İnsanoğlu tarih boyunca hem bireysel olarak iç dünyasında hem de toplumsal yaşantısında hakikate, doğruyu bulmaya ihtiyaç duymuştur. Sosyal bir varlık olarak yaratılması, diğer birçok ihtiyacıyla birlikte insanı toplumsal yaşamın içerisinde neyi nasıl yapacağına dair doğru bilgiye de muhtaç kılmıştır. İşte bu noktada insanın düşünce dünyasına ve toplumsal yaşamındaki tüm olgu ve olaylara karşı bakışını ve tutumunu, dinler ya da ideolojiler oluşturmuştur. Varlığını anlamlı bir şekilde devam ettirme arzusu ve başıboş, ne yapacağını bilmez bir halde bırakılmadığını hissetmesi insanı bu arayış yolculuğunda doğruya sevk etmiştir. Ancak tarih sahnesine baktığımızda insanlığın bu noktada çoğu zaman iyi bir sınav vermediğini görürüz. Bunun sebepleri ayrı bir çalışma konusu olmakla beraber şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki; “kutsal’’ terk edilip geçici menfaat ve nefsi arzular hakikatin önüne geçirildiğinde insanlığın daima yanlışa saplanıp kalması kaçınılmaz olmuştur. Dinin etkisinden çıkma düşüncesi sözde özgürlük ama neticede kölelik doğurmuştur. Her ne kadar birileri bunu bir aydınlanma dönemi olarak kabul etse de insanlığın dünya genelinde düştüğü bugünkü duruma baktığımızda, kutsaldan kopuşun ne denli ağır sonuçlar doğurduğunu ve dünyayı nasıl bir karanlığın kapladığını görmekteyiz.
İdeoloji, bir kavram olarak 18. yüzyılın sonlarında ortaya çıksa da insanın dünyayı anlamlandırma biçimi ve buna göre kendisine nasıl bir yol çizdiği manasında düşünülürse aslında insanlık tarihinin en başından itibaren var olmuştur denilebilir. İdeoloji, sözlük anlamında; “siyasal ve toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir grubun davranışlarına yön veren politik, hukuki, bilimsel, felsefi, dini, moral ve estetik düşünceler bütünü’’1 olarak tanımlanmaktadır. İdeolojinin tanımından yola çıkarak bile insanın dünyayı anlamlandırma biçimini ve buna göre kendisine nasıl bir yol çizeceğini kendi başına belirlemesi veya bunda tamamen isabet etmesinin mümkün olmadığını anlarız. Nitekim insanlık, tarih sahnesinde boy gösteren Komünizm, Sosyalizm, Faşizm gibi birçok ideolojinin pratik olarak çöküşüne şahit olmuştur. İnsan haklarını ve eşitliği temel ilke edindiği iddia edilen Demokrasinin de özellikle Gazze’de yaşananlardan sonra adeta kalp çarpıntıları yaşamaya başladığını söylemek yanlış olmasa gerek. Bu durum tüm ideolojiler için kaçınılmaz bir sondur. Çünkü iç yapısını, ruhunun derinliklerini bilemeyen; ihtiyaçlarına cevap verecek, kendisini mutlu edecek, karşılaştığı problemleri adalet içerisinde çözecek kadar kendini tanıyamayan, hatta anatomisine bile tam manasıyla hâkim olamayan insan, kendi kendine çizeceği yollarla nasıl hakikate ulaşabilir? Asırlardır ayakta duran ve insanlığa barışı, adaleti, huzuru getiren bir ideoloji var mıdır?
Sanayi devrimlerinden sonra, özellikle ‘‘ideolojiler çağı’’ olarak nitelendirilen 19. yüzyılda ortaya çıkan düşünceler, siyasal yönetimin dini değerlere dayandırılmasını geri kalmışlığın asıl nedeni olarak kabul etmiştir. Kilisenin güçlü olduğu dönemde halka dayattığı şey, din adı altında kendi şekillendirdiği dogmalar olmuştur. Belli dönemler dinlerin etkisinden çıkmaksızın yaşansa da gücü elinde bulunduranlar kendi elleriyle yazdıklarını, kendi düşüncelerini empoze etmek suretiyle çoğu kez dinleri de ideolojilerin etkisi altında bırakmışlardır. Öte yandan dinin toplumları yönlendirme ve yasallaştırma (benimsenen bir kural haline getirme) gücü kabul gören bir gerçektir. Ancak dinin bu gücü, çoğu zaman halkı sömürmek isteyen çıkarcı iktidarlar tarafından istismar edilmiştir. Yani kimi zaman ideolojiler dini etkilerken kimi zaman da din ideolojileri etkisi altına almış, kullanmıştır. İslam uzun süre bu etkiden korunsa da yaşam biçimlerini değiştiren Müslümanlar dönem dönem dinlerini de değişime uğratmış, içini boşaltmışlardır. Kendi çıkarlarına dayanan uygulamaları din kılıfına bürüyerek halkı sömürmek, belli bir süre sonra dine karşı düşüncelerin gelişmesine neden olmuştur. Bu gibi dönemlerde ideolojiler dine karşı bir üstünlük sağlar gibi olmuş hatta sekülerizm teorisi 20. yüzyılın sonlarına doğru artık dinlerin tamamen ortadan kalkacağını iddia etmişse de insanın inanmaya ve hakikate olan ihtiyacı bu teoriyi çok geçmeden çürütmüştür. Allah Azze ve Celle’nin yüce kelamı olan ve asla tahrif edilemeyen, değiştirilemeyen Kur’an ise her dönemde sunduğu çözümler ve insan ruhuna uygun yapısıyla dimdik ayakta durmuştur. Benzersiz bir medeniyet projesi olan Kur'an, uygulandığı dönemlerde olduğu gibi tüm zamanlar için de evrensel bir kurtuluş reçetesi olarak önümüzde durmaktadır.
A'raf Suresi 158. ayette şöyle buyrulmaktadır: “De ki: Ey insanlar! Şüphesiz ben, yer ve göklerin hükümranlığı kendisine ait olan Allah’ın hepinize gönderdiği bir peygamberim. O'ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, diriltir ve öldürür. O halde Allah’a ve O’nun sözlerine inanan Rasulüne, o ümmî Peygambere iman edin ve O'na uyun ki doğru yolu bulasınız…” İbn Âşûr, 158. ayetin başındaki “ey insanlar” ifadesindeki “en-nâs’’ lafzının başındaki harf-i ta'rifin istiğrak (bir cinsin bütün bireylerini içine alan belirtme edatı) bildirdiğinden hareketle ayette bütün beşeriyete hitap edildiğini ileri sürmektedir. Çünkü Kur’an’da “en-nâs” gibi âmm lafızların açıkça tahsisini sağlayan ifadeler bulunmadığı müddetçe, mananın genele hamledilmesi daha isabetli görülmektedir.2 Ayetin siyak-sibakı göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’ın bütün insanlığı muhatap aldığı açıkça görülmektedir. Yine “Biz seni ancak bütün insanlara bir müjdeci ve bir uyarıcı Peygamber (olarak) gönderdik; lakin insanların çoğu (bunu) bilmezler”3 ayetinde geçen “keffe” lafzına müfessirlerin çoğu “hiçbir ferdi veya milleti istisna etmeksizin insanların tamamı” anlamını yüklemişlerdir. Kur’an’ın evrenselliğini en net şekilde ortaya koyan bu ayetlerin Mekke döneminde gelmesi ve bu ayetlerde Kur’an’ın mesajının tüm dünyaya yayılacağına işaret edilmesinin kısa sürede gerçekleşmeye başlaması, Mekke’yi aşıp tüm Arap yarımadasına yayılması da Kur’an’ın ayrı bir mucizesidir. Yine bununla birlikte Kur’an’ın çağlara meydan okuyan “bir benzerini getirin”4 çağrısı da barındırdığı mesajın evrenselliğine işaret eden ayrı bir delildir. Kur’an’ın evrensel olması, prensip ve hükümlerinin kıyamete kadar gelecek olan tüm toplumlara uygun olması anlamına da gelir. Uygulandığı dönemlerde insanların tüm ihtiyaçlarına en uygun çözümleri getirmiş olması, erdemli toplumlar meydana getirmesi bu meydan okumanın ne kadar haklı olduğunu bizzat ispatlamıştır.
Kur’an insanlara nasıl ibadet edeceklerini göstermek için gönderilmiş bir kitap değildir. Eğer Kur’an tüm insanlığa doğru yolu gösterme gayesiyle gönderilmemiş olsaydı, peygamberler de böyle bir misyon ile ortaya çıkmamış olsalardı o durumda çıkarları, zaafları, nefsi arzuları olsa da insanoğlunun sınırlı aklıyla ortaya bir çıkar yol koyması kabul edilebilirdi. Ancak Kur’an, insanlığa doğru yolu gösterip onları dünya ve ahiret saadetine kavuşturmak için Allah Azze ve Celle’nin indirmiş olduğu son ilahi kitaptır. Müslümanlar her ne kadar bu kitaba iman ettiklerini söyleseler; ibadetlerinde, taziyelerinde, dualarında sürekli okuyor olsalar da Kur’an’a bir medeniyet projesi ve kurtuluşun, adil ve insanca yaşamanın rehberi olarak bakmadıkları için ideolojilerin hakimiyeti altında yaşamayı benimsemiş durumdadırlar. O halde Kur’an’ın evrensel olduğuna iman etmiş bir ümmet olarak şu anda temel problemimiz, inandığımız kitabımızı hayatımızda tatbik etmemiz gereken ve tüm sorunlarımızı çözecek bir kitap olarak görmeyişimizdir. Temelde böyle büyük bir yaklaşım hatası olunca maalesef Müslümanlar da ilmi sonsuz olan, her şeyi bilen Allah Azze ve Celle’yi bırakıp koyduğu kanunların birkaç yıl sonra bile nasıl sonuçlar vereceğini dahi bilemeyen insan yapımı hayat modellerini medeni(!) görüp kurtuluşu onlarda arar olmuşlardır. Bu noktada yapmamız gereken en acil mesele evrensel bir kurtuluş rehberi olan Kur’an-ı Kerim’i hayatımızın her alanında bize yön verecek temel kaynak5 olarak benimsemek ve tüm yaşantımızı derhal ona göre organize etmektir. Kur’an güneşi üzerimize doğduğunda geçici olarak üzerimizde parlayan ideolojilerin ışığı sönecek ve işte tüm insanlık için asıl aydınlanma o zaman gerçekleşecek, Allah Azze ve Celle de bizi ideolojilerin düşürdüğü ‘‘karanlıklardan aydınlığa çıkaracaktır.’’6
- TDK Sözlük; https://sozluk.gov.tr/
- İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 1/325-326)
- Sebe, 28
- Bakara, 23-24; İsra, 88
- Bakara, 2
- Bakara, 257