Başyazı

İdealist İnsan Olmak -4

Paylaş:

Hamd; şerefli yarattığı kullarına şereflerine uygun idealler gösteren Allah Azze ve Celle’ye, Salât-u Selam; Allah’ın gösterdiği hedeflere ulaşmak için mücadele eden ve göstermiş olduğu fedakârlığı ile ümmetine her zaman örnek olan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; idealimiz uğrunda engellere takılmadan koşturan ve her şeyi geride bırakıp İslam davası uğrunda mücadele eden tüm kardeşlerime olsun.

İdealist insanın özelliklerini anlatıyordum. Kaldığım yerden devam ediyorum…

  1. İdealist İnsanlar, Sürekli Koşan İnsanlardır

İdealist insan yerinde duramaz çünkü idealleri onu sürekli koşturur. Kur’an-ı Kerim: “Boş kaldığın zaman başka bir işe koyul”1 buyurmakla “boş durma, idealin uğrunda sürekli gayret et” demek istemektedir. Allah Azze ve Celle bu ayetle hedefi uğrunda sürekli gayret eden idealist insan yetiştirmektedir. Nuh Aleyhisselam gibi hiç durmayan, sürekli ideali uğrunda çalışan bir insan modeli…

Allah-u Teâlâ buyuruyor ki: “Nuh şöyle dedi: ‘Rabbim, gerçekten kavmimi gece ve gündüz davet edip durdum. Fakat davet etmem, bir kaçıştan başkasını artırmadı. Doğrusu ben, onları bağışlaman için her davet edişimde, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, örtülerini başlarına çektiler ve büyüklük gösterip-direttiler. Sonra onları açıktan açığa davet ettim. Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve (bazen) kendilerine gizli gizli konuştum. Dedim ki: ‘Bundan böyle Rabbinizden bağışlanma (mağfiret) dileyin; çünkü gerçekten O, çok bağışlayandır.”2 Allah Azze ve Celle bize Nuh Aleyhisselam’ın bu sözlerini aktarıyor ki, “950 sene konuştu ama acaba ara ara mı konuştu, insan 950 sene boyunca davet çalışması yapamaz ki” gibi düşünmeyelim. Hz. Nuh 950 sene gece-gündüz, gizli-açık anlatmış olan, idealine inanmış ve hiç boş durmayan idealist bir insandı. Zaten tüm Peygamberler idealisttirler. Kur’an bu kıssayı anlatırken aslında bize onu idol göstermekte ve “Nuh asırlar boyunca gece-gündüz konuştu, koşturdu, hiç durmadı.  Sizler inandığınız dava uğrunda ne kadar koşturdunuz ve ne kadar konuştunuz?” demek istemektedir.

İdealimiz, İslam Medeniyetine kavuşmak ve tüm dünyada zulme ve şirke son verip İslam’ı hâkim kılmaktır. Bugün bu hedefe varılamadığına göre o halde Müslümanların idealleri uğrunda ara vermeden mücadele etmeleri farzdır. Çünkü farz-ı kifaye olan cihad ibadeti, onu yerine getiren yeterince Müslüman olmadığında yapabilecek olanlara farz-ı ayna dönüşür. İmkânı olduğu halde yerine getirmeyenler ise günahkâr olurlar. O halde idealist bir Müslüman dava adamı, idealine ulaşmak için gece-gündüz mücadele etmek ve mücadelesine ara vermemek zorunda olduğunu unutmamalıdır.

  1. İdealist İnsanlar Fedakârdır

İdealist insan, ideali uğrunda fedakârlık yapar. İdeali uğrunda fedakârlık yapmayan insan idealist değildir. Allah Azze ve Celle fedakâr insan istemekte ve: “Hiç şüphesiz Allah, mü’minlerden karşılığında onlara cenneti vermek üzere canlarını ve mallarını satın almıştır…”3 buyurmaktadır. Demek ki Allah, malını ve canını ortaya koyacak derecede fedakârlık gösteren bir insan yetiştirmek istemektedir. Çünkü davanın başarılı olabilmesi, Allah’ın dünyasında Allah’ın dediğinin olabilmesi, kullara kulluğun bitmesi, zulmün ve günahların azalması fedakâr insanların yetişmesiyle mümkün olabilecektir. Fedakârlık yapmayanlar, idealleri uğrunda canını ve malını ortaya koymayanlar, bir idealleri olduğunu iddia edemezler.

  1. İdealist İnsanların Sınırı Yoktur

İdealist insanlar idealleri uğrunda hizmette ve fedakârlıkta sınırsızdırlar ve inandıkları dava uğrunda “sonuna kadar” derler. İdealist olmayanların ise yapacakları faaliyetler sınırlıdır ve “buraya kadar” derler. Allah kaldıramayacağımız yükü zaten üzerimize yüklememektedir. O halde insan kendisine fedakârlık hususunda sınır koymamalı ve “şunu feda ederim ama bunu etmem, şunu yaparım ama bunu yapmam, buraya kadar” dememelidir.  Bir Müslüman meşru olan her şeyi Rabbi uğrunda yapabilmelidir. Çünkü bilinmelidir ki, Allah için her şeye değer. “Şunu feda etmem” demek, “onu Allah’tan daha kıymetli görüyorum” veya “Allah bu kadar fedakârlığa layık değildir” demektir ve bu, bir Müslüman için caiz olamaz. Elmas için kömür, elbette ki feda edilmelidir.

Biz gerçekten “idealim uğrunda sonuna kadar mücadele etmeye, her şeyimi ortaya koymaya hazırım” diyebiliyor muyuz? Yoksa “bir yere kadar, tehlike olmayacak kadar, menfaatlerimden olmayacağım kadar” mı diyoruz? İdealist olup olmadığını anlamak isteyen kendisine bu soruları sorup samimi olarak cevap vermelidir.

İdealist olanlarla idealist olmayanlar, sınırı olmayanlar ile sınırı olanlar yapacakları faaliyetlerin çeşidi ve miktarı konusunda çoğunlukla anlaşamazlar. Çünkü idealist olanlar idealleri uğrunda daha çok hizmet yapmak ister, idealist olmayanlar ise az bir şeyle yetinirler ve bu bazen samimi insanların bile aralarının açılmasına yol açabilir. İdealistler ekseriyetle çevreleri tarafından anlaşılmazlar ve yalnızdırlar.  Çoğunlukla “aşırı” görülürler. Onların içlerindeki ideal ateşi etrafındakiler tarafından çoğunlukla görülmez. İdealistler anlaşılmamayı, yalnız kalmayı ve fedakârlığı sınırlı insanlarla çalışmayı göze almak zorundadırlar. Çünkü bu, onların kaderidir.

  1. İdealist İnsanlar, İdealleri Uğrunda Hayatlarını Ortaya Koyabilirler

İdealist insanlar, idealleri uğrunda yeri geldiğinde hayatlarını bile seve seve verebilirler. Çünkü idealist insanlar kendilerini ideallerinden daha önemli görmezler. Aksine onlar için idealleri kendilerinden daha önemlidir. İdealistler kendilerini kömür, dava ve ideallerini ise elmas olarak görürler ve kömürü elmas uğrunda feda etmekten çekinmezler. Kazı elde etmek için tavuğu feda etmek doğru olur da elması elde etmek için kömürü feda etmek doğru olmaz mı? Elması kurtarmak için kömürü feda etmeyene akıllı denir mi? Kendilerini ideallerinden daha önemli görenler idealist sayılabilir mi?

İdealleri uğrunda hayatını ortaya koyma ve hayatı küçümseme misalleri sahabede çok fazladır. Onlar kendi hayatlarını ve dünya nimetlerini değil Tevhid davasını tüm dünyaya yaymayı düşünüyor ve bu uğurda her şeyi göze alıyorlardı. Gemilerini yakmış olduklarından dolayıdır ki sahabe orduları kendilerinden çok güçlü orduları Allah’ın izni ile yeniyorlardı. Hatta İran Hükümdarı, sahabe ordusuna karşı Çin Hükümdarından yardım istemek zorunda kalmıştı. Çin Hükümdarı, gelen İran elçisinden İran ordularının asker ve at sayısı bakımından Müslümanlardan çok daha fazla olduğunu, buna rağmen mağlup olduklarını öğrenince İranlı elçiye:

“Komşu hükümdarların birbirlerine yardım ettiğini biliyorum. Sizi memleketinizden çıkaran adamların vasıflarını anlat da nasıl insanlar olduklarını öğreneyim. Çünkü onlar az oldukları hâlde, sizin gibi büyük bir devleti bu şekilde perişan edip yurdundan çıkarmasında bir hikmet olsa gerek. Herhalde onların iyi, sizin ise kötü bir tarafınız vardır ki böyle oluyor” dedi. Sonra Çin İmparatoru elçiye: “Sözlerinde duruyorlar mı?” diye sordu.

Elçi: “Evet” dedi.

İmparator: “Liderlerine itaatleri nasıldır?” diye sordu.

Elçi: “Onlar kadar liderlerine itaat eden kimse görmedim” dedi.

İmparator: “Helâlleri haram, haramları helâl sayarlar mı?” dedi.

Elçi: “Hayır” dedi.

İmparator: “Haramlarını helâl, helâllerini haram saymadıkça hiçbir toplum helak olmaz” dedi ve sonra İran Şahına şu mektubu yazdı:

“Sana, başı Merv’de sonu Çin’de olacak kadar büyük bir ordu göndermem gerekir. Böyle yapmak gerektiğini biliyorum. Ancak senin elçinin bana anlattığı kavim eğer dağları yerinden sökmek isterlerse, bunu yapabilirler. Eğer onlarla bizim aramızda siz olmasanız, böyle vasıflara sahip oldukları müddetçe benim saltanatımı da elimden alırlar. Beni dinlersen onlarla barış ve korumaları altına girmeye razı ol. Onlar sana dokunmadıkça, sen de onlara dokunma.”4 Çin hükümdarı, idealleri uğrunda canını ortaya koyan, dinin emirlerini yerine getiren, haramları helal, helalleri haram yapmayan ve komutanlarına itaat eden bir toplumun mağlup olmayacağını anladığından İran Hükümdarının yardım talebine böyle cevap vermişti.

Buna benzer şekilde İran Orduları Başkomutanı Rüstem, sahabe ordusu komutanlarına rüşvet teklif etmiş ve: “Size mal mülk vereyim, buradan gidin, savaşmayalım” demişti. Hâlbuki o dönemde İran süper güçtü. Ama Rüstem çok iyi biliyordu ki, Müslümanlar idealleri uğrunda kendi hayatlarını hiçe saymakta ve ölümüne savaşmaktadırlar. O yüzden kendilerinin çok zayiat vereceklerini ve savaşı kaybetme ihtimallerinin yüksek olduğunu biliyordu. Bu yüzden anlaşmaya çalışıyordu. Rüşvet teklif edilen komutan sahabi, Rüstem’e: “Ey Komutan! Biz evimizden çıkarken: ‘Ya Rabbi! Senin yolunda şehit olmayı nasip et, bizi bir daha evlerimize geri döndürme’ diye dua ettik. Bize mi rüşvet teklif ediyorsun?” demişti. İdealist olmayanlar idealist olanları anlayamadıkları için Rüstem gibi basit tekliflerde bulunabilirler. Hâlbuki idealleri için kendi hayatını ortaya koyan insanları korkutmak ya da satın almak mümkün değildir.

  1. İdealist İnsanlar, İnsanları Değil Doğruları Dikkate Alırlar

İdealist insanlar, insanların tepkisini dikkate almadan konuşur ve söylenmesi gerekeni açıkça söylerler. Çünkü onların inandıkları doğrular vardır ve inandıklarının doğru olduğundan emindirler. Ayrıca ideallerine kavuşabilmelerinin ve bir gerçeği yerleştirmenin açık sözlü olmakla, insanların ilk tepkilerini dikkate almamakla ve ilk anda anlaşılmamayı göze almakla mümkün olduğunu bilirler. Çünkü üstü kapalı konuştukça ve insanları dikkate aldıkça o ideale inanan bir nesil meydana getirilemez. “Her doğru her yerde söylenmez” diyerek hakikatleri konuşmayanlar, kendilerini çok zeki ve siyaset ehli zannediyor olsalar da aslında ya korktuklarından ya da kesin olarak inandıkları doğruları ve idealleri olmadığından öyle davranırlar. Gerçekten samimi olanlar insanları değil sadece doğruları ve ideallerini dikkate alırlar.

Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e: “Emrolunduğunu gürleyerek söyle”5 buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle, burada idealist insanlarda olması gereken bir özelliğe temas etmektedir. Şirkin ve putperestliğin hâkim olduğu bir dünyada Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, insanların çok şiddetli tepki göstereceklerini bildiği halde onları dikkate almamış ve söylemekle emrolunduğu Tevhidi anlatmış, şirkin tüm çeşitlerini ve tüm putları reddetmiştir. Aynı şekilde Efendimiz Miraç Gecesinde başından geçenleri bazı Müslümanlara anlattığında bir kısmı: “Ya Rasulallah! Bunları kimseye anlatma, vallahi kabul etmezler, seninle alay ederler” dediklerinde Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Rabbim bana Miracı nasip etti, vallahi söylerim” demişti. Efendimizin insanların ne diyeceğini dikkate almaması samimiyetinin ve davasına inandığının delilidir. İdealist insanlar, insanları hesaba katmaz sadece doğruları hesaba katarlar. İnsanları hesaba katanlar, bildiği doğruları konuşmayanlar bir ideale inanmış olamazlar.

  1. İdealist İnsanlar, Engel ve Musibetlere Karşı Yılgınlık Göstermezler

İdealist insanların gözünde ideallerinin dışında hiçbir şey büyük değildir. O yüzden güzel bir şey olduğu zaman çok sevinmez, kötü bir şey olduğu zaman da çok üzülmez ve perişan olmazlar. Çünkü ideallerine doğru giderken birçok problemle karşılaşacaklarını, yollarının yokuş, taşlık ve uçurumlu olduğunu en başından bilirler. Hiçbir ideale kolaylıkla varılamayacağının farkındadırlar. O yüzden her yokuşla karşılaştıklarında, “Buraya kadar, daha fazla gidemeyiz” demezler. Her gece olduğunda sabahı beklemeyi bilirler. Bazen sabah olur bazen gece olur ama idealist bir Müslüman bilir ki, Rabbi onu terk etmez. Duha Suresinde Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e: “Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı”6 buyurulduğu gibi…

İdealist insan, gece olunca bir daha gündüz olmaz diye düşünmez, tekrar gündüzün geleceğinden ümit vardır. Gündüz olduğunda ise bir daha gece gelmez diye düşünmez, her an gecenin gelebileceğini hesaba katar. İdealist olmayanlar gece geldiğinde mahvolurlar. “Eyvah! Yine gece oldu. Kim bilir bu gece daha kaç sene sürecek” derler. Hatta bazen hava bulutlansa bile, “gece mi oluyor acaba?” diye korku yaşarlar. İdealistler ise her şeye hazırdırlar. İster gece olsun ister gündüz, onlar yollarına devam ederler. Hud Suresinde buyurulduğu gibi: “Sabah yakın değil mi?”7

Gece gibi olaylar ve dönemler geldiğinde faaliyetleri bırakıp hizmetlerini buzluğa kaldıranlar idealist değillerdir. 28 Şubat’ta birçok cemaat faaliyetlerini iptal etmişti. Şimdi 15 Temmuz sebebiyle birçokları kenara çekilmiş vaziyetteler. Hâlbuki idealist olsaydılar hiçbir şey onları ideallerinden vazgeçiremezdi. 28 Şubat döneminde aynen şöyle konuşuyorlardı: “Biz faaliyetlerimizi topladık, derledik buzluğa kaldırdık. Uygun günler geldiğinde tekrar çıkaracağız.” Ben de o yıllarda: “Siz eti buzdolabına koyarsınız, bir-iki sene sonra çıkartıp yiyebilirsiniz. Ama cemaati buzdolabına koyarsanız bir sene sonra cemaat diye bir şey kalmaz” demiştim. İdealist insanlar ideallerini buzdolabına kaldırmazlar. Gece de olsa ideallerinden vazgeçmezler, idealleri uğrunda bir şeyler yapmak için uygun günleri beklemezler. Yapabildikleri kadarını yapmaya devam ederler ve ümitlerini kaybetmezler. Her karanlık gecenin bir nurlu sabahının olacağını bilir, onu beklerler. Nasıl ki bir insanı soğuk hava deposuna koysalar kurtulmaya çalışır, kurtulamıyorsa “Allah, belki sabahleyin birisini gönderir ve beni kurtarır, sabaha kadar dayanmam için hareket halinde olmam lazım” diye düşünür ve sürekli hareket ederse aynı şekilde idealist insanlar da sürekli faaliyet yaparak gecenin bitmesini beklerler. Şayet “gece oldu, buraya kadarmış” derler, ümitlerini kaybeder ve tembelleşirlerse bu, onların idealist olmadığının delilidir. İdealistler hiçbir zaman kontağı kapatmazlar. Kontağı kapatmak idealden vazgeçmek demektir. “Buraya kadarmış, daha ötesi yok” diye düşünüp Allah’tan ümidi kesmektir. Kur’an-ı Kerim’in Al-i İmran Suresinde: “Nice peygamberler vardı ki beraberlerinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da onlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever”8 buyurduğu unutulmamalıdır.

İdealistler beşinci vitesle gidebiliyorlarsa dörtle gitmeye razı olmazlar. İdeale bir an evvel varabilmek için beşinci vitesle gidebileceklerken neden dörtle gitsinler? Beşinci vitesle gidemediklerinde dörtle, bu da mümkün olmadığında üçle, olmazsa ikiyle, ikiyle gidemediklerinde ise birle giderler. Yol kapalıysa, birinci vitesle bile gidilemiyorsa mecburen dururlar ama asla kontağı kapatmazlar. Kontağı kapatanlar biterler.

  1. İdealist İnsanlar Davasının Delisidirler

Dava adamı olmak ile hizmet adamı olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Hizmet adamları çoktur ama dava adamları azdır. Hizmet adamları “bir yere kadar” derken dava adamları “sonuna kadar” derler. Hizmet adamları kolay hizmetleri yaparken dava adamları zor hizmetlere taliptirler. Hizmet adamları kendi işini ve özel hayatını ön planda tutarken dava adamları davalarını kendi menfaatlerinden ve özel hayatlarından üstün tutarlar. Hizmet adamları idealist olmayabilirler ancak dava adamları davasının delisi olan idealist kimselerdir. Hizmet adamları verilen bazı küçük görevleri hatta zor veya tehlikeli olmayan büyük görevleri de yerine getirirler ama aslında onlar gemilerini yakmış değillerdir. Kimi Allah rızası ve sevap kazanma arzusu ile kimi sosyal faaliyetleri sevdiği için kimi görev verenlere karşı mahcup olmamak için hizmet yaparlar. Canları istediği müddetçe görevlerini yerine getirirler. Ancak zorlandıklarında veya hoşuna gitmeyen durumlar olduğunda ya da kendilerince bir tehlike gördüklerinde bırakır giderler. Hatta bu gibi sebepler olmasa bile yıllar içinde yorulduklarından, usandıklarından veya dünyaya daldıklarından dolayı yine bırakanlardan olurlar. İdealleri olmadığı için çabucak vazgeçebilirler. İdeali olanlar ise verilen görevler ne kadar zor olursa olsun ve ne kadar uzarsa uzasın görevlerinden vazgeçmezler, hoşuna gitmeyen bir görev verilse de görevlerini terk etmezler.

Bu davada bir kısım insanlar nişanlanmış kimselere bir kısmı ise nikâhlı kimselere benzer. Nişanlı olanlar nişanlısında bir kusur gördüklerinde kolaylıkla nişandan vazgeçerler. Ancak evli ve çocuğu olanlar ise eşini ve çocuklarını kolay kolay bırakamazlar. Hizmet adamlarının bir kısmının davalarıyla olan birliktelikleri nişanlıların birlikteliğine, bir kısmınınki ise evli ve çocuğu olan eşlerin birlikteliğine benzer. Nişanlananların ayrılmaları kolaydır ancak nikâhlananların boşanması ise zordur. İdealist dava adamlarına gelince; onların davaları ve idealleri ile olan beraberlikleri kalpleri ile olan beraberlikleri gibidir. Ayrılmaları hiçbir şekilde mümkün değildir. Onlar davalarından ayrılmayı ve ideallerinden vazgeçmeyi kalplerinden ayrılmak gibi görürler. Kişi kalbinden ayrıldığında nasıl ölürse davasından ayrılan dava adamları da manen ölürler.

Konuya devam etmek ümidiyle… Allah’a emanet olun.

  1. İnşirah, 7
  2. Nuh, 5-10
  3. Tevbe, 111
  4. Yusuf Kandehlevî (r.h.), Hayâtü’s- Sahabe, 4.c. 459-460.s
  5. Hicr, 94
  6. Duha, 1-3
  7. Hud, 81
  8. Al-i İmran, 146