Kıymetli okurlarımız, Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 20 aydır tutukluluk halinin devam ediyor olması sebebiyle bu sayımızdan itibaren, Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin, “İnsanlığın Kurtuluşu” başlıklı konferansından hazırladığımız başyazı serisini sizlerin istifadesine sunuyoruz. Hayırlı Okumalar…
Hamd, gönderdiği Peygamberleriyle insanlığa kurtuluş yolunu gösteren Allah’a; salât insanlığın kurtuluşu için İslam Medeniyeti uğrunda verdiği mücadele ile bizlere örnek olan Rasulullah’a; selam ise, insanlığı cahiliye hayatından kurtarmak için hayatlarını ortaya koyan asr-ı saadetin ve 21. yüzyılın öncülerine olsun.
Son yüzyılda insanlık hayati sorunlarla karşı karşıya kalırken dünya da küresel bir krizin içerisindedir. Ruhi bunalım dünyanın en büyük belası olmuş durumdadır. Modern ideolojilerin hepsi çökmüştür ve yerine yeni bir ideoloji de geliştirilememiştir. Bugüne kadar geliştirilen ideolojiler de insanlığın dertlerine derman olamadı. Bunların insanlığa hiçbir şey veremeyeceği artık ortadadır. Kapitalizme karşı geliştirilen sosyalizm çöktü. Zaten çökmeye de mahkûmdu. Çünkü insanı tanımadan meydana getirilmiş bir ideolojiydi. İnsanı tanımayanların meydana getireceği ideolojiler elbette ki insanın sorunlarına çözüm olmayacaktır. Sosyalizme karşı panzehir gibi kullanılmak üzere faşizm ortaya atıldı. Fakat o da sorunlara hiçbir çözüm sunamadı hatta başka sorunlara yol açtı.
Dünyada hem inanç hem ahlak alanında hem de gündelik hayatla ilgili bütün meselelerde ciddi sorunlar meydana geldi. 21. asrın ilk çeyreğindeyiz ve bu son yüzyılda dünyanın hiçbir döneminde ölmediği kadar insan öldü. Tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar zulüm oldu. Hiçbir dönemde yaşanmadığı kadar intihar ve boşanma olayları yaşandı. Haksız savaşlar ve sömürü her geçen gün daha da arttı. İnsanlar ve devletler sömürüldükçe sömürüldüler.
İnsanlara, “modern olacaksınız, medeni olacaksınız” denildi. Modern olmak ile medeni olmak aynı şeymiş gibi gösterildi. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle; “zuhruf el kavl”1 yaldızlı sözlerle insanlar aldatıldı. Demokrasi denildi, kendi diktatörlüklerini meydana getirdiler. Hürriyet denildi, hürriyeti yalnızca kendilerine layık gördüler. Eşitlik denildi ama hiçbir zaman fakirle zengin eşit olmadı. Söyledikleri yaldızlı sözlerin hiçbiri gerçekleşmedi.
Bugün insanlık uçuruma doğru sürüklenmektedir. Hem inanç, ibadet ve ahlak alanında hem de gündelik hayatla ilgili konularda sapmalar meydana gelmektedir.
İNSANOĞLU NEDEN BU KADAR SAPTI?
Rönesans hareketi sonrasında Batı’da kilise ile bilim çatışmaya başladı. Din adamları ile bilim adamları arasında başlayan bu mücadelenin sonucunda kilise, bilim adamlarını aforoz etti, engizisyon mahkemelerinde yargıladı ve idam etti. Hatta mahkeme bazıları hakkında yakma cezası verdi. “Kılıçla bile öldürmeyelim, bunun kanı yere değmesin” diyerek bilim adamlarını ateşe atıp yaktılar. Bu durum, bilim adamlarının dinsiz olmasına sebep oldu. O yüzden batıda gelişen uygarlık her ne kadar Hristiyanlık dünyasında meydana gelmiş bir uygarlık olsa da Hristiyan’ca bir uygarlık olamadı. Çünkü ekseriyetle bu yapılanlardan ötürü insanlar dinden soğudular ve uzaklaştılar. Bir kısım bilim adamları bilimle dinin çatışmasından dolayı dinden uzaklaştılar.
Kur’an’ın ifadesiyle; “Artık vay hallerine; kitabı kendi elleriyle yazıp, sonra az bir değer karşılığında satmak için ‘Bu, Allah katındandır’ diyenlere.”2 Hristiyan din adamları ekleme ve çıkarma yapmak suretiyle Allah’ın kitabını değiştirdiler. Bunun sonucunda kitabın içerisinde birtakım hatalar meydana geldi. Bilim adamları da bu yanlışları söylediği zaman onların idamına karar verildi.
Kilisenin ve dinin birtakım yanlışlarının ortaya çıkması aslında İslam Medeniyetinin gelişmesinden sonra oldu. Çünkü İslam Medeniyeti bilimde oldukça ilerlemişti. İstanbul’un fethinden sonra batılı insan İslam ile tanıştı ve İslam ile karşı karşıya geldi. Müslümanların bilimde ne kadar ilerlemiş olduklarını gördüklerinde şoka uğradılar. Çünkü onlar Orta Çağ’da “Kadın insan mıdır, değil midir? İnsan mıdır, hayvan mıdır? Ruhu var mıdır, yok mudur? Erkeğe denk midir, değil midir?” tartışmasını yaparken İslam âlemi astronomi ilmiyle ilgileniyordu. Matematikte, tıpta, bütün ilim dallarında ilerliyordu. Müslümanlarla karşılaştıkları zaman bunları gördüler ve bu bilimleri bizden alıp tercüme ettiler. Sonra bizi de geçtiler. Bu arada bizden aldıkları bilim sayesinde kiliseyle mücadele ederek kilisenin yanlışlarına karşı koyabildiler. İnsanlar giderek dinden soğumaya başladı. Çünkü Markos, Matta, Luka ve Yuhanna gibi Kanonik İncillerin yanlışları ortaya çıkmaya başlamıştı. Kilise zor duruma düştüğü için bilim adamlarını idam ediyordu. Bu durum, birçok bilim adamının dinsizleşmesine sebep oldu.
Diğer taraftan da kilise, “Takva sahibi olmak için ruhban olmak gerekir. Hayatın içinde kalır, evlenir çocuk sahibi olursanız, işinizi gücünüzü yaparsanız o zaman takva sahibi olamazsınız” diyordu. Hristiyanlara göre takva sahibi olabilmenin yolu ancak, “İnsanın hayattan el etek çekmesi, evlenmemesi, yıkanmaması, dağlarda, mağaralarda yaşaması” şeklindeydi. İnsanlara da böyle bir hayatı öneriyorlardı. Onlara göre, hayatın içinde kalmak, evlenmek takva sahibi olmamak, şehvetine uymak demekti. İnsanın takva sahibi olabilmesi için dünyadan uzaklaşması gerektiğine inanıyorlardı. Bu da insanları dinden, imandan etti. Bu şekilde bozuk ve dinsiz bir medeniyet meydana getirdiler.
Batı medeniyeti aslında Hristiyanî bir medeniyet olamadı çünkü bu medeniyette olan birçok şeyi Hristiyanlık da Yahudilik de kabul etmez. Dolayısıyla bu medeniyetin Hristiyanî bir medeniyet olduğunu kimse iddia edemez. Aslında bütün dinlerden uzak tamamen seküler, laik bir medeniyet meydana getirildi. Çünkü insanlar dini artık safsata olarak görmeye başlamışlardı.
BATILI NEDEN SEKÜLERLEŞTİ?
Batının sekülerizme yönelmesi aslında kilisenin baskısından kaçıştı. Çünkü laik olduktan sonra özgürleşecekler ve kilisenin baskısından kurtulacaklardı. Bunun sonucunda rahatlıkla bilimsel çalışmalar yaparak ilerleyebileceklerdi. Bu yüzden kiliseyi bir engel olarak görüyorlardı. Bunun için kiliseden tamamen uzaklaşılması gerektiği inancıyla kiliseyi hayatın dışına ittiler. Din ile hayatı birbirinden ayırdılar. Hayata karışmayan bir din anlayışını meydana getirdiler. Bu şekilde gelişen seküler ve laik bir anlayış ile aslında kilisenin baskısından ve yanlışlarından kurtulmak istediler.
İSLAM ALEMİ LAİKLİĞE MUHTAÇ MI?
Batı dünyası için dinden uzaklaşmak bir kurtuluş idi. Fakat İslam âlemi için böyle bir şeye ihtiyaç yoktu. İslam aleminde hiçbir zaman üniversite ile cami çatışması olmadı. Din ile bilim çatışması hiçbir tarihte olmadı. Kur’an bilimden daha önde gidiyordu. Bilimin ulaşmadığı noktalara Kur’an temas ediyordu.
Kur’an-ı Kerim: “Güneş de kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)ın takdiridir”3 buyurmaktadır. Tüm dünya, “Güneş duruyor, Dünya onun etrafında dönüyor” derken Kur’an bunu reddediyor ve “Güneş gidiyor” diyordu. Hiç kimse bilmezken Allah Azze ve Celle Güneş’in kendisi için tayin edilmiş olan bir yere ve zamana doğru ilerlediğini söylüyordu.
Kur’an hiçbir dönemde bilimin gerisinde kalmadı tam aksine bilime yön verdi. İslam âleminde o yüzden hiçbir zaman bilimle-din çatışması meydana gelmedi. İslam hiçbir zaman ruhbanlığı da kabul etmedi. İnsanlara, “Hayatın dışına çıkmazsanız takva sahibi olamazsınız” demedi aksine “Hayatın içinde kalarak da takva olabilirsiniz” dedi. Efendimiz; “Ben evlenirim de geceleri uyurum da. Bazen oruç tutarım, bazen tutmadığım olur” buyurarak bize hayatın içinde bir dini öğretti ve ruhbanlığı reddetti.
İslam âleminde sekülerleşmeye ve laikleşmeye ihtiyaç yoktur. Ama batının laikleşme sebebini bilmeyenler laikliği bir şey zannettiler ve kendileri de laikleşme ihtiyacı duydular. İnsanlığın bununla yükselebileceğini düşündüler. Hâlbuki sekülerizm ve laiklik dünyada büyük sorunlara yol açtı. Papa Jean Paul’un de dediği gibi, laiklik dinsizliğe kadar götürdü. Birçok probleme yol açtı ve dünyada huzur bırakmadı. İnsanlar dinden tamamen uzaklaşarak modern bir hayat yaşayarak mutlu olacaklarını zannettiler. Fakat modern hayat, insana hiçbir zaman huzur vermedi ve vermemesi de zaten normaldi. Çünkü modern hayat yaşam araçlarının değişmesiyle alakalıdır. Yaşam araçlarınız değiştiği zaman modern olabilirsiniz. Ata binen kişi taksiye biniyorsa modern olabilir. Telefon, bilgisayar, internet kullanıyorsa modern olabilir. Ancak bunları kullanmak medeni olmak demek değildir. Modernlik ile medenilik kavramlarını karıştırdılar. Çünkü batılıların, ürettiği malları satması gerekiyordu. Bunun için modern hayatı medeni hayat diye gösterdiler. Modern hayat ile toplumları aldattılar. O modern hayat bugün dünyanın hiçbir sorununa cevap veremedi. Tarihte olmadığı kadar intihar olayları oluyor, uyuşturucu kullanılıyor. Hırsızlık, cinayet, teröre varana kadar bütün suçlar 10 kat, 20 kat, 100 kat arttı. Modern ideolojiler hiçbir şekilde sorunları çözümleyemediler.
Allah Azze ve Celle, Peygamberimizin kıyamet gününde şöyle diyeceğini ifade ediyor; “Ve elçi dedi ki: ‘Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’an’ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.”4
Kur’an’dan uzaklaşma iki türlü olur: Tümden ya da kısmen uzaklaşarak Kur’an’ı mehcur bırakırsınız. Kur’an’ı tamamen terk edenler de kısmen terk edenler de oldu. Bunların hedefi özgür olmaktı. Allah’ın dünyasında yaşıyorlardı ama Allah’a karşı özgür olmak istiyorlardı. Allah’ın dünyasında yaşayan bir insan nasıl olur da özgür olabilir? Allah neyi özgür bıraktı ki insanı özgür bıraksın. Özgür olan bir şey söyler misiniz? Yıldızlar mı özgür? Mikroplar mı özgür? Balıklar mı özgür? Kuşlar mı özgür? Hepsi de Allah’ın dediği gibi yaşamak zorundadır. Hepsi de Allah’ın koyduğu kanuna göre yaşıyorlar.
Allah Azze ve Celle buyuruyor: “İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?”5 İnsan başıboş olmak istiyor hâlbuki Allah’ın dünyasında yaşıyor, O’nun verdikleri ile besleniyor, O’nun yarattığı havayı teneffüs ediyor, O’nun verdiği vücudu kullanıyor sonra da özgür olmak istiyor.
Allah Azze ve Celle, insanı özgür bırakmadı. İnsanın olabileceği en yüksek özgürlük Allah’a karşı özgürlük değil, nefsine, şeytanına karşı özgürlüktür. İnsan bunlara karşı özgür olabilir ama Allah’a karşı özgür olamaz. Allah’ın kullarıyız, Allah’ın dünyasında yaşıyoruz. Ama Allah’a karşı özgür olmak istiyoruz. İşte bu özgürlük arzusu insanlığı uçuruma doğru sürüklemektedir.
KURTULUŞUMUZUN YOLU
İnsanlık gerçekten kurtulmak istiyorsa şunu kabul etmek zorundadır. Bu dünyada istediğimiz gibi yaşayamayız ve Allah’a karşı özgür olamayız. Fakat nefsimize karşı özgür olmak zorundayız. Birtakım şeyler kesinlikle yanlış birtakım şeyler de kesinlikle doğrudur. Doğrular ve yanlışlar her zaman göreceli değildir. Sana göre doğru bana göre yanlış, bana göre doğru sana göre yanlış olma durumu belki bazı meselelerde doğru olabilir. Ancak bütün meselelerde böyle düşünemeyiz. İnsanın mutlak, kesinleşmiş olan doğrulara ihtiyacı var. Batı medeniyetinde ise hiçbir şey mutlak doğru olarak kabul edilmiyor. Bu ciddi bir problemdir. İnsanlığın bugün yaşamış olduğu problemlerin temelinde bu yatmaktadır. İnsanlar mutlak doğruya sahip değil ve “Şu kesinlikle doğrudur” diyemiyor. “Her şey doğru da olabilir yanlış da…” gibi düşünüyor. Bu durumda insanoğlu ne yapacağını bilemiyor. Dün doğru dediğine bugün yanlış diyor. Bugün yanlış dediğine de yarın doğru diyecektir.
Mutlak doğrulara ihtiyacımız var. Mutlak doğruları içeren kutsalı olmayanlar her gün yeni bir fikir ortaya atacaklardır. Bu yüzden kesinleşmiş olan doğrular lazımdır. Temel noktaların sabitlenmesi, dinin en temel meselelerinin kabul edilmesi lazımdır. İnsanlar her konuyu göreceli gibi düşünüyorlar. “Sen öyle düşünüyor olabilirsin ama ben senin gibi düşünmüyorum” diyebiliyorlar. Bazı konular içtihat alanına girebilir ve bu konularda görüşünüzü ifade edebilirsiniz. Ancak her zaman “bu doğru” manasına gelmemektedir. Allah’tan iyi bilmemiz mümkün olmadığı için, Allah’tan gelen kesin olan bir bilgiyi kabul etmekle mükellefiz.
İNSANI TANIMAK ZORUNDAYIZ
Her konu içtihat alanına girmediği halde insanoğlu, Kur’an ve Sünnetle sabit, kesin olan meseleleri bile içtihat alanına giriyor gibi kabul ederek bunları tartışabileceğini düşünüyor. Bu, insanoğlunun başını beladan kurtarmıyor. Fikir dünyamızın sağına ve soluna kırmızı çizgiler çekmek zorundayız. Kırmızı çizgileri olmayanlar her gün yeni bir şey söyleyecek, felsefe yapacak ve bununla uçuruma sürüklenecektir. İnsanı tanımayanlar insana her gün yeni kanunlar koyacaktır. Böyle olmaması için insanı tanımamız gerekmektedir.
İnsanı en iyi tanıyanlardan, dünya çapında tanınmış bir doktor olan Alexis Carrel “İnsan Denen Meçhul” kitabında der ki; “İnsan mekaniği çözdü, matematiği, fiziği, kimyayı, pozitif bilimlerin üzerinde çalıştı.”
Bunların üzerinde çalışmak kolay. Çünkü bunlar maddi, görünen ilimler olduğu için bunları laboratuvarlara sokmak üzerinde deney yapmak mümkündür.
“Ancak insanı tanımıyoruz. Biz matematikte, fizikte, mühendislikte, tıpta ilerledik ancak insanın ruhunu, nefsini tanımıyoruz. İnsan nasıl bir varlıktır? İnsanı çözmeden maddeyi çözdük. Ve kurduğumuz medeniyet de maddi bir medeniyet oldu. Maddi medeniyet meydana getirdik, insanın ruhunu çözemediğimiz için ona hitap edemedik ve sorunlarını halledemedik. Acilen çözüm lazım.”
Alexis Carrel 1930’lu yıllarda, “Sosyalizm çökecektir” diyordu. Çünkü insanı tanımadan, insanın yapısına uygun olmadan meydana getirildi. Dediği gibi 1980’li yıllarda sosyalizm tamamen çöktü.
Ama Carrel aynı zamanda; “İşin acı tarafı şu ki, bizim medeniyetimiz de insanlığa huzur getirmedi. Bu medeniyet huzur vermiyor, her şeyi öldürüyor; inancı, ahlakı, örf-adetleri, akrabalığı kısacası insanlığı… Yardımlaşmayı, dayanışmayı öldürüyor. İnsanı, yalnız kendini düşünen bir bencil durumuna getiriyor. Bundan kurtulmamız lazım” diyordu.
Alexis Carrel çözüm olarak şu öneriyi sunuyor: “Aristolar lazım. Dünya çapında dâhilere ihtiyacımız var. Ancak bu zamanda bir Aristo da yeterli gelmez, çünkü bu zamanda bilgi çok fazladır. O yüzden mürekkep Aristo lazım. Birçok Aristolardan meydana gelen bir heyet. Süper dahi çocukları keşfetmeliyiz ve adeta bir bilgisayara yükler gibi o dâhi çocuklara bütün bilgileri yüklemeliyiz. Ancak onlardan oluşan bir heyet insanlığın kurtuluşunu sağlayabilir, insana uygun bir medeniyet meydana getirebilir. Çünkü biz insanı tanımıyoruz.” “İnsanı tanımıyoruz” diyen bir kişi Nobel ödülü aldı.
Alexis Carrel, insanı çok iyi tanıyor olsa da tanıdıkça aslında tanımadığını, bildiklerinin hiç olduğunu anlıyor ve kurulan bu medeniyetin insana uygun olmadığını ifade ediyordu. Aynı şekilde biz de bu medeniyetin huzur vermediğini, insana uygun olmadığını, modern hayatla medeni hayatın başka şeyler olduğunu ifade ettiğimiz zaman adımız gerici olmaktadır. Ama bunları söyleyen batılı bir kişi olduğunda Nobel ödülü verilmektedir.
AKIL YETERLİ OLAMAZ
İnsanlar sürekli yeni kanunlar koyuyorlar. Bu kanunlarla insanlar üzerinde deneyler yapılıyor. Her yıl kanunları hatta anayasayı bile değiştiriyorlar. Çünkü insan ürünü olan kanunların zamanla insana uygun olmadığı ortaya çıktı. Allah Azze ve Celle insanı başıboş bırakmadığı halde insanlar böyle davrandı. İnsanlar, “Ya Rabbi! Sen bize yol göstermedin, peygamber, kitap göndermedin. Biz de kendimize göre bir yol tayin ettik. Bilemedik, aklımız bu kadarına yetti. Bize yol gösterseydin, peygamber, kitap gönderseydin…” diye itirazda bulunamayacaklar çünkü Allah Azze ve Celle kullarına peygamber ve kitap gönderdi. Ama onlar Kur’an’ı, vahyi terk ettiler, “Akıl bize yeterlidir” dediler.
Aklın yeterli olmadığına şu anda tüm insanlığın aklı şahitlik ediyor. Akıl yeterli olsaydı dünyada bu kadar sorun olmazdı. Akıl geliştikçe, üniversiteler çoğaldıkça problemler de hapishaneler de polisler de çoğaldı, terör, cinayet, uyuşturucu gibi her türlü kötülük de çoğaldı.
İddialarına göre, bilim geliştikçe, insan modernleştikçe, kültür seviyesi yükseldikçe sorunlar kalmayacak, ideolojiler insanların sorunlarını çözecekti.
“Artık tanrıya ihtiyacımız yok, akıl bize yeter” diyorlardı. O yüzden Paris’e aklın heykelini diktiler. Onlara göre aklın heykeli bir kadın olmalıydı. Kadın suretinde yaptıkları bir heykel için, “işte akıl budur” dediler. Aslında bununla tamamen nefislerinin kölesi olduklarını ilan etmiş oldular. Aklın değil nefislerinin dediğini yapacaklarını dünyaya ifşa ettiler.
İnsanoğlu Aristolara müracaat edeceğine neden Aristoları da yaratan Allah’ın ilmine müracaat etmez? İnsanoğluna Allah’tan bir malumat gelmedi mi? İnsanlar neden mürekkep Aristolar aramaktadırlar? İnsanı tanıyabilmek için dâhilere ihtiyaç olduğunu düşünmektedirler. Fakat hiçbir zaman insan insanı hakkıyla tanıyamayacaktır. Çünkü insan en kompleks varlıktır.
İnsan ruhu görülemiyor. Kur’an ruhla ilgili olarak; “Sana ruhtan sorarlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir”6 buyuruyor. Nefsi, ruhu çözebilmeniz mümkün değildir. Nefsin nasıl terbiye edilebileceğini hiçbir zaman çözemeyeceksiniz. Çünkü Allah, bu işi kendi üzerine aldı. Maddeyi çözmeyi, matematikte ilerlemeyi, mühendislik dallarını insanlara bıraktı. Çünkü insana akıl verdi. Elbette akıl kıymetlidir ve insana verilen bir nurdur. Ancak akıl, madde üzerinde hâkim olabilmekte ve maddeyi çözebilmektedir. Akıl, insanı çözemeyeceği için insanın vahye ihtiyacı vardır. Bu yüzden Kur’an, “Şüphesiz, bize ait olan, yol göstermektir”7 buyurmuştur. Başka bir ayette ise, “Yolu doğrultmak Allah’a aittir”8 buyrulmaktadır.
İnsana istikamet göstermek ve yanlış istikametlerden kurtarmak Allah’ın üzerine vazifedir. Çünkü insanların böyle bir salahiyeti ve kabiliyeti yoktur. İnsan, insanı tanıyamayacağı için Allah Azze ve Celle bu işi kendi üzerine almıştır.
Bir dahaki sayıda konuya devam etmek temennisiyle. *
*Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “İnsanlığın Kurtuluşu” konulu 2016 yılında Berlin’de gerçekleştirdiği konferansından hazırlanmıştır.
Link: https://tvfurkan.net/2016-berlin-insanligin-kurtulusu-konferans-bolumu_44c5c8aa8.html
1. En’am, 112
2. Bakara, 79
3. Yasin, 38
4. Furkan, 30
5. Kıyamet, 36
6. İsra, 85
7. Leyl, 12
8. Nahl, 9