“Bir”den Önce Kaç Var?
Rum asıllı bir ateist, ulema ile münazara eder ve İmam-ı Âzam’ın hocası Hammad b. Seleme (r.h.) hariç hepsini susturur. Ona karşı kimse yeterli mâlumatı ortaya koyamaz. İmam-ı Âzam o tarihte henüz çocuktur. Hammad ateistin aynı şekilde Ebu Hanife’yi de susturmasından ve İslam’ın bundan zarar görmesinden endişe eder. O gece rüyasında bir ağacın filiz ve dallarını bir domuzun yediğini görür. Domuz, gövdesi hariç bütün ağacı yer. Ağaçtan bir aslan yavrusu zuhur eder ve domuzu öldürür.
Rüyanın görüldüğü sabah Ebu Hanife hocasının yanına gider, onu ateistle yapılan münâzaralardan dolayı son derece üzüntülü görür. Münazaralar ve görülen rüya Hammad b. Seleme’yi etkilemiştir. Ebu Hanife (r.a.) hocasının gördüğü rüyayı şöyle tevil eder: “Elhamdülillah, domuz o muzır ateist; ağaç ilim, dalları sizin dışınızdaki âlimler, gövde siz, ondan doğan aslan yavrusu ben; ve ben Allah’ın yardımıyla o ateistin hakkından geleceğim.”
Bu teville hocasına moral veren Ebu Hanife (r.a.) onunla birlikte münâzaranın akdedileceği camiye gider. Ateist minbere çıkar ve tartışacağı kişiyi ister. Çocuk olduğu halde karşısına Ebu Hanife çıkar. Ateist yaşına bakarak onu küçük görür. Ebu Hanife: “Yaşla insanları kıymetlendirmeyi bırak da ne söyleyeceksen onu söyle” der. Ateist Ebu Hanife’nin cesareti karşısında dona kalır. Belli bir zaman geçtikten sonra kendini toparlar ve Ebu Hanife’ye: “Başı ve sonu olmayan bir şeyin mevcudiyeti nasıl mümkün olur?” diye sorar. Ebu Hanife:
- Sayı sistemini bilir misin?
- Evet.
- O halde söyle bakalım “bir” sayısından önce ne vardır?
- O ilktir, ondan önce sayı olmaz.
- Mecazî manada “bir” olan sayıdan önce bir şey olmaz da gerçek anlamda “bir” olan Allah-u Teâlâ’dan önce nasıl bir şey olur?
Ateist bu cevaba karşılık veremeyince yeni bir meseleye geçer ve Ebu Hanife’ye:
Hiçbir şeyin yönlerden hâli olmadığını, bu durumda –haşa- (Allah-u Teâlâ’nın da bir yönünün olması gerektiğini) O‘nun (c.c.) görünüşünün hangi yöne doğru olduğunu sorar. Ebu Hanife (r.a.):
- Lambayı yaktığında ışığı hangi yöne doğrudur?
- Işığı alma noktasında bütün yönler eşittir.
- Mecazî ışığın durumu bu ise, göklerin ve yerlerin ebedî ve daimî nuru Allah-u Teâlâ nasıl olur? O‘nun yönlerden münezzeh olması evleviyetle gereklidir.
Ateist bu cevaba da karşılık veremez ve yeni bir bahis açar. Ebu Hanife’ye hitaben şöyle der: “Mevcut olan her şey için bir mekân olmalıdır. Madem Allah vardır o halde nerededir?” Ebu Hanife ateiste karşılık verme yerine etraftakilere emredip meclise süt getirtir. Ardından da ateiste: “Bunda yağ var mı?” diye sorar. Ateist “Evet” diye karşılık verince Ebu Hanife şöyle der:
- Yağ sütün neresindedir?
- Belli bir yerle sınırlı değildir.
- Varlığı geçici olan bir şeyin durumu böyle olursa yer ve göklerin yaratıcısı ebedî ve sonsuz olan Allah’ın durumu nasıl olur?
- O ne ile meşguldür?
- Sen bütün bu soruları minberde iken sordun. Ben de onlara cevap verdim. Şimdi sen yere in, minbere ben çıkayım.
Ateist iner ve Ebu Hanife söylediği gibi minbere çıkar. Ardında da ateistin sorusunu yanıtlar: “Minberde senin gibi yaratanı, yaratılanlara benzetenler olduğunda onu indirir; yerde de benim gibi muvahhitler olduğunda onları oraya çıkarır. ‘O her an yeni bir ilahî tasarruftadır.’1 Ateist şaşırır; tek kelime konuşamaz.
Eşsiz Kâinat Kendiliğinden Var Olur Mu?
Zamanın birinde bir ateist: “Ben görmediğim şeye inanmam şu kâinattaki her şey kendiliğinden var olmuştur” der ve hiç kimse ona Allah’ın varlığını ispatlayamaz. Zamanın âlimleri toplanırlar istişare ederler ve derler ki: “Bu işi çözse İmam-ı Azam Ebu Hanife çözer.”
Gider İmam-ı Azama olayı anlatırlar. İmam-ı Azam onlara derki: “Tamam ben o adamla konuşurum, yarın o adamı alın filanca yerde beni bekleyin. Fakat ben gecikirsem siz onu beklemeye ikna edin, ben Allah’ın izni ile geleceğim” der ve karar alıp oradan ayrılırlar.
Sabah olur ve âlimler ateisti alırlar ve söylenen yere beraberce giderler...
İmam-ı Azam hazretleri kasten toplantıya bir saat kadar geç gelir. Ateist İmam-ı Azam’ın geciktiğini görünce: ‘Bakın imamınız korktu gelemiyor’ der. Bu sözü söylerken İmam-ı Azam içeri girer. Ateist ve diğerleri İmam-ı Azam’a neden geç kaldığını sorarlar.
O da: “Bilirsiniz ki benim ev nehrin karşı kıyısındadır ve oradan bu kıyıya günde bir tek sefer gemi gelir ve ben o gemiyi kaçırdım, kayıkta yoktu. Irmaktan geçemedim, bir de baktım ki yanımdaki ağaç parçalara ayrıldı, gökten yağmur yağar gibi çivi yağdı ve o odun parçalarını birbirine tutturup kayık haline getirdi. Ben de binip geldim, ondan geciktim” der.
Ateist gülmeye başlar: “Gördünüz mü nasıl yalan söylüyor, hiç kendiliğinden bir ustası olmadan kayık yapılır mı? Bu adam delirmiş ben bu deliyle atışmam” der.
İmam-ı Azam hazretleri hemen taşı gediğine koyar: “Bir kayık ustasız kendiliğinden olamazsa, bu koca kâinat kendiliğinden nasıl var olur? Ben bir kayığın kendiliğinden var olduğunu söylediğimde sen bana güldün ‘delidir’ dedin. Oysa sen koskoca kâinatın kendiliğinden var olduğunu ispata çalışırsın. Şimdi söyle asıl deli ben miyim, yoksa sen mi?” diyerek ateistle münazara bile etmeden galip gelir.
Ve ateist gerçeklerin farkına varır. Kafasında şimşekler çakar, Allah’ın hidayetine mazhar olur, tevbe eder ve Müslüman olur... 1
- Taşköprüzade, Miftahu’s -Saade, Beyrut, 2002, II, 186