Makale

İnsanın Varoluş Amacına Perde Olan Gösteriş Tutkunluğu

Paylaş:

İnsan nereye doğru gittiğinin farkında mıdır? Hızla gelişen teknolojinin insan hayatına ne tür etkileri vardır? Yeni bir dünya ile karşı karşıyayız. İnsanın çabaladığı ama bir türlü hedefe ulaşamadığı ve insanı fıtratından uzaklaştıran materyalist bir dünyadır bu. İnsanın bilerek, isteyerek bağımlısı olduğu bu dünyada ihtiyaçları gidermekten öte bir tüketim hâkim artık. “Tüketim, bireyleri özgürlükten yoksun bırakan ve başkaları tarafından fark edilmek için kendi kendine yabancı kılan bir davranış şeklini almaktadır. Toplumda göz önünde olan bireyler gibi fark edilir olmak uğruna sarf edilen çabalar Marcuse’un tek boyutlu mekanik insan modelini yaratmaktadır.”1 Herkes gibi olan insan aynı zamanda özgürlüğünü de kaybetmektedir. Hayalleri vardır ancak hayallerine ulaşacak şekilde kendini programlamamaktadır. Dolayısıyla iç potansiyeli önünde asıl kendisi kendine engel olmaktadır. Ama engel olduğunu da bilmemektedir çünkü yaşadığı toplum Marcuse’un tek boyutlu insan modeli gibi programlanmıştır.

“Reklamlarda sık sık görülen ‘giydiğin şey seni anlatır’, ‘kullandığın araba seni anlatır’ ya da ‘taktığın saat seni anlatır’ şeklindeki mesajlar ile bireylere, söz konusu ürünler ile kendilerini ifade edebilecekleri, kim olduklarını hatırlatabilecekleri ya da benlik bilincini koruyabilecekleri empoze edilmeye çalışılmaktadır.”2 Aslında durum daha da tehlikeli bir boyuta geçmektedir. Birey kimliğini nesnelerle bağdaştırarak, hayalindeki en iyi kimliği bu şekilde satın alarak topluma sunmaktadır. Bunun sonucunda takıldığı sanal veya gerçek ortamlardan onay alarak geçici hazlara odaklanmaktadır. “Bu bağlamda bireyleri tüketim konusunda güdüleyen temel faktör, ürünün sağlayacağı fonksiyonellikten çok ürüne sahip olmanın sağlayacağı hazdır. Nitekim bir tüketim nesnesinden elde edilebilecek haz, sosyal ve duygusal kazanımları ifade etmektedir. Tüketim nesneleri ile farklılığını ortaya koymak, bir gruba ait olmak ve sosyalleşmek gibi amaçlar doğrultusunda hazcı tüketim gerçekleştirilmektedir. Bu gibi amaçlarla tüketim yapan kişilere ise ‘hedonist’ tüketiciler denmektedir.”3 Dolayısıyla her yaş grubuna göre hatta hayatın her anına yönelik sembolik anlamlar taşıyan üretim hakimdir. Bu üretim sürekli değişen kimlikteki hedonistleri bulmaktadır. Hedonistler özdeşim kurduğu hedonistlerle bu çarkın içinde evirilmektedir. İçten içe prestij, güç, tanınma ya da kabul edilme eksikliği yaşayan hedonistler bunu bir savunma mekanizması olarak gerçekleştirmektedir.

“Unutmamak gerekir ki, dünya üzerinde hiçbir kimse başkalarını taklit ede ede ne bir yere gelmiş ne yükselmiş ne de gerçek kimliğini ortaya çıkarma noktasına gelebilmiştir. Tam aksine taklit ettiği kişinin kötü bir kopyası, sahte ve yapay benzeri olmaktan, o bireyin kişiliği içinde kaybolmaktan öte bir duruma ulaşamamıştır.”4 Böylelikle kendi özüyle yabancılaşan ve kendiyle konuşamayan insanlar artmaktadır. Topluluklar içinde yalnızlaşan insan varoluş kaygısıyla geçmişi ve geleceği arasında sağlam bir yol tutturamamaktadır. Dağınık zihinlerle, dağınık yaşamaya devam etmektedirler. Bu dağınıklığı maskelemek için iki yüzlü kişiliklere ve narsist bireylere bürünmektedirler. Kapitalizmin beslendiği kişiler ise genel olarak narsist kişilik bozukluğu yaşayanlardır. “Narsistik davranışlar gösteren kişiler, öz saygılarını başkalarının onlara karşı ilgi ve beğenilerinden sağlamaktadır. Bu kişilerde başkalarının onayını almak kendilerine olan saygılarını artırırken bekledikleri övgü ve onayı alamamak benliklerine zarar vermektedir.”5 Yani kapitalizm sürekli her alanda en iyisini sunmaya çalışmaktadır. Narsistler de en iyi üretimi elde etmek ve kendilik değerini çevrenin beğenisi ile kazanmak için yarışmaktadırlar. Daha çok gösteriş tutkunu olmayı başaranlar narsist olanlardır.

Ayrıca dijital ve gösteriş tutkunu ebeveynler, insanları bu sisteme bebeklikten hazırlamaktadır. Güvenli bağlarla yetişmeyen çocuklar sistemin tuzağına daha kolay düşmektedirler. Çünkü ebeveyn sevgisiyle; ait olmanın, kabul edilmenin duygusunu yaşayamayan çocuklar zamanla alışveriş, madde veya oyun bağımlısı olmaktadırlar. Dolayısıyla gösteriş tutkunu bireyler, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde, temel ihtiyaçlarımı en lüks nasıl karşılarım kaygısıyla bir ömür aynı basamaklarda geçirmektedirler. Bireyler gerçek potansiyeline, insan olmanın amacına yabancı kalarak değerler basamağına ulaşamamaktadırlar. Oysa insanı ayakta tutan durum ise bireyin doğuştan gelen kıymetli özüne uygun yaşamasıdır. İnsan sadece bedenin ihtiyaçlarına uygun yaşamanın verdiği hazla daha ileri noktaya gidememektedir.

Literatürde gösteriş tutkunluğu nispetizm olarak geçmektedir. “Nispetizm, insanların popüler mekanlarda ‘anı yaşamaya çalışmak’ ve bunu ‘çevresindekilere gösterme çabası’ olarak tanımlanabilen bir olgudur.”6 19. Yüzyılda gösteriş tutkunluğunun verdiği maddi ve manevi tehlikenin farkına varan batı toplumları minimalist yaşam tarzı kavramıyla insanları sade bir hayata davet ettiler. Aslında asırlar önce Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de önemini vurgulayarak insanları buna davet etmişti: “Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sade hayat sürmek imandandır.”7 Minimalizm ve İslam’ın sadelik anlayışı arasında azla yetinme, ihtiyaç odaklılık, sade ve ölçülü olma boyutlarında benzerlikler olsa da minimalizm seküler bir kavramdır ve inançla ilgisi yoktur. Toplumsal değil de bireysel iyi oluşu önemsemektedir. Ve insan karakteriyle ilgilidir, maneviyat kazandırmamaktadır. Dolayısıyla kapitalizm ve materyalizmin hâkim olduğu toplumlarda düşünsel dünyanın önündeki temel engel, araştırmalarla ortaya konulmaktadır. “Buna mukabil minimalist yaşam tarzı ile psikolojik iyi oluş ve kendini geliştirme arasında pozitif ilişki; depresyonla ise negatif ilişki olduğu yapılan araştırmaların sonuçları arasında yer almaktadır.”8 Dolayısıyla gösteriş artarken depresyon artmakta, psikolojik iyi oluş ve kendini gerçekleştirme azalmaktadır.

Allah Azze ve Celle şöyle buyurmaktadır: “Andolsun! Biz Ademoğullarını mükerrem (üstün ve saygıdeğer) kıldık.”9 Üstün yaratılma bilincinde olan insan, bu konumunu korumak için hayatını disipline etmektedir. Sorumluluk alan insan hayatını öylesine programlar ki aşırılıklara yer bırakmaz. Çünkü aşırılıklar zaman alır ve İslam fıtratı üzere doğan insanı dengesizliğe götürür. Sorumluluk almayan bireylerin, hayatı düzenleme ve yönetme becerileri de gelişmemektedir. Zamanla kendine yabancılaşan insan, Allah’ın kendisine verdiği değeri anlamamaktadır. Gerçekten kendisine verile sonsuz değeri fark eden insan dünyaya dair herhangi bir şeyini kaybetse de sorunsuz bir şekilde devam edeceğini düşünmektedir. Başarısızlıklar olsa da mücadelesine kıymet biçen Rabbini düşünmesiyle bir sonraki hayat sahnesine motive olarak devam eder. Dolayısıyla birçok psikolojik problemin nedenlerinden olan yetersizlik ve yalnızlık duygularına karşı başarılı olarak devam eder. Bu duygudurum ile kendisini sevmeye başlar ve kendini olduğundan farklı gösterme çabalarına girmez. Fakat bunu anlayamayan insan kendinden kaçıp insanlara koşmakta, kalabalıkta ise yoğun yalnızlıklar yaşamaktadır. Çünkü hayatlarını paylaşanlar da iç dünyasını zenginleştirmeyen gösteriş tutkunu insanlardan oluşmaktadır. Daha güzel, daha yakışıklı, daha iyi mesken, daha iyi mekân, daha iyi yemek masaları… Nereye kadar varacak bu durum? Ulaşılan amacın sonucu ise yok hükmündedir. Asırlar önce tasavvufçular bir lokma ekmek ve bir hırkayla zühtçe yaşamaktaydılar. Mütevazı bir hayatın meyvesi olarak medeniyetler kuranlar ve dünyaya Allah’ın kanunlarıyla yön verenler onlardı. Dolayısıyla böyle büyük hedefleri olan insanın, gösterişle ruhunu doyurmaya ihtiyacı ve zamanı yoktur. Zaten onurlandırılmış olarak yaratılan insan, Allah sevgisiyle dopdolu, düşüncelerinde kararlılığı yaşayarak hedefine odaklanmıştır. Her insanın bu noktaya gelmesi için formül apaçıktır. Rabbim bu formülü yaşayanlardan eylesin.

1.        Yenğin, A. D. (2014), Tüketim Kültürünün Aracı Olarak Reklamlarda Nesnelleşen Birey ya da Bireye Dönüşen Nesne, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Kültür Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

2.        Solomon, R. M. (2004), Tüketici Krallığının Fethi, İstanbul: Mediacat Yayınları

3.        Baudrillard, J. (2004), Tüketim Toplumu, İstanbul: Ayrıntı Yayınları

4.        Benazus, Hanri (2005), İnsanı Tanıma Sanatı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul

5.        Mcwilliams, N. (2010), Psikanalitik Tanı: Klinik Süreç İçinde Kişilik Yapısını Anlamak (E. Kalem, Çev), İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları

6.        Aslay, Fulya, Ünal, Sevtap ve Akbulut, Özlem (2013). Materyalizmin Statü Tüketimi Üzerindeki Etkisini Belirlemeye Yönelik Bir Araştırma, Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt: 27, Sayı: 2, Ss.43-59

7.        Ebu Davud, Tereccül, 1

8.        Kang, J., Martinez, C., & Johnson, C. (2021), Minimalism as a Sustainable Lifestyle: Its Behavioral Representations and Contributions to Emotional Well-being, Sustainable Production and Consumption, 27, 802-813

9.        İsra, 70