Kur’an-ı Kerim hayat rehberimizdir. Ele alacağımız ayeti kerimede Rabbimiz bize, sosyal meselelerin ve anlaşmazlığa düşülen konuların kalpleri bozan bir sorun haline gelmeden İslamî ölçüler bağlamında çözülmesini öğrettiği gibi, halledilme şeklini de öğretiyor. Bu ayeti kerimeyi ele aldıkça bir kez daha diyeceğiz ki; Kur’an bizim hayat rehberimizdir.
Ele alacağımız ayeti kerimenin nüzul sebebi olarak ifade edilen olay kısaca şu şekildedir: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Halid b. Velid’in komutasında bir seriyye göndermiştir. Bu seriyyede sahabilerden Ammar Radıyallahu Anh da vardır. Ammar ile Halid b. Velid bir esir konusunda anlaşmazlığa düşerler. Medine’ye döndüklerinde meseleyi Rasulullah’a arz ederler. Bu mesele üzerine söz konusu ayet nazil olur.1 Ayetin iniş sebebi olan meselede de sahabilerin anlaşamadığını ve bu konuyu Allah’ın Rasulüne arz ettiklerini görüyoruz.
Nisa 58. ayette ifade edilen; “Emaneti ehline veriniz, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmediniz” emri ile, ayeti kerimenin kendisi ve bir sonraki ayeti kerime olan Nisa 60. ayette geçen; “Tağutu tanımamak ile emrolunan kimseler, tağutun önünde muhakeme olunmayı isterler” ifadeleri konunun genel çerçevesi itibari ile birbirini tamamlayıcı niteliktedir.
İman edenler Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. Bununla beraber emir sahiplerine itaat, Allah ve Rasulü’ne itaat kaydı ile emir buyrulmuştur. Âlimler ayeti kerimede geçen ‘ulu’l emr’ olarak ifade edilen husus ile ilgili çeşitli görüşler beyan etmişlerdir. Biz bunlardan İmam Kurtubi’nin tercih etmiş olduğu iki görüşü ele alacağız. Kimi âlimler (İbn Abbas, Zeyd b. Eslem, Suddi, Mukatil) ‘ulu’l emr’den maksat; amirlerdir, idarecilerdir demişlerdir. Kimi âlimler ise (Cabir b. Abdullah, el-Hasen, Ebul Aliye, Ata, Nehai, Dehhak) ‘ulu’l emr’den maksat; âlimlerdir demişlerdir.2 İmam Kurtubi; “Asıl itibari ile ‘emretmek’ idarecilerin işi olduğu için bu ayette onlar kast edilmiştir. Meseleyi Allah’a ve Rasulü’ne götürmek ise âlimlerin işi olduğundan ikinci görüş de doğrudur” demiştir.3 Böylece her iki görüşün de tercih edilen görüşler olduğunu ifade etmiştir.
İman edenler anlaşmazlığa düştükleri hususlarda; Allah’a, Rasulü’ne ve emir sahiplerine hem meseleyi arz eder hem de itaat ederler. Bugün ise bunun kaybolmaya yüz tutan bir haslet olduğunu görüyoruz. Hâlbuki Rabbimiz bize, tağutun önünde muhakeme edilmeyi arzu etmeyi dahi yasak etmiştir.
Bugün ‘ben Müslümanım’ diyenler bir meselede anlaşmazlığa düşerlerse nasıl davranacak ve meseleyi çözüme nasıl kavuşturacaklar?
Tabi bu anlaşmazlık Allah ve Rasulü ile mü’min kul arasında olacak değil. Bu anlaşmazlık iman ettiğini iddia eden iki topluluk, mümin fertler, liderler ile onlara tâbi olanlar ya da liderlerin kendi arasında olacaktır. Bu anlaşmazlık türünün hangisi cereyan ederse etsin, meselenin halledilmesinin bizim için bir tek yolu vardır, olmalıdır. O da; “Hükmü Allah’a ve Rasulü’ne bırakmak, meseleyi Allah ve Rasulü’ne arz etmektir.”
Ayeti kerime herhangi bir kayıt koymadan “Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz...” buyuruyor. Anlaşmazlık konusu olan mesele, büyük ya da küçük nasıl olursa olsun bu hususta anlaşabilmek, bir üst makama başvurmakla mümkündür. O da (mesele Müslüman bireyler arasında ise) adaletle hükmetmeyi kendine vazife bilen emir sahipleri yani bizden olan idareciler ve âlimlerdir. Eğer mesele Müslüman topluluklar, liderler arasında ise Allah’ın hükmü ile hükmeden, hükmü yalnızca Allah’a veren tarafsız idareci ve âlimlerdir.
Nisa 58. ayeti kerimede: “Hiç şüphesiz Allah size emaneti ehline teslim etmenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adalet ile hükmetmenizi emreder” buyruluyor. Bir sonraki ayette değinilen;“Tağutu reddetmek ve onunla hükmolunmayı arzu etmemek” konularını toplu şekilde ele alacak olursak, toplumun temelini teşkil eden “adaletle hükmetmek” ancak ehliyetli kimselerin elinde olursa mümkün olabilir, toplumun idarecilerine ve hüküm veren mercilerine güven duyulabilir. Bu konuda Hz. Ömer Radıyallahu Anh’ın; “Adalet mülkün temelidir” sözünün toplumsal huzur, barış için ne kadar elzem olduğunu görüyoruz.
İdarecilerde adalet kalmayınca toplumsal huzur bozulur, güven sarsılır ve sorunlar içinden çıkılamaz bir hal alır. Memleket olarak biz, işte tam da bu haldeyiz. Onlarca yıldır çözülemeyen sorunlarımız, kendisine güvenilmeyen adalet sistemimiz ve idarecilerimizden dolayı birçok mesele kangren düzeyine ulaşmıştır.
İşte biz Müslümanlar olarak bu durumda herkese en ufak bir adaletsizlik yapmayacağına inandığımız Allah’ın adaletine muhtacız ve O’na sığınıyoruz, sığınmak zorundayız. Zaten Kur’an da bize bunu emrediyor.
Mevcut idarecilerin, eğitim sistemini dönüştürmeye karar verirken onlarca ülkenin eğitim anlayış ve sistemini araştırdığını ama İslam’ın bu konudaki görüşünün ne olduğunu merak dahi etmediklerini görüyoruz. Aynı şekilde ülkede kangren olmuş bir sorunun, çözüm süreci ile halledilmesine çalışılırken, bu meselede Allah ve Rasulü’nün hükmünün ne olduğunun merak edilmediğini görüyoruz. Böyle bir şey doğru olabilir mi? Biz Müslümanız, Allah’ın hükmünü ve hakemliğini istiyoruz. Anlaşamadığımız meselelerde Kur’an’a danışalım, Hz. Peygambere danışalım istiyoruz.
Söz konusu olan ayeti kerimeden de anlaşılıyor ki; dinin usul ya da furuunda anlaşmazlığa düşersek meseleyi Allah ve Rasulü’ne götürmeliyiz. Bununla ilgili olarak Rabbimiz; “İhtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyde hüküm vermek Allah’a mahsûstur”4 buyurmuştur. Ayrıca ayette ihtilaf ettiğimiz bir meselede, meseleyi Allah’a ve Rasulü’ne götürmek ve verilen kararda içimizde hükme karşı bir burukluk hissetmemek imanın yegâne düsturu olarak ifade ediliyor. Başka bir ayeti kerimede şöyle buyruluyor: “Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça, sonra da vereceğin karara, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle teslim olmadıkça mümin olamazlar.”5 Ayetten de anlaşıldığı üzere hem hakem olarak meseleyi Allah ve Rasulü’ne arz etmeliyiz hem de bunun sonucunda çıkacak olan karardan dolayı kalbimizde bir burukluk hissetmeden hoşnut olmalıyız.
Bir meselenin halledilme aşamaları ile ilgili olarak nasıl bir yöntem takip edilmesi gerektiği de bu ayetlerde ifade edilmektedir. Hüküm vermek, adalet ile hükmetmek en büyük emanet ve en asli bir sorumluluktur. Bu gibi meseleleri hem âdil hem meselelerin vukufiyetini gerektirecek ilme sahip, hem de çözümü ortaya koyarken kınayıcının kınamasından korkmayan, cesur alimlere götürmek gerekmektedir. Bu gibi vasıflara sahip tarafsız alimlerin Kur’an ve Sünnet’e başvurarak ortaya koydukları çözümler, elbette sorunun çözümünde önemli bir aşama olacaktır.
Sonuç olarak, biz Müslümanız, anlaşmaya varamadığımız meselelerde bizi uzlaştıracak yegâne mercî Allah ve Rasulü’nün hakemliğidir. Toplumun geneline yayılmış olan sorunlarımızı ancak bu şekilde çözebiliriz. Biz Allah’ın kullarıyız. Rabbimizin hükmü varken başka bir merciye başvurmamalıyız. Allah’ın ve Rasulü’nün hükmü ne ise razı olmalı ve hükmü onaylamalıyız.
1- Taberî, Câmiu'l-Beyân, 11,212
2- İbnul Cevzî, Zâdu’l-Mesîr: 1/424
3- Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kuran,5,298
4- Şûra, 10
5- Nisa-65