Hamd; insanı halifesi olarak yaratan ve halifem dediği kullarına şerefli bir dava yükleyen Allah Azze ve Celle’ye, Salat-u Selam; bu şerefli davayı en zor günlerde yüklenerek ümmetine her konuda örnek olan Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; Efendimizin ashabına ve onların sahip olduğu idealist insan ruhuna sahip olan tüm kardeşlerime olsun.
Her dava, o davaya inanmış, hedefine kilitlenmiş, kararlı ve gemisini yakmış idealist insanlar yetiştirmek zorundadır. Aksi halde hedeflerine varmayı hayal bile edemezler. Hedefe varmak, sadece o davaya hizmet eden insanlarla değil idealinden başka bir şey düşünemeyen idealist insanlarla mümkün olur. Çünkü hiçbir davanın hedefi kolay değildir ve bu zor hedeflere ulaşabilmek ancak idealist insanlarla mümkündür.
Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, bu çağda insanları bir davada idealist yapmak çok zorlaşmıştır. Çünkü bu çağın insanına çok fazla ideal gösterilmiştir. İdeallerin çok olması demek, aslında idealin olmaması demektir. İdealistlerin bir tane ideali olur. İki tane ideali olanlar idealist sayılamazlar. Tıpkı iki kişiyi sevenin âşık sayılamayacağı gibi…
Bugünün insanına birden fazla ideal gösterildiği gibi gösterilen ideallerin hiçbiri de insanın şerefine yakışır değildir. Allah’ın istediği medeniyeti gerçekleştirme dışında hiçbir ideal, insanın mertebesine ve değerine yakışmamaktadır. Dünyada hâkim olan medeniyet ve mevcut düzenler; kitleleri menfaatinden başka bir şey düşünmeyen, kalbi dünya sevgisi ile dolu, yüce idealler uğrunda mücadeleyi aptallık gören, tek ideali zengin olmak, makam ve şöhret sahibi olmak olan insanlara dönüştürdüler. Yani insanları değeri düşük varlıklara çevirdiler.
İDEALİST İNSAN KİMDİR?
Öncelikle ideal, idealist ve idol kelimelerini kısaca açıklayalım. Bir de kök harfleri aynı olan ‘idealizm’ kelimesi var. İdealizm; bilgide düşüncenin temel olduğunu öne süren, düşünceyi temel alan felsefi bir ekol olduğu için konumuzun dışında kalmaktadır. Bu nedenle idealizmi değil, ideali, idolü, idealist insanı, idealist insanda bulunan vasıfları, idealist insan yetiştirmenin ehemmiyetini ve idealist insanların nasıl yetiştirileceğini seri şeklinde ele alacağız.
İdeal: Fransızca bir kelime olup Türkçeye ‘ülkü’ olarak çevrilmiştir. İdeal; bir insanın ülküsünün olmasıdır. Yani ideal; insanın amacı ve hedefidir.
İdol: Örnek alınan ve hayranlık duyulan kimse demektir. Türk Dil Kurumuna göre idol: “Çok tanrılı dinlerde tapınılacak nesne, tanrı” demektir. Yani idol, hakikatte tanrı olmayan ama insanlar tarafından adeta tanrılaştırılmış, kutsallaştırılmış olan varlık manasına gelebileceği gibi “örnek alınan, hayranlık duyulan kimse” manasında da kullanılmaktadır. Bugün daha çok bu manada kullanıldığı için biz de bu manada kullanacağız.
İdealist: Türk Dil Kurumuna göre “ülkücü” yani “amacı olan insan” demektir. Genel anlamda ise “bir davaya ve davanın hedefine inanmış, hedefi olan insan” anlamındadır.
İdealist insan olabilmek, kişinin hem davasının hem hedefinin hem de idolünün olması ile mümkündür. Kur’an-ı Kerim bize birçok idol göstermektedir. Bunların bir kısmı peygamber, bir kısmı ise salih kimselerdir. Yani Allah Azze ve Celle sadece peygamberlerden değil diğer salih insanlardan da idoller göstermekte ve “Biz Peygamber değiliz, onlar gibi olamayız” denilmesini engellemekte ve “Peygamberler gibi olamıyorsanız şu salih insanlar gibi olabilirsiniz” demek istemektedir.
Müslüman cemaatler eğitim yapıyor olsalar da genellikle idealist insan yetiştiremiyorlar. Hatta böyle bir konu cemaatlerin gündemlerinde bile yok. Halbuki her dava, idealist insan yetiştirmek zorundadır aksi halde hedefine varamayacaktır. O halde bugün Müslümanların ya davası ve hedefleri yoktur ya da idealist insan yetiştirmenin gereğini anlamamışlardır. Basit birtakım hizmetler ve eğitimler ile kendilerini aldatmaktadırlar.
İnsanların çürük olmasında, bir müddet mücadele edip sonra mücadeleyi terk etmelerinde ideallerinin olmaması ve idealist insana dönüşmemiş olmaları önemli bir sebeptir. İdeali olmuş olsa ideali için her şeye katlanır, birçok problemle mücadele eder, ideali için hayatını ortaya koyardı. Namusu için ne yapıyorsa idealleri için de onu yapar ve ideali onun için namusu gibi olurdu. İdealist insanlar, gemilerini yakmış, kendi menfaatlerini düşünmeyen, özel hayatından önce davasını düşünen insanlardır.
İDEALİST OLMANIN GEREKLİLİKLERİ NELERDİR?
İdealist insanlar; ideallerinin zarar görmesine tahammül edemezler, idealleri hususunda taviz vermezler, onlar için dünya bir yana idealleri bir yanadır. Ancak maalesef böyle insan pek yetişmemektedir. İnsanlar cemaatlere gitseler de bu ruhu elde edememektedirler. Bunda, cemaatlerin ideal kazandıramaması önemli bir sebeptir.
İdealist insan yetiştirme konusu bizim konuşmamız gereken bir konudur. Felsefecilerin ya da gayrimeşru örgütlerin değil. Bizim davamız hak, onların davası ise batıldır. Biz, idealist dava adamları yetiştiremezsek davamız hak olsa ne olur! Bir davanın galip gelebilmesi idealist dava adamları yetiştirmesiyle mümkün olabilir.
İdealist insan yetiştirememek karşımızdaki büyük bir sorundur. İnsanların tembelliğinden, cimriliğinden ya da korkaklığından şikâyet ederiz. İşte bu kötü vasıfların perde arkasında yatan sebep, tembelliği, cimriliği ve korkaklığı aşmayı sağlayacak bir idealin olmamasıdır. Eğer insanların ideali olsaydı idealleri onları gayretsizlikten, cimrilikten ve korkaklıktan kurtarırdı.
TAM KARARLILIK HALİ: KAST
‘İdealist olmak ne demek, idealist insanın sıfatları nelerdir, idealist insan nasıl yetiştirilir?’ bunları öğrenmek için felsefecilere ya da örgütlere muhtaç değiliz. Kur'an’a, Hadislere ve Tasavvuf kitaplarına bu gözle bakılırsa idealist insan yetiştirmeyi anlattıklarını görürüz. Bu konu Tasavvuf kitaplarında ‘kast’ konusu içinde anlatılır. Türkçede de kullandığımız ‘kast’ kelimesi aslen Arapçadır: “Tam kararlılık hali ve devam etmekte kararlı olmak” manasındadır.
İdealist insan, tam kararlı, kesin inançlı ve tereddütsüz insandır. İnsanın bir konuya kastı tam olursa, bir şeye tam karar vermişse o konuda tereddütlerinden kurtulur. Tereddütlerden kurtulmak insan için bir nimettir. Çünkü tereddüt insanın gelişmesinin önünde bir engeldir. Tereddütlü insanlar kararsız ve kararsız insanlar da başarısız olurlar. Kararsızlık hali, insana birçok treni kaçırtır.
Kararsızlık hali, kastın tam zıddıdır. Mutasavvıflara göre bir mürid, mürşidin yanına gittiğinde onun yanında kalmaya, ondan sonuna kadar istifade etmeye tam karar vermiş olmalıdır. Tasavvuf kitapları bu konuyu, kast sahibi olalım, nefsi arındırmada ve İslam’ın gösterdiği hedeflere ulaşmada tam kararlı olalım diye anlatır.
KASTIN DERECELERİ
Tereddüt varsa kast yoktur, kast varsa tereddüt yoktur. Kastın birinci derecesinde olan insan önce tereddütlerinden kurtulur. Bu, kastın en aşağı düzeyidir. İkinci aşamada ise insan artık engelleri kaldırabilir. Kendi iç aleminde tereddüt olmadığı için dış alemdeki engelleri de aşacak noktaya yükselir.
İmanda tereddüte ve şüphelere yer yoktur, imanda kesin inanç vardır. Şüphe varsa iman yoktur. Kesin inançlı Müslüman, marifetullaha ve muhabbetullaha ulaştığında, imanın tadını alıp mutmain olduğunda hakiki imana ulaşır ve “mü’min” olur. Hakiki iman, insanın kalitesini yükseltir, menfaat düşkünü basit bir varlık olmaktan çıkartır, insanı kararlı kılar, davası uğrunda fedakârlık yaptırır ve davasından dönmeyen bir idealiste dönüştürür. Yani hakiki iman, insanı idealist yapar.
Tereddütlü insanlar davada uzun süre devam edemeyecektir. Henüz ortada bir tehlike yokken bile tereddütleri olanlar, başına büyük olaylar geldiğinde ‘Nereden girdim bu işin içine?’ der ve kaçarlar. Fakat insan kastın ikinci merhalesine ulaşmışsa engel tanımaz. Aksi halde tereddüt içinde olmasa bile engeller karşısında yığılıp kalacaktır ve engelleri aşamayacaktır. Kastın eksik olması birçok insanın engellere takılmasının sebebidir. Yolumuzda engeller çoktur. İdealistleştiremediğiniz her insan kaybedilmeye aday insandır, o insanı ama bugün ama yarın kaybedeceksiniz demektir. Bu, büyük bir tehlikedir. Dolayısıyla biz, Müslümanları idealistleştirmeye mecburuz. Engelleri aşacak insanlar yetiştirmek zorundayız. Tüm davalar engel tanımayan insanlarla yükselir.
Kastın üçüncü aşamasında insan tam teslimiyeti başarır. Allah’a teslim olamamak manevi bir hastalıktır. İnsanların çoğu bir türlü Allah’a ve kaderine teslim olamazlar. Kastı eksik olan insan, teslimiyet göstermesi gereken bir olay olduğunda imtihanı kaybedecektir. Kast zirvede olduğu zaman insan tam teslimiyet gösterebilir. Allah’a teslimiyet gösteren insan, sonunu düşünmeden sadece görevini düşünerek hedefine doğru ilerler. İşte bu idealist insandır. Gerek Peygamberler gerekse dava arkadaşları inandıkları dava uğrunda bile bile ölüme gitmeyi göze almışlardır. Yani kastları tamamdır, kararlıdırlar, tereddütleri yoktur. Engelleri aşmış ve tam teslimiyet göstermişlerdir. Hz. Hüseyin, davasına ve idealine inanmış, Allah’a teslim olmuş, gemisini yakmış, sonunu değil görevini düşünmüş bir idealisttir. İmam-ı Azam bir idealisttir. Hasan El Benna, Seyyid Kutup ve Bediüzzaman bir idealisttir. Ve daha niceleri… İdealistler hakkı ayakta tutmak için ölümü göze alabilir, ‘Demek ki benim böyle ölmem gerekiyor’ deyip kaderine teslim olabilir. İdealleri onları idealist yapmıştır.
Bu ümmet birçok idealist insan yetiştirdi. Onların arkalarında bıraktıkları cesaret ve güzel eserler gelecek nesillere ilham kaynağı oldu. Hakkı savunan idealistler, davalarından dönmediler, haktan taviz vermediler. Kendilerini değil İslam'ı düşündüler. Maalesef bugün davasını düşünen Müslümanlar az, kendini düşünenlerse çoktur. Çok basit menfaatler için şahsiyetsizce davrananlarla, davasını satanlarla, idealist olamayanlarla hedefe varmak mümkün olmayacaktır.
Peygamberimize vahiy gelmesi onu tam mutmain kılmış, tam bir dava adamı ve tam bir idealist yapmıştır. Kastı yani kararlılığı zirvededir. İlme’l yakîn’in ötesinde ayne’l yakîn’e ulaşmıştır. Hatta melekle görüştüğü için hakka’l yakîn düzeyindedir. Böyle bir iman, Efendimize: “Sağ elime güneşi, sol elime ayı verseniz ben bu davadan dönmem”1 sözünü söyletmiştir. Bu, idealist insan konuşmasıdır, davasından mutmain olan, hedefine kilitlenmiş ve gemisini yakmış insan konuşmasıdır.
Yolumuzda tuzak çoktur. Bugün birçok insan para ile, olmuyorsa güzel bir kadınla, daha da olmuyorsa makam verilerek yolundan döndürülebilmektedir. İdeal kazandırmadığımız insanları kaybetmek çok kolaydır. Mesele gayet mühimdir. Ayrıca yolumuz uzundur. İdealist insana dönüştüremediklerimiz uzun yolda dayanamayacaklardır.
İslami hareketin öncü kadrolarını ‘sağ elime güneşi sol elime ayı verseniz davamdan dönmem’ diyecek kadar idealist hale getirmek zorundayız. İlgilendiğimiz her insanı belki idealist insan haline getiremeyiz ama getirmeyi hedeflemeliyiz. İslam davetçileri ilgilendikleri insanlara ideal kazandıramıyorlarsa kendilerini başarısız kabul etmelidirler. Davetçilerin başarısında bu bir ölçü olarak kabul edilmelidir.
Kur'an-ı Kerim Ahzab Suresi 23. ayette kesin inançlılardan bahsediyor: “Mü’minlerden öyle erkek adamlar var ki onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri O’nun yolunda can verdiler, kimileri de (şehit olmayı) bekliyorlar; (vaatlerini) asla değiştirmediler” buyuruyor. Kur’an-ı Kerim “erkek adamlar” diyerek idealinden vazgeçmeyen idealist insanları anlatıyor. Sözünü değiştirmeyen, davasından ve hedefinden vazgeçmeyen, tam inanmış, tam kararlı insanları...
Allah Azze ve Celle bize ideali de gösteriyor. Enfal Suresi 39. ayette: “Fitne (toplumları bozan gayr-i İslamî düzenler) kalmayıncaya ve din (hayat düzeni) tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” buyuruyor. Ayet büyük bir ideal ve hedef göstermektedir. İdeal olarak gayr-i İslamî medeniyetlerin bitirilmesi ve İslam Medeniyetinin kurulması, hedef olarak da tüm dünya gösterildiğine göre Allah, idealist insan yetiştirmemizi istiyor demektir. Çünkü idealist olmayan insanlarla tüm dünyada İslam Medeniyeti kurulamaz.
Allah Azze ve Celle Duha Suresinde: “Gelecek günler bugünden daha güzel olacak. Sen razı olana kadar Rabbin ileride sana verecek”2 derken sadece Peygamberimize ümit vermek için ya da teselli etmek için böyle buyurmadı. Aynı zamanda O’na ve Sahabe-i Kiram’a gelecek günlerle ilgili ideal kazandırdı. Böyle bir hedef gösterilmeden ve ideal kazandırılmadan insanlar harekete geçmez. O halde bugün bizim de ideal sahibi olmaya ve insanlarımıza ideal göstermeye ihtiyacımız vardır.
Peygamberimiz de ashabına ideal kazandırdı. Buyurdu ki: “Yemen, Bizans ve İran ümmetime verildi. Buralara ümmetim hâkim olacak. Dünyanın doğusu ve batısı dürüldü, önüme konuldu. Benim ümmetim buraların hepsine sahip olacak.”3 Başka bir hadiste: “İstanbul ve Roma fethedilecek”4 buyurdu. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ümmetine hedef ve ideal gösterdi ve bunların birçoğu gerçekleşti, bir kısmı da zamanını bekliyor.
Osmanlı padişahlarını yetiştiren hocaları onlara kızıl elma anlayışı kazandırdı. Her padişahın bir kızıl elması vardı. Oraya kilitlenmiş, başka bir şey düşünmüyor, gözü başka bir şey görmüyordu. Akşemsettin, Fatih’in kalbine İstanbul’u fethetme ruhunu yerleştirdi, onu tam bir idealist olarak yetiştirdi ve bu inançla büyüttü. Fatih Sultan Muhammed küçük yaşta bir idealist oldu. Bir idealist insan ile bazen bir ordu heyecanlanır, harekete geçer ve fetih gerçekleşir. Öyle de oldu.
Bugün de cemaatler müntesiplerine, hocalar talebelerine, babalar çocuklarına bu şuuru yerleştirmeli ve ideal kazandırmalıdırlar. Çocuklarımıza küçüklükten itibaren ideal kazandırmalıyız. Onlar bizden daha idealist olmalıdır. Başka bir şey düşünememeli, davasının delisi olmalıdırlar. Evet, idealist insanlar davasının delisi olurlar. Birçok insanın gözünde öyle görünürler. Çünkü onlar “olamaz” gibi görünen şeyleri istemektedirler. Onlar Kaf dağındaki Anka kuşunun peşindedirler. Kimse inanmaz fakat onlar inanırlar. Fatih de inanmıştı. Tüm itirazlara ve ümit kıran konuşmalara rağmen: “Ya ben İstanbul’u alırım ya İstanbul beni” dedi. Böyle diyenler surları parçalarlar. Böyle diyenler çağları kapatır çağ açarlar. İdealist olmayanlar ise tedbir derler, hazırlık derler ve zor kararları, zor işleri her zaman sonraki nesillere havale ederler. ‘Biz yapamayız. Şimdi zamanı değil, daha vakti gelmedi’ derler. Hâlbuki vakti gelmiştir ama onlar korkaktırlar ve idealist değildirler. Eğer önde gelenler idealist değillerse böyle bir kararı veremezler.
Bizler de bugün arkadaşlarımıza, çocuklarımıza ve talebelerimize kızıl elmamızı öğretmeliyiz. “Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olmalıdır” ve “Yeryüzünde fitne kalmayana ve tüm dünyada Allah’ın medeniyeti kurulana kadar mücadelemiz sürecektir” gibi idealler göstermeliyiz. Böyle bir ideal kazandırabilirsek fireler azalır, çalışanlar ve davet görevini yapıp insan kazananlar çoğalır. İdeali olanlar kendisini geliştirir, ideali olmayanlar kabiliyetlerini öldürür.
İDEALİST İNSAN YETİŞTİRMEK İNSANLARA İDOL GÖSTERMEKLE OLUR
İdealist insan yetiştirmek için öncelikle idollere ihtiyaç vardır. İnsanların çevrelerinde idol insanların olması lazımdır. Bir insanın çevresindeki herkes, işinde gücünde hayatını yaşayan insanlarsa ve çevresinde çilekeş dava adamları yoksa, idealist insanların içinde bulunmuyorsa o kişinin idealist hale gelmesi çok zor olacaktır. Peygamberimiz, Tevhid davasına inanmış bir idealist olmasaydı, onlara hedefler göstermeseydi ve onlara ideal kazandıracak bir eğitim yapmasaydı Ebu Bekirler, Ömerler de idealist olamazlardı.
Bir idealist insan bazen binlerce kişinin idealist olmasına vesile olur. İdealist insanların gayreti, kararlılığı ve sabrı çevrelerine bulaşır. Aynı şekilde idealist olmayan insanların tembellikleri, amaçsızlıkları da bulaşıcıdır. İdeali olmayan insanlar gayretli olmazlar, sabır göstermezler, cömert olmazlar, cesur olmazlar. İnsanı ideali gayrete getirir. İdeali, o yolda başına gelenlere sabır göstermesini sağlar. İdeali onu cömert ve cesur yapar.
İnsanın, tanrılaştırılmayacak, insan olarak görülecek ve örnek alınacak bir idole ihtiyacı vardır. Aslında tanrılaştırılanlar zaten idol olamazlar. Çünkü insan, tanrıyı örnek alamaz. İnsan ancak insanı örnek alabilir. İdollerin ulaşılabilir varlıklar olması gerekir. Ulaşılamayan varlıklar idol olamaz. Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem için “Usvet-ün Hasene” yani “en güzel örnek” demek suretiyle aslında O’nu tüm insanlara idol göstermiş olmaktadır. Bir Müslüman için öncelikle Peygamberimiz idoldür. Ama bazı insanlar Peygamberimizi örnek almak istememekte ve “Biz onun gibi olamayız, o peygamberdi” demektedirler. O yüzden Kur’an-ı Kerim, yalnızca Peygamberimizi değil, önceki ümmetlerden Peygamber olmayan bazı salih insanları ve sahabeyi de idol olarak göstermektedir. Mesela Ahzap Suresindeki ayette: “Mü’minlerden öyle erkek adamlar var ki onlar sözlerini (adaklarını) yerine getirdiler. Kimi şehid oldu kimi de bekliyor. Sözlerini asla değiştirmediler”5 buyurulmaktadır. Demek ki Kur’an, peygamber olmayanlardan da örnekler göstermektedir.
Mesela Kur’an-ı Kerim’de Firavun’un sihirbazları, cesaret örneği olarak veriliyor. Bunlar peygamber değillerdi ve önce basit bir sihirbaz durumundaydılar. Hazreti Musa’nın gösterdiği mucizeyi görünce bir dava adamına dönüştüler ve ölümü göze aldılar. Firavun: “Sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim sonra da hurma kütüklerine asacağım”6 diyerek tehdit ettiğinde: “Zararı yok (istediğini yap), muhakkak ki Rabbimize döneceğiz”7 diyerek cevap verdiler. Kur’an-ı Kerim, birkaç saniyede güçlü bir imana sahip olup Firavun’a meydan okuyan ve ölümü göze alan bu sihirbazları idol olarak bizlere sunar.
Aynı şekilde Buruc Suresinde anlatılan, ateşe atılmış ama imanlarından dönmemiş Müslümanlar… Hiçbir suçları olmadığı halde sadece Aziz ve Hamid olan Allah’a imanlarından dolayı diri diri ateşte yakılarak şehid edildiler. Kur’an-ı Kerim bunları da bize örnek olarak vermektedir. Fakat bu gibi örnekleri, sadece örnek olarak kabul etmek ve sevmek insanı idealist yapmak için yeterli olmamaktadır. Az sevgi kesinlikle onları örnek almayı gerçekleştirememektedir. Çok kuvvetli bir sevgi lazımdır. İnsan ancak bu tür örnekleri çok sevmekle, kuvvetle bağlanmakla idealistleşebilir.
Cemaatlerdeki hocaya olan sevgiyi, itaati ve bağlılığı fazla bulanların büyük hedefleri olsaydı ve idealist insan yetiştirmenin önemini anlamış olsaydılar cemaatlerdeki sevgi ve bağlılığın az bile olduğunu anlarlardı. Belki bazı cemaatlerde yanlış şekilde uygulanıyor, hocalar veya şeyhler idol olmaktan çıkartılıp ilahlaştırılıyor olabilir. Allah’ın sıfatları hocalara ya da şeyhlere veriliyor olabilir. Cemaat karşıtları bunları görünce kızmakta ve tümden idolün bir ihtiyaç olduğunu inkâr etmeye başlamaktadırlar. Yani bite kızıp yorgan yakıyorlar. Hâlbuki idol gereklidir ve büyük hedeflere ulaşabilmek için mevcut bağlılık azdır, daha fazlası lazımdır. İlahlaştırmak tabi ki yanlıştır ama örnek almayı, itaati, sevgi ve bağlılığı eleştirmek doğru olamaz. Örnek alma, örnek alınanları sevme, itaat etme ve bağlanma İslam’ın emridir, olması gerekendir. İdolüne karşı kuvvetli bir sevgi ve bağlılık olmazsa o insan harekete geçmez ve idealistleşmez. Sevmek ve itaat etmek tanrılaştırmak mıdır? İşçi patronuna, asker komutanına, memur amirine, çocuk anne-babasına itaat edince tanrılaştırma olmuyor da cemaat mensupları Allah rızası için, yüce değerler ve büyük hedefler için hocasına itaat ettiğinde onu tanrılaştırmış mı oluyor? Bu anlayış, cemaat karşıtlarının tuzağına düşmektir.
İdolü olan insan, idolünün davasını dava edinir ve böylece idealist bir insana dönüşmüş olur. Dava adamı yetiştirmek isteyenler gençlere idoller göstermek zorundadırlar. Unutmayalım ki biz insanlara idol göstermezsek devletler ya da örgütler onlara başka idoller göstereceklerdir.
Konuya devam etmek dileğiyle. Allah’a emanet olun.
- Beyhaki
- Duha, 4-5
- Tirmizi
- Hakim, el-Müstedrek, IV, 553
- Ahzap, 23
- Şuara, 49
- Şuara, 50