İbn-i Haldun ‘Mukaddime’ adlı eserinde şahıslar gibi devletlerin de tabii bir ömürlerinin olduğunu anlatır. Aynı şahıslar gibi devletlerin de ömürlerinin sonunda ihtiyarlık dönemine geldiğinden ve devletlerin geçirdiği aşamalardan bahseder. Kitabında bu aşamaları “Devletin geçirdiği aşamalar ve bu aşamalara göre devletin durumunda meydana gelen değişimler ve yine insanların ahlaklarının da devletin geçirdiği aşamalara bağlı olarak değişmesi” şeklinde ele alır. Bu başlık altında devletlerin geçirdiği aşamaları beş safhaya ayırır. Bu safhalar şu şekildedir:
· “Birinci Aşama: Harekete geçme ve zafere ulaşma dönemi.
· İkinci Aşama: İstibdat (yönetimi tek başına ele alma, diktatörlük) dönemi.
· Üçüncü Aşama: Devletin istikrar bulması ve zenginleşmesi ile nefislerinde meylettiği hükümdarlığın meyvelerinin toplanıp elde edildiği sükûnet ve rahatlık dönemi.
· Dördüncü Aşama: Sahip olunan şeylere kanaat etme ve barış dönemi.
· Beşinci Aşama: Ölçüsüzce harcamalarda bulunma ve israf dönemi.”1
Yazımızda üzerinde duracağımız ilk nokta beşinci aşama ‘Ölçüsüzce Harcamalarda Bulunma ve İsraf Dönemi” olacak. Bu dönemin bir devleti nasıl çöküşe doğru götürdüğünü İbn-i Haldun’dan okuyalım: “Bu dönemde hükümdar, kendisinden önceki hükümdarların birikimlerini; zevkleri, arzuları ve şehveti uğruna harcar, eğlence meclislerinde kötü dostlar ve güzel kadınlara saçar. Yine zevk ve eğlence meclislerinde beraber olduğu kimseleri altından kalkamayacakları büyük görevlere getirip kendi kavminden olan dost ve yardımcıları, yine kendisinden önceki hükümdarların (kendi kavminin dışından atadığı) dost ve yardımcıları küstürüp çevresinden uzaklaştırır. Onlar da hükümdara kin beslerler ve onu yardımsız bırakırlar. Diğer taraftan hükümdar zevk ve eğlencelere yaptığı harcamalardan dolayı askerlerinin sayısını azaltır ve gerektiği gibi onların ihtiyaçlarını karşılamaz. Böylece seleflerinin kurmuş oldukları binayı tahrip edip yıkar. Bu dönemde devlette ihtiyarlık hali görülür. Devlet adeta kurtulması ve tedavisi mümkün olmayan kronik bir hastalığa yakalanmıştır.”
İbn-i Haldun eserinde “Devletin En Geniş Sınırlarına Ulaştıktan Sonra Giderek Küçülmeye Başlaması ve Nihayet Ortadan Kalkması” başlığı altında da devletin çöküşü hakkında önemli tespitlerde bulunur: “Her devletin artık aşamayacağı en geniş sınırları vardır. Bu sınırlar, ülke topraklarını korumak için onlara dağılacak asabiyetin çokluğu ve gücüyle orantılıdır. Devleti ayakta tutan asabiyetin belli bir sınıra ulaştığında, artık daha ileri gidecek gücü ve sayısı kalmıyorsa, o bölge devletinin en uç bölgesini oluşturur. Bazen bir de bütün sınırları, (yerine geçtiği) kendisinden önceki devletin sınırları ile aynı olur. Bazen de kendisinden önceki devletten daha çok asabiyete sahip olduğu için onun sınırlarından daha geniş olur. Ancak bütün bunlar devletin henüz bedevilik özelliklerinden uzaklaşmadığı, güçlü ve yiğit bir asabiyete sahip olduğu zamanlar için geçerlidir. Devlet güçlenip gelirlerin çoğalmasıyla, insanlar lüks ve sefahate dalarlar. Yeni nesiller bu ahlak üzere yetişir, bu ise onlardaki yiğitlik ve cesaret gibi bedevilik özelliklerini giderip onları korkaklık ve tembelliğe sevk eder.
Diğer taraftan devletin güçlenip hükümdarlık özelliklerine bürünmesi ile başkanlık için çekişmeler ve birbirini öldürmeler başlar. Bu amaçla hükümdar kendisine rakip olacağından korktuğu emirleri ve ileri gelenleri öldürür. Böylece hükümdar ileri gelen kalifiye adamlarını kaybeder. Geriye buyruk dinleyen tebaa kalır. Bu ise devletin hızını keser gücünü köreltir. Böylece devletteki ilk bozulma olan askeri bozulma başlar.
Sonra israfta hiçbir sınırın tanınmadığı harcamalar yapılır. İnsanlar en güzel yemekleri yemek, en güzel giysileri giymek, görkemli saraylar yaptırmak, süslü ve pahalı silahlar kuşanıp yine bu özelliklerdeki atlara binmek için birbirleriyle yarışırlar. Sonunda devletin gelirleri, giderleri karşılayamaz hale gelir ve böylece devletteki ikinci bozulma olan mali bozulma başlar. Bu iki bozulma devletin kendini savunmaktan aciz hale gelmesine ve yıkılmasına yol açar.”
Devletlerin çöküş sürecindeki bozulmalar, tek bir alanda değil birçok alanda çöküşler ile başlıyor. İbn-i Haldun aynı başlık altında tespitlerine şöyle devam ediyor: “İslam devletinin başına gelenler buna örnektir. Önce fetihlerle ve başka milletlere galip gelerek sınırları genişlemiş, elde ettikleri zenginlik ve bolluk sayesinde askerlerin sayısı artmıştır. Bu durum Emevîlerin yıkılıp yönetimi Abbasilerin ele geçirmesine kadar devam etmiştir. Abbasiler döneminde, (bedevilik özellikleri terk edilerek) medeni alışkanlıklar kazanılmış, lüks ve sefahat artmış, devlette bozulmalar görülmüş ve devletin sınırları Endülüs ve Mağrip’ten itibaren daralmaya başlamıştır.”2
İbn-i Haldun’un ifade ettiği gibi aslında devletin geçirdiği aşamalar ve bu aşamalara göre devletin durumunda meydana gelen değişimler, insanların ahlaklarının da devletin geçirdiği aşamalara bağlı olarak değişmesine neden oluyor. Bu sebeple devletleri çökerten alametler toplumun da çökmesine sebep oluyor.
İbn-i Haldun eserinde toplumların /devletlerin çöküş alametlerini farklı başlıklar altında detaylıca ele almıştır. Bu başlıkların birkaçını sıralayacak olursak İbn-i Haldun’a Göre Bir Toplumun Çöküş Alametleri şunlardır:
1. Dayanışmanın yok olması
2. Üretimin zayıflaması
3. Tüketim çılgınlığı
4. Vergilerin artması
5. Liyakatin dikkate alınmaması
6. Adaletsizliğin yaygınlaşması
7. Göçün hızlanması
8. Gurur ve kibir
9. Gösteriş
10. Riyakarlık (dalkavukluk)
1. İbn-i Haldun, Mukaddime, Syf: 249-250
2. İbn-i Haldun, Mukaddime, Syf: 394-395