Sözlük anlamı; “tükenmek, azalmak” manalarına gelen, “nafaka” (ihtiyaçların tamamı için gerekli kazanç) olarak dilimizde de kullanılan infak kavramı; ıstılahta “malı veya genel olarak hayır namına verilmesi gereken şeyleri Allah yolunda harcamak, tüketmek” anlamlarına gelir. İnfak kavramını sadece zekât, fitre ve sadaka olarak nitelendirmek, bu kavramın anlamını daraltmak olabileceği gibi aynı zamanda sadece zenginlerin yapabileceği ve onlardan beklenen bir duruma indirgenmesi demek olur. Hâlbuki İslam’daki hükümler ekseriyetle genele yöneliktir ve tüm toplumu göz önünde bulundurmaktadır. Toplumun tüm kesimlerinin o emir ve yasaklardan, tavsiyelerden alacağı bir hissesi mutlaka vardır. İnfak kavramı Kur’an’da yaklaşık olarak (türevleriyle beraber) iki yüz yerde geçen ve böylece önemi vurgulanan bir kavramdır. Biliyoruz ki bir meselenin bahsi Kur’an’da ne kadar çoksa o mesele o kadar önemlidir ve önemsenmelidir. Kur’an’ın geneline göre infak; zekât ve sadakayı da içine alan ancak onunla sınırlı olmayan, maddî tasarrufun yanında manaya ait fayda, değer ve varlıkları (ilim, zaman gibi) imkânlar ölçüsünde sarf etmeyi de içeren çok geniş bir kavramdır. İnsanların mal-mülk-makam yarışına kapıldıkları, insanî ve İslamî kimliklerini kaybettikleri bu zamanda, bizler bu yarışın dışında kalıp, infak kavramının anlamlarından bazıları üzerinde durup, bize yüklediği sorumluluğu anlamaya çalışalım.
İnfak, kişinin takvasının gereği olan, Kur’an’ın kılavuzluğunun ve yolu aydınlatmasının tam manasıyla gerçekleşebilmesi için kuşanılması gereken bir vasıftır. Daha Kur’an’ın ilk sayfalarında bu kitabın takva sahiplerine hidayet kaynağı olacağı belirtilirken, takva sahiplerinin bir özelliğinin de “kendilerine verilen rızıktan infak ederler”1 olduğu vurgulanıyor. Merhum Elmalılı bu ayeti yorumlarken: “Bir şeyin rızık olması için faydalanılması (fayda) şartı vardır” diyor. Dolayısıyla faydalanılan (veya başkalarına faydalı olan) her şey bu anlamda rızıktır.
Bu ayette vurgulanan bir şey de “rezeknâhum” (kendilerine verdiğimiz rızıktan) ifadesinde ortaya çıkıyor. Aslında verdiğimiz şeyler bize bahşedilen, temelde bize ait olmayan, emanetçisi olduğumuz nimetlerdir. İnfak-takva ilişkisi bununla da sınırlı değildir. Verirken de takvayı elden bırakmamak, ‘acaba kabul olur mu’ korkusunu içimizde taşımak gerektiğini Kur’an atmosferinden öğreniyoruz. Hz. Âdem’in oğlu Habil’in, Rabbine sunduğu koç kabul edildiğinde; “Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder”2 ifadesi, yine İmran’ın hanımı Hanne’nin, Meryem’ini daha doğmadan adadığı sırada “benden kabul buyur”3 demesi, Allah için verirken aynı zamanda takvanın etkisiyle kalpten yansıyan samimi ifadelerdir.
İnfakta asıl olan kişinin neyi, ne kadar verdiği değil, verilen şeyin o kişi için ifade ettiği değerdir. Bu sebeple infak edilen şeyin, sevilen ve kişi için en kıymetli olanlardan olması şart koşulmuştur. Allah emrettiği için yapıldığından, hakikatte kişi, yaptığı infakla imanının gereğini, Allah’a olan bağlılığının neticesini ortaya koymuş olur. Sevdiği şeylerden vermesini isteyen Allah’tır, dolayısıyla verilmediği zaman kişide Allah’a olan sevgi değil de, mala olan tamahkârlık ön plâna çıkmış olmaktadır. “Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikçe iyiliğe erişemezsiniz”4 ayetinin işaret ettiği “birr”e (iyilik, takva, Allah’ın rızası) ulaşabilmenin yolu ancak sevdiğimiz şeyleri Allah yolunda sarf etmekle mümkündür. Ebu Talha’nın en çok sevdiği malı Beyraha (bahçesi)’sını ve Hz. Ömer’in Hayber’deki hissesini ümmete vakfetmesini, İbn-i Ömer’in en sevdiği cariyesini azad etmesini, bu ayeti hakkıyla anlamalarına yorabiliriz.
Bazen verilen miktar küçüktür ama o an için anlamı çok büyük olabilir. Veren kişinin başka bir şeyi yoksa vermiş olduğu o küçük şeyin infak kavramına kattığı değere bakılır ve ona göre karar verilir. “Bir dirhem, yüz bin dirhemi geçmiştir” hadisini başka nasıl izah edebiliriz? “Nasıl olur?” diye sorulduğunda, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Bir adamın iki dirhemi vardı, bunlardan birini tasadduk etti. Diğeri ise malının yanına varıp içinden yüzbin dirhem çıkardı ve tasadduk etti.”5 Görüldüğü gibi miktardan ziyade verirken yapılan fedakârlık boyutu daha fazla önem arzetmektedir.
İnfak, kişinin dünya sevgisi tehlikesinden kurtulmasına vesiledir. “Ve Allah yolunda infak edin. Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın…”6 Cimrilik yapıp infak etmeme, insanın kendi eliyle kendini tehlikeye atması, sigorta kapsamının dışına çıkarması anlamına gelirken; infak etmek ise kişiye gelecek bela ve musibetleri önleyen, gazabı rahmete çeviren, insanı kötülüklerden arındıran ve felaha erdiren bir erdemdir. İnfak etmek, dostluğun ve hiçbir şefaatçinin faydasının olmayacağı günde, insanın elinden tutan sıcak bir dost, bir yardımcıdır. Yine infak, toprağa atılan bereketli bir dane (tohum) dir. Her daneden yedi başağın meydana geldiği, her başağında da yüz danenin bulunduğu7 bereketli bir tohum tanesidir. Bu yönden bakıldığında infak, aslında malın eksilmesi değil, tam tersine bereketlenmesidir. Hadislerde, yapılan infakın normal zamanda kişiye bire yedi yüze kadar sevap kazandıracağı bildirilirken, bunu Allah yolunda cihad esnasında yaparsa sevabının bire yedi yüz bin olacağı zikredilmektedir.
İnfak sadece malla yapılmaz, verilen her nimeti Allah’a ve Allah yoluna sunmakla da infakı gerçekleştirmiş oluruz. İnfak denince evvela zekât, fitre, sadaka akla gelse de, Müslüman kardeşine gülümsemenin sadaka olduğu hadisinden anlıyoruz ki, birçok şeyi infak kapsamında düşünebiliriz. Madem ki bize verilen her nimetin hesabının sorulacağını biliyoruz. O halde her şeyimizi ortaya koyarak mücadele etmeli, herkes gücü nispetinde nimeti Allah yolunda kullanarak şükrünü eda etmeye çalışmalı, ta ki bu şekilde daha büyük nimet olan İslam Medeniyeti’ne ulaşılabilinsin. Nerde insanı sadece maddi bir varlık olarak gören, kişiyi ferdiyetçi, bencil, zevklerinin peşinden sürükleyen Batı Medeniyeti, nerde insanın manevî yönlerini de düşünüp onu yüceltmeye çalışan İslam Medeniyeti. İslam Medeniyeti dışındaki hangi medeniyette infak kavramı, kardeşini kendi nefsine önceleyen îsâr ahlâkı, karz-ı hasen (güzel bir borç verme) anlayışı mevcuttur? Böyle bir medeniyet aslında sadece Müslümanlar için değil tüm insanlık âlemi için büyük bir nimettir. Bu büyük nimete ulaşmak için her şeyimizi seferber etmek, bize verilen tüm nimetleri bu yolda sarf etmek en büyük sigortamız olacaktır. Çünkü “Sonra o gün mutlaka her nimetten sorulacaksınız”8 ayetinin muhatapları olarak hesap günü gelmeden kendimizi hesaba hazırlamak zorundayız.
1) Bakara, 3
2) Maide, 112
3) Âli İmran, 35
4) Âli İmran, 92
5) Nesâi, Zekat, 49
6) Bakara, 159
7) Bakara, 261
8) Tekâsür, 8