkasında nice hayır ve güzellik varmış, bunu o zaman fark ediyordu. Kötülük gibi görünen hadiseler geçekte birer iyilikmiş. İşte kul bunu bilmelidir. Bazen bir zalime tanınan hak, hak etmediği halde nice insanların yaşadıkları eziyet, cefa ve zulüm kulun zoruna gider. Hâlbuki hiçbir kul Allah Azze ve Celle kadar âdil ve iyi olamaz. Bu mümkün değildir. Fakat insan, sınırlı bilgisi ve sınırlı kapasiteyle sanki Allah’tan daha adil olabilecekmiş gibi “Neden?” diyesi gelir. Rabbini tanıyan ve güvenen kullar ise Allah Azze ve Celle için “Hikmetinden sual olunmaz” demişlerdir.
“Deme şu niçin şöyle
Yerincedir o öyle
Bak sonunu seyreyle
Mevla görelim neyler
Neylerse güzel eyler”1
Kul olarak bizlerin ara-sıra bu had bilmezliğe düşmemizin bir sebebi de çok aceleci olmamızdır. “İnsan adeta aceleden yaratıldı”2 buyrulacak kadar acele eder. Her şey hem de tam kendisinin istediği gibi, istediği anda olsun bitsin ister. Dünyanın imtihan dünyası olduğunu da unutur bir taraftan. Eğer her istediği, istediği şekilde, istediği anda olsa insan neyle imtihan olup, cenneti kazanır? Neyle derece kazanır? Neyle yükselir? İnsanın her istediğinin, istediği anda olacağı tek bir yer vardır ki orası da cennettir. Olaya ahiret ve imtihan yönünden bakılacak olursa başka hikmet aramamıza bile gerek kalmaz. Mademki ahiret var ve orada herkes yaptığının karşılığını adilce bulacak ve mademki burası imtihan dünyası, illaki bir şeylerle imtihan olacağız, o halde dünyada başımıza gelenler bizi çok üzmemeli ve acele ettirmemelidir. İnsan bu acelecilikle meseleye bakarken Rabbimiz Es-Sabur ismiyle bakar. Çünkü O El-Adl olduğu gibi El-Hâkimdir, o olayda yaratacağı hikmetler vardır. Ve Es-Saburdur; bu hikmetlerin gerçekleşmesi için takdir ettiği müddetin dolmasını bekler. Eğer bir insan hayatı açısından ele alacak olursak bu hikmetler birkaç yılda ortaya çıkabileceği gibi, bazen ömrün sonunda ortaya çıkar. Bazen ise insan ömrü, o hikmetleri görmeye yetmeyebilir. Bunu bir toplumun ömründe düşündüğümüzde ise bazen 10-20 yılda, bazen ise yüzyıllar sonra olayların hikmetleri anlaşılabilir. Tıpkı Ashabı Kehf’te olduğu gibi… Onlar kaçtıkları bir mağarada yakalanma korkusu içerisinde uykuya dalmaya çalışırken, nereden bilebilirlerdi ki 300 yıl sonra kendi başlattıkları hareketin neticeleri ortaya çıkacak ve Allah Azze ve Celle bunu onlara da gösterecek. Rabbimiz Teâlâ, herkese Ashab-ı Kehf gibi muamele etmeyecektir elbette. Fakat bu misal üzerinden bizlere şu ders verilmektedir. “Çalışmalarınızın karşılığını hemen almak zorunda değilsiniz. Dünyada da bu çalışmalarınızın bir karşılığı ve neticesi olacaktır elbet ama bunu siz göremeyebilirsiniz.” Bahçıvan tohumunu atar, bu tohum illaki çıkacaktır fakat bir asırda mı iki asırda mı bunu bilen yalnızca Allah’tır.
Gerçek bir Rabbani hareketin attığı tohumlar da hiçbir zaman boşa gitmez, çürümez, ezilmez. Sonunda büyüyecek ve meyve verecektir fakat bunu tohumu atanlar göremeyebilirler. Fakat yüzyıl sonra olsa da bir gün o tohumlar meyve verdiğinde tohumu atanlar hedefine ulaşmış ve başarmış olacaklardır.
“Öyle ise kullara yaraşan gerek kendileri hakkında, gerek başkaları hakkında Allah-u Teâlâ ne takdir etmiş ve ne muamele yapmışsa, onun tam bir adalet ve hikmet olduğuna inanmak, ona razı olmak ve asla şikâyette bulunmamaktır.”3
Biz de şu zorlu süreçte Rabbimizden şikâyet etmeden Peygamberimizin yaptığı gibi şöyle dua ediyoruz: Allah’ım bize karşı gazaplı değilsen, çektiğimiz mihnetlere, belalara hiç aldırmayız. Fakat senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir.
Tekrardan Ârife kulak verelim ve şu manidar dörtlükle bitirelim.
“Vallahi güzel eder
Billahi güzel eder
Tallahi güzel eder
Mevla görelim n’eder
N’ederse güzel eder.”4
1. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Tevzifname
2. Enbiya, 37
3. Ali Osman Tatlusu, Esma’ül Hüsna Şerhi
4. Erzurumlu İbrahim Hakkı, Tevzifname