Allah Azze ve Celle, sonsuz ilim ve kudretiyle kâinatı yaratmış, ona bir ölçü ve denge koymuştur. “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve denge ile yarattık”1 ayeti, galaksiler gibi en büyük yapılardan mikrop gibi en küçük yapıya varana kadar her birinin tabi olduğu belli kanunlar olduğunu, böylece mükemmel bir nizam ortaya çıktığını ifade etmektedir. İnsan da bu mükemmel nizamın bir parçasıdır. Dolayısıyla onun da hayatında kendisini ölçülü ve dengeli kılacak birtakım hükümler vardır.
İnsan vücudunda bulunan yapı taşları (vitamin, mineral ve enzimler gibi) da belli oranlardadır. Bu oranlar artı veya eksi yönde değiştiğinde bozulmalar ve hastalıklar ortaya çıkar. İnsanın içinde bulunduğu evren ve evrenin minyatürü diyebileceğimiz kendi anatomik yapısı belli bir düzen içinde işleyişini sergilemektedir. Öyleyse sosyal hayatı ve hayat içindeki kuralları da ölçülü ve dengeli olmak durumundadır. Aksi takdirde sosyal ve psikolojik yönden bazı bozulmalar ortaya çıkacak, istikametten sapmalar olacaktır.
İnsanı yaratan ve ona sorumluluk bahşeden Allah Azze ve Celle, hayatını nasıl idame ettireceğinin kurallarını belirlemiştir. Ancak insanoğlu zaman içinde bu kuralları (din ve ona ait hükümler) bozmuş, kendi aklının veya nefsinin yönlendirmesiyle sapmalar göstermiştir. Geçmiş dönemlerde inançta ortaya çıkan dengesizlik şirk çeşitlerini ve batıl düzenleri ortaya çıkarmıştır. İnsanın vahyi terk edip, nefis, şeytan ve olumsuz çevrenin tesiriyle kurduğu bu düzenler onu uçuruma doğru sürüklemektedir. İnsanın hayatını kolaylaştıran, değerini yükselten din ve ona ait hükümler zor olduğu için bu durum ortaya çıkmış değildir. Çünkü İslam dini insan fıtratına (yaratılışına) uygundur ve dolayısıyla içerdiği emir ve yasaklar zor değildir. Oruçla ilgili bir ayette hasta veya yolculuk durumunda tutmayıp daha sonraki günlerde tutulabileceğine dair ruhsat verildiği ifade ediliyor. Ardından “…Allah sizin için zorluk istemez, kolaylık ister…”2 buyruluyor. Dini yaşamak kolay iken neden insanların çoğuna zor geliyor? Bunun bir sebebi vahyin kontrolünden çıkıp fıtratlarını bozmuş olmaları, diğer bir sebebi ise dinde olmayan anlayışları dine dâhil etmeleridir. Yani ölçülü yaşamak varken ifrat ve tefrite dalmalarıdır. Oysa yapmaları gereken, dosdoğru dine tabi olmaları ve belirlenen ölçünün dışına çıkmamalarıydı.
“İşte böylece, siz insanlara şahit olasınız, peygamber de size şahit olsun diye sizi vasat (adil, ölçülü, dengeli) bir ümmet yaptık…”3
Bu ayet Müslümanları vasat ümmet olarak tanımlamaktadır. Vasat ümmet; ifrat ve tefrit gibi her türlü aşırılıktan uzak, inancında, ibadetinde ahlak ve muamelatında ölçülü kalmayı başarabilen, adaletli, dengeli bir toplum demektir. Yahudiler, Müşrik Arap toplumu gibi kavimler, İslamiyet öncesinde dini anlayışlarını bozmuş ve materyalistler gibi dünyevileşmişlerdi. Buna mukabil Hristiyanlar, Mecusiler ve Hindistan’da yaşayan Budistler de dünyadan kendilerini soyutlayarak ruhbanlık yapmaya başlamışlardı. İslam, her iki yanlış anlayışı reddederek, hayatın her alanında istikamet üzere kalabilme ve aşırılıklardan uzak dengeli yaşayabilme anlayışını getirmiştir. Yahudiler dini o kadar kolaylaştırdılar ki hükümleri neredeyse ortadan kaldırdılar. Kendilerini doğuştan üstün ırk ve hatta Allah’ın sevgili kulları gördüler. Kendilerini cehennem ateşinin yakmayacağını, cehenneme girenlerin de ancak sayılı birkaç gün gireceğini iddia ettiler. Bu anlayış onların asli görevlerinden kaçıp sadece dünyaya dalmalarına sebep oldu. Hristiyanlar ise dinin dünyaya ve devlete ait hükümlerini kaldırdılar. Bu gibi meseleleri, devleti din dışı kurallarla yönetenlere (Sezar’a) bıraktılar, dini ise kişinin kalbi ile kilise arasına hapsettiler. Bir yönüyle de en takvalı hayat diye fıtratla savaşan tavsiyelerde bulundular. Evlenmemek, yıkanmamak, doğru düzgün yememek, giyinmemek, mağaralarda hayat sürmeyi en faziletli özellikler olarak sundular. Haliyle bunu başarabilmek çok zordu. Her iki kesim de (Yahudiler ve Hristiyanlar) sapmalar gösterdiler ve insanlığa sunacak sahih bir örneklikleri kalmadı.
İşte tam da burada İslam devreye girdi ve ümmeti vasat ümmet (dengeli, ölçülü, adaletli) olarak tanımladı. Örneğini Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den alan, kendisi de tüm insanlığa örnek olacak, en iyi ve doğruyu temsil edecek toplum.
Ümmetin vasat ümmet olması, her meselede dengeli bir tavır izlemesini, ifrat ve tefrit gibi aşırılıklardan uzak durmasını gerektirmektedir. Bu durum ibadetler için de gereklidir. İbadet konusunda ne kadar fazla yapılırsa o kadar iyi olur ve insanı geliştirir düşüncesi yanlıştır. Din, her meseleye bir ölçü getirmiş, bu ölçü vahiyle bildirilmiştir. Spor yapanlar eğer bugünkü bilimsel verileri dikkate almadan kaslarına çok anormal şekilde yüklenirlerse o kaslar daha fazla güçlenmediği gibi çok çabuk kasılmaya ve sakatlanmaya yol açmaktadır. Kas kitlesi ölçülüyor ve kapasitesi kadar günlük yükleme yapılıyor. Aynen onun gibi, insanın ibadetler hususunda da belli bir kapasitesi/ölçüsü vardır. Ölçüyü aşmak veya çok az yapmak ya sakatlıklara veya gelişmemeye sebep olacaktır.
EFENDİMİZ’İN İBADET ÖLÇÜSÜ
Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ibadet hayatı bizim için en iyi ölçü ve örnektir. O’nun ibadetinde denge olduğunu, Rabbine ibadet ederken diğer görevlerini ihmal etmediğini, ibadette ölçüyü aşanları uyardığını görmekteyiz. Üç kişi Hz. Peygamber’in evine gelerek hanımlarına Peygamberimizin ibadetini sordular. Kendilerine haber verilince onu kendileri için az gördüler ve “Peygamberimizin yanında biz neyiz ki? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır” dediler. Onlardan birisi: “Ben yaşadığım müddetçe bütün gece namaz kılacağım” dedi. Diğeri, “Ömrüm boyunca oruç tutacağım, iftar etmeyeceğim (oruca ara vermeyeceğim)” dedi. Üçüncüsü: “Kadınlardan uzak kalacağım ve hiçbir zaman evlenmeyeceğim” dedi. Sonra Hz. Peygamber bunların yanına geldi. Onlara: “Şöyle-şöyle diyenler siz misiniz? Dikkat ediniz! Allah'a yemin ederim ki, Allah'tan en ziyade korkanınız ve O’na karşı gelmekten en fazla sakınanınız benim. Böyle iken ben bazen oruç tutuyorum, bazen de tutmuyorum. Geceleri bazen namaz kılıyorum, bazen uyuyorum. Ve ben kadınlarla da evleniyorum. Eğer bir kimse benim sünnetimden yüz çevirirse o kimse benden değildir”4 buyurdu. Bir kimse Nebevi ölçüyü aşmaya kalkarsa bunun adı başka hadislerde ifade olunan “dinle güreşmektir.” Böyle bir güreşte kimin mağlup olacağı gayet açıktır.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır. Herhangi biriniz, kendi başına namaz kıldığında ise dilediği kadar uzatsın”5 buyurmuşlardır. Burada da cemaate namaz kıldıran için bir ölçü tayin edilmektedir. Yalnızken uzun kıraat ve secde ile namazı uzatmaya (kişinin gücü nispetinde) cevaz verilirken, toplum içinde ve imamlık yapana ise bir sınır getiriliyor.
Efendimiz bir gün mescide girmişti. İki direk arasına uzatılmış bir ip gözüne ilişti. “Bu ip nedir?” diye sorunca, sahabiler: “Bu, Zeynep bint-i Cahş’a ait bir iptir. Namazda ayakta durmaktan yorulunca ona tutunuyor” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Onu hemen çözünüz. Biriniz istekli olduğu zaman nafile namaz kılsın, yorgunluk ve gevşeklik hissettiği zaman ise yatıp uyusun”6 buyurdu.
Câbir bin Semüre Radıyallahu Anh: “Namazlarımı Hz. Peygamber ile birlikte kılardım. O’nun namazı da hutbesi de normal uzunlukta, itidal üzere idi”7 demektedir.
Sadece namaz değil diğer tüm ibadetlerde de ölçü ve denge söz konusudur. Rahmanın has kullarının bir özelliği de infak ve harcamalarında ölçülü olmalarıdır. “…Harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik ederler; harcamaları bu ikisinin arasında dengeli olur.”8
Her gün oruç tutmak, bütün gece Kur’an okumak isteyen Abdullah İbn Amr İbn el-As’a, Efendimiz: “Her aydan üç gün oruç tutman yeter” buyurmuştur. “Ey Allah’ın Elçisi! Benim bundan fazlasına gücüm yeter” demesi üzerine Efendimiz: “Üzerinde eşinin, ziyaretçilerinin, çocuklarının ve bedeninin hakkı vardır”9 buyurmuştur. Bu gibi örnekler ibadetleri sevap kazanma hırsıyla olduğundan fazla yapmak isteyenleri belli ölçülerde tutmak içindir. Çünkü kendisine ilk etapta fazla yüklense de bir süre sonra usanacak ve belki de tamamen terk edecektir. Bir de bazı kişiler var ki kendilerinin manevi birtakım mertebelere ulaştıklarını dolayısıyla kendilerinden teklifin (ibadet vs.) düştüğünü iddia ediyorlar. Bunlar “Sana yakîn gelinceye kadar Rabbine kulluk (ibadet) et”10 ayetindeki yâkin’i kesin bilgi olarak anlıyor ve iddialarını bunun üzerine bina ediyorlar. Hâlbuki o ayette yakînden kasıt ölümdür. Her Müslüman ölünceye kadar ibadet etmekle yükümlüdür. Bu da başka bir sapmadır. İbn-i Hacer Heytemi böylelerinin İslam’la ilişkilerinin kesileceğini ifade eder.
Örnekleri her bir ibadet için çoğaltmak mümkündür. Sonuç olarak İslam, her bir ibadet için ölçü tayin etmiş, kişiye gücünün üstünde yük yüklememiş, fıtratına uygun hükümler koymuştur. Kur’an ve sünnet incelendiğinde sadece ibadetlerinde değil, yürüyüşünde, konuşmasında, yeme-içme ve giyinmesinde, zikir ve duasında, alış-verişinde kısacası hayatın içindeki tüm alanlarda dengeli, ölçülü olmak bu dinin bizden istediği kul modelidir. İbadetleri artırma senesinde Rabbim kulluk bilincimizi geliştirmeyi, ibadetlerimizi sünnet çerçevesinde çoğaltmayı bizlere nasip etsin.
- Kamer, 49
- Bakara, 185
- Bakara, 143
- Buhari, nikâh, 1
- Buhari, ilim, 28
- Buhari, teheccüd, 18
- Müslim, Cum’a, 41-42
- Furkan, 67
- Müslim, Siyam, 182-183
- Hicr, 99