Kıymetli okurlarımız, Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 21 aydır tutukluluk halinin devam ediyor olması sebebiyle Başyazarımızın, “İnsanlığın Kurtuluşu” başlıklı konferansından hazırladığımız başyazı serisinin 2. kısmını sizlerin istifadesine sunuyoruz. Hayırlı okumalar…
Hamd, insanı kendi halifesi kılarak yücelten ve başıboş bırakmayarak hükümler gönderen Allah’a; Salât-u selam, İslam Medeniyeti’ni inşa etmek için yaptığı mücadele ile ümmetine örnek olan Allah’ın Rasulü’ne; selam o Rasul ile birlikte mücadele eden sahabesine ve zulme boyun eğmeden İslam’ı yeniden hâkim kılma gayreti içinde olan tüm kardeşlerime olsun.
İnsanlığın istikametten sapması sonucunda bugünkü problemli dünya meydana geldi. İnsanlar vahye ihtiyaç olmayacağını, aklın kendilerine yeteceğini düşündüler ve nefsi, şeytanı hesaba katmadılar. Batılı bilim adamları şeytanı, nefsin varlığını ve kuvvetli olduğunu, terbiye edilmesi gerektiğini inkâr ettiler. Bu hal devam ettiği müddetçe insanlık zifiri karanlıktan kurtulamayacaktır. Şeytan ve nefis vardır. Kur’an-ı Kerim; “Gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir”1 buyurmaktadır.
Herkesin nefsi kötülüğü emreder. Ancak nefis terbiye edilirse Nefs-i Emmare’den kurtulur. Nefs-i Levvame’ye ve sonrasında Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Radiyye, Nefs-i Mardiyye ve Nefs-i Zekiyye’ye kadar yükselebilir. İnsan bunu nefsi terbiye ile başarabilir. Allah Azze ve Celle’nin vahyi insanı terbiye etmek içindir. Ama insan terbiye edilmek istemiyor hatta kendini müstağni görüyor. Kur’an-ı Kerim bu konuda, “O, insanı bir alaktan yarattı”2 buyurmaktadır. Bu şekilde Allah Azze ve Celle, insanın neden yaratıldığını hatırlatmaktadır.
Kur’an-ı Kerim; “Hayır; gerçekten insan, azar. Kendini müstağni gördüğünden”3 buyurur. İnsan, kendini müstağni gördüğü için azgınlaşmaktadır. Kendi aklını yeterli gördüğü için öğüde, vahye ihtiyaç duymaz sonuçta ne Allah’ı ne de peygamberi dikkate alır. İşte o zaman insan, vahye bakmaz ve kendi yolunu kendisi tayin etmek ister. Sonuç olarak bu insan, çölün ortasında kalacak ve yanmaya başlayacaktır.
Bugün insanlık çölün ortasında yolunu kaybetmiş bir durumdadır. Hangi ideolojiye el atsa elinde kalıyor. Hiçbir ideoloji temiz bir nesil meydana getiremiyor. Çocuklarımızı 4-5 yaşından 25 yaşına kadar eğitmeye çalışsalar da eğitemiyorlar. 20 yılın sonunda yetiştirilen nesil meydandadır. Eğitme iddiasıyla aldıkları neslimizden anarşistler, ahlaksızlar, hainler, hırsızlar meydana getiriyorlar.
Allah Azze ve Celle insanın eğitimini, terbiye edilmesini kendi üzerine aldı, insanı insana bırakmadı. Allah’ın sıfatlarından biri, O’nun “Rab” olmasıdır. Rab, terbiye eden demektir. Rabbimiz, gönderdiği kitabıyla, hükümleriyle, kanunlarıyla terbiye eder. Ama insanoğlu Allah’a ihtiyacının olmadığını düşündüğü için fıtratına uygun bir medeniyet meydana getirebileceğini zannetti. Ne yazık ki insanoğlunun meydana getirdiği medeniyet yine kendisine zarar verdi.
Çölün ortasında kalmış ve yolunu şaşırmış birini gölge bir yere götürseniz, yemek ve su verseniz kendini kurtardığınız için size, “Allah razı olsun, sağ olasın” der. Hatta elinizi ayağınızı öper. Allah Azze ve Celle de çölde ne yapacağını bilemez bir vaziyette olan, kızlarını diri diri toprağa gömecek kadar vahşileşen, Allah’ı kabul ettiği halde putlardan yardım isteyecek kadar cehalet içerisinde olan, hırsızlıktan namussuzluğa, faizden kan davasına varana kadar her türlü günahı işleyen, her türlü pisliğe bulaşan bir topluma Peygamber gönderdi. O Peygamber, “Beni takip edin. Bu çölden ve kavurucu sıcaktan kurtulun” dedi. İşte Allah Azze ve Celle’nin Peygamber ve kitap göndermesinin manası buydu. Ama insanların bir kısmı kibirli olduğundan, bir kısmı da nefislerine uyduğundan Allah’ı ve melekleri kabul etse de Peygamberi, kitabı ve ahireti kabul etmediler. Çünkü onlar sadece Yaratıcı, Rezzak, Rahman, Rahim, Tevvab olan bir Allah’ı istiyor, hayatlarına karışan bir Allah’ı istemiyorlardı. Allah Azze ve Celle, Peygamber gönderdiyse elbette ki hayatımıza karışacak, kitap gönderdiyse kanunlar koyacaktı. Bu, insanın hayrınaydı ancak bunu istemediler, vahyi, Peygamberi reddettiler. Özgür olmak istediler. Halbuki o özgürlük insana yaramadı. Allah’a ve Peygamberine isyan edenler Firavunlara itaat ettiler. Hazreti Musa Aleyhisselam’a, “Seni işittik ama sana isyan ediyoruz”4 diyen Yahudiler, Firavun’a, “İşittik ve itaat ediyoruz” dediler. Çünkü onlar şahsiyetlerini kaybetmiş bir milletti.
ALLAH’A KULLUK İNSANA ŞEREF KAZANDIRIR
Bugünün insanı, Firavun’a itaat edip Hz. Musa’ya itaat etmeyen İsrailoğulları gibi davranıyor; Allah’a itaat etmediği halde liderlere itaat ediyor. Bu, kişiliksiz insanın halidir. Halbuki insan, Allah’a itaat etse şerefini kaybetmez. Çünkü O, sonsuz ilim ve kudret sahibi, üzerimizde sonsuz hakkı olan Allah’tır. Liderler ya da devleti idare edenler ise bizim gibi insandırlar.
Kula kulluk yapmak insanın şerefini yok eder, Allah’a kulluk yapmak ise insana şeref kazandırır. Allah’a kulluk yapmayıp insanlara kulluk yaptıkları için kapkaranlık bir dünya meydana getirdiler. İnsanların dediği oldu ve dünya bozuldu. Bugün uçurumun kenarındaki insanlığın bu duruma gelmesinin, kötülüklerin bu kadar yayılmasının ve toplumlardaki bozulmaların yegâne sebebi, insanoğlunun Allah’a değil kullara kulluk yapmasıdır. Vahye itaat etmediler, atalarına itaat ettiler. “Biz atalarımızı bulduğumuz yol üzereyiz” dediler. Kur’an onlara şöyle cevap verir; “Ne zaman onlara: ‘Allah’ın indirdiklerine uyun’ denilse, onlar: ‘Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz şeye uyarız’ derler. (Peki) Ya atalarının aklı bir şeye ermez ve doğru yolu da bulamamış idiyseler?”5 Allah Azze ve Celle böyle diyenleri kınamaktadır. Allah’ın gösterdiği yola girmeyenler, bunu gurur meselesi yapanlar insanların izinden gittiler. Ölmüş atalarının izinden gittiklerini söyleyenler hakikatte ne atalarının izinden gidiyor ne gökteki yıldızlara ne de putlara tapıyorlardı. Aslında onlar nefislerine tapıyorlardı ve kendilerine karışmayan varlıkları ilahlaştırmak istiyorlardı. İlahlaştırdıkları yıldız nasıl olsa kendilerine Peygamber ve kanun göndermeyecekti. O yüzden kendilerine karışmayan bir varlığı ilahlaştırıyorlardı. Aynı şekilde atalarının izinden gittiklerini söyleyerek onları ilahlaştırıyorlardı. Çünkü atalarının mezardan kanun göndermeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Kendi nefislerine uymak isteyenler, “Bizim dinimiz şudur. Atalarımızın izinden gidiyoruz” diyorlar, aslında bildikleri gibi yaşıyorlar. Bunu, özgür yaşamak için bahane ediyorlar. Kur’an buyurur ki; “Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?”6 Bu kimselerin nefislerinden başka hiçbir ilahları yoktur. O yüzden İslam, nefisleri tezkiye etmeyi emreder. Allah Azze ve Celle, “Nefsini arındıran kurtuldu”7 buyurur. İnsanlar nefislerinin kirlendiğini ve arınmaya ihtiyaçları olduğunu kabul etselerdi işte o zaman Peygamberlere itaat edebilirlerdi. Ama nefislerini ve hayatlarını değiştirmeyi göze alamadılar.
İnsanlar sadece Allah’ı kabul etmek ve O’nu sevmek istiyorlar bunun ötesini istemiyorlar. Sadece inanılan bir Allah, Gafur, Rahim olan bir Allah... Tevbeleri kabul eden, merhametli, rızık veren, “Ne kadar yücesin ya Rabbi” denilebilecek bir Allah… Sevilmesi gereken ama itaat edilmesi gerekmeyen bir Allah… Hayatlara müdahale etmeyen, kitap göndermeyen bir Allah istediler. Çünkü özgür olmak istiyorlardı halbuki bu özgürlük insanlığın hayrına değildi.
KUR’AN’IN ÇOĞUNLUĞA BAKIŞI
İşte şimdi o özgürlüğün sonuçlarını görüyoruz. Bir kısım insanlar liderlerine, bir kısmı atalarına, bir kısmı da çoğunluğa uydu. “Çoğunluk böyle diyor. Çoğunluk mu daha iyi bilir, sen mi daha iyi bilirsin?” dediler. İnsanların ekserisi Allah’ı kabul ediyor, O’nu en büyük ilah olarak görüyor ama tek ilah olarak görmüyor. İnsanlar başka varlıkları da ilahlaştırıp onlara ibadet ediyor, dua ediyor ve sonra da bildikleri gibi yaşıyorlar. Çoğunluğa uymak bir yere kadar doğru olabilir. Allah ve Rasulü bir meselede hüküm koymadığı zaman o meselede çoğunluğun görüşüne müracaat edilebilir. Ama Allah ve Rasulü hüküm koyduğu zaman o meselede artık çoğunluğun görüşünün hiçbir hükmü yoktur.
Kur’an’ın çoğunluğa bakışı genellikle olumsuzdur. Allah Azze ve Celle, “İnsanların çoğunluğuna uyacak olursan seni Allah’ın yolundan saptırırlar”8 buyuruyor. Tarih boyunca insanların çoğunluğu istikametten sapmış ve nefsine uymuştur. Çünkü nefse uymak kolay, nefisle mücadele etmek zordur. Demek ki “Çoğunluk genellikle doğru yolda, azınlık ise yanlış yoldadır” diye bir kaide yoktur. Şirkin hâkim olduğu bir zamanda Peygamberimiz tek başınaydı ama cesurca hakkı söylüyordu. Herkes dünyanın yuvarlak olmadığını söylerken, birisi çıkıyor, “Dünya yuvarlaktır” diyordu. Yine herkes, dünyanın durduğunu söylerken, birisi çıkıyor, “Dünya dönüyor” diyordu. Bilimin reddedildiği bir dönemde böylesi bilimsel gerçekleri dile getirenler de tek başınaydılar ama onların dediği doğruydu. Demek ki çoğunluğa uymak her zaman doğru olmamaktadır.
DÜNYANIN GELDİĞİ DURUM
Çoğunluğa uymak genellikle insanları saptırdı. Bugün insanların kabul etmiş olduğu ideolojide de çoğunluk esas alınmaktadır. Çoğunluğu esas alan ideolojiler hâkim olduğu ve çoğunluk esas alındığı halde, dünyaya neden huzur gelmedi? Demek ki çoğunluğun dediği genellikle yanlıştır. Kimi zaman çoğunluk Kur’an ve sünnete muhalif şeyler söylemekte ancak buna itiraz edilmemektedir. Çoğunluk mu insanlığı ve dünyayı yarattı? Çoğunluk mu kâinatın sahibi? Çoğunluk denilen topluluk insan topluluğu değil midir? İnsanın ilmi ise kısıtlı değil midir?
İnsanoğlunun sonsuz, mutlak bir akla ve mutlak bir doğruya ihtiyacı vardır. Öyle ki yanlış olma ihtimali olmayan kutsal bir kaynak... İnsanoğlu farklı kaynaklardan istifade ettiği için yeryüzünde huzur kalmadı ve medeniyetler çatışması meydana geldi. Bugün yeryüzünde gerçekleşen büyük hadiselerin temelinde medeniyetler çatışması yatmaktadır. Medeniyetleri inançlar kurduğu için yanlış inançlar yanlış medeniyetleri meydana getirdi. Dolayısıyla her bir medeniyeti farklı bir inanç meydana getirdi.
İnançlar ittifak etmediği gibi medeniyetler de hiçbir zaman ittifak etmemiştir. Medeniyetler, tarih boyunca birbiriyle çatıştığı gibi ileride de çatışmaya devam edecektir. Dolayısıyla bunun çözümü, yeryüzünde sadece bir medeniyetin kurulmasıdır. Yeryüzünde bir medeniyet kurulmadığı ve diğer medeniyetler var olduğu müddetçe çatışma kaçınılmaz olacaktır. Her topluma göre birtakım değerler olamaz. Mesela; sanayi toplumlarına göre birtakım insani ve ahlaki değerler, tarım toplumlarına göre birtakım ahlaki ve insanî değerler… Bu şekilde olduğu zaman medeniyetler çatışması hatta nesiller çatışması kaçınılmaz olur. Mutlak, kesinleşmiş olan doğrular lazımdır. Bütün nesiller için mutlak doğrulara ihtiyacımız var. Babamız, dedemiz, bizim için de doğru, çocuğumuz, torunumuz için de doğru olacak olan birtakım değerlere ihtiyacımız var. Yoksa babamızla anlaşamadığımız gibi dedemizle de hiç anlaşamayız. Çocuğumuz da bizimle anlaşamaz, torunumuzla zaten kavga ederiz. Dolayısıyla nesiller arası çatışmaların önlenmesi de medeniyetler çatışmasının engellenmesi de yine buna bağlıdır.
Yeryüzündeki bütün toplumlar Allah’tan gelen vahye uyduğu takdirde her tarafta aynı medeniyet meydana gelir ve aynı ölçüler bizi bir arada tutar. Dolayısıyla da yeryüzünde hem nesiller arası ve toplumlar arası çatışma olmaz hem de medeniyetler çatışması olmaz. İnsanoğlu ancak bu şekilde huzura kavuşabilir.
Allah Azze ve Celle insanları kurtarabilmek için nasıl bir yol izledi? Allah, öncelikle nefisleri değiştirdi. Bunun için de ilk yapılması gereken inancın değişmesiydi. İnancı değiştirdikten sonra nefsi eğitim açısından çok önemli olan birtakım hükümler gönderdi. Çünkü, bir toplumda inanç tam olarak yerleşmeden, sırat-ı müstakim üzere olmak, ahlak ve ibadet gibi esaslar öğretilmeden o toplumun ittifak etmesi ve fertlerin nefislerinin değiştirilmesi mümkün değildir. İnsanlık ancak Allah’tan başka bir ilah tanımadığı zaman istikamet üzere olabilir ve ancak nefisleri değiştirdiği zaman doğru bir metot izliyor sayılabilir. Nefisleri, fikirleri, inançları değiştirmeden insanlığın değiştirilmesi mümkün değildir.
İnsanlığın kurtuluşunu isteyenler öncelikle insanlığın inanç esaslarına bakmalıdır. Allah’tan başka ilahlar kabul edildiği müddetçe bu gidişat devam edecektir. Çünkü Allah’tan başka ilahlık taslayanlar geçmiş asırlarda olduğu gibi günümüzde de insanları yanlış istikametlere sevk etmeye devam edecekler. O halde insanlığın bu durumdan kurtulması öncelikle insanların tek ilah olarak Allah’ı kabul etmelerine bağlıdır. Bununla birlikte nefislerin değişmesi gerektiğini kabul ederek nefislerin eğitimiyle ilgilenmeleri zorunludur.
Hastalıklı toplumlarda kişiler eşya ve birbirleriyle ilgilenirler. Halbuki Peygamberler, insanlığı eğitirken öncelikle kalbe inancın yerleşmesi için gayret ettiler, nefislerin terbiyesiyle ilgilendiler. Nefisleri tezkiye ederek onları arındırdılar. İnsanoğlu sağlıklı dönemde nefsini değiştirdi, hastalıklı dönemde ise birbirine düştü, kaosa sürüklendi. Hastalık daha da artınca eşya ile ilgilenmeye başladı. İnsanoğlunun bundan kurtulabilmesi din ile dünyayı birleştirmesiyle ve dünyayı koyması gereken yere koymasıyla mümkündür. İslam’a göre, dünya nimetleri değil dünya hayatı önemlidir. Fakat insanlar dünya hayatını değil dünya nimetlerini önemsiyorlar. Dünya nimetlerini önemseyenler o nimetleri ele geçirdiği zaman Firavun, Nemrut, Karun oluyorlar. Çünkü çok kıymet verdikleri dünyayı ele geçirmiş oldular. Onların gözünde en kıymetli varlık dünya olduğu için dünyayı ele geçirince kendilerini unuttular. Kul olduğunu, çamurdan yaratıldığını unutan insan, “Artık benim dediğim olur” demeye başlar. Kur’an böyleleri için şöyle der; “Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın.”9 Demek ki siz Allah’ı unutursanız Allah da size sizi unutturur. Ceza amelin cinsindendir ve bu adalettir.
Allah’ın, ‘bize bizi unutturması’nın manası nedir? Allah Azze ve Celle, böyle olanlara birbirlerini düşünmeyi unutturur. Bunlar, sadece kendini düşünen bencil biri haline gelir ve insanlığı düşünmezler. Diğer manası ise, kulluğunu unutan insanlar güç ve kuvvet ellerine geçtiği zaman, “Artık benim dediğim olur” demeye başlarlar. O zaman Firavunlaşırlar, Nemrutlaşırlar. Allah’ın dünyasında yaşadıklarını unuturlar. Allah’ı unutanlara Allah da kendilerini unutturur. O zaman insan haddini aşarak kendisini ilahlaştırır. Bu, Allah’ın cezasıdır ve bunda adalet vardır. Allah’ı unutanlara Allah da kendilerini unutturuyorsa hiç kimse Allah’ı zulümle itham edemez. Allah’ı unutana Allah da kendini unutturur. Böylece o insan, dünya nimetlerine ulaşınca Firavunlaşır, ulaşamadığı zaman da kendisinin şerefli bir varlık olarak yaratıldığını unutur, kullara kulluk yapar, şerefini kaybeder. Eğer dünya nimetleri eline geçmediyse, fakir biri olarak Allah’ı unuttuysa Allah da ona kendisini unutturur.
İnsan şerefli bir varlıktır. “Allah bir zamanlar meleklerine demişti ki, ‘Yeryüzünde bir halife yaratacağım.”10 Benim halifem olacak, beni temsil edecek bir insan... Halife, en büyük yetkiliden sonra gelendir. Allah Azze ve Celle, insana “Halifem” dedi, “Benden sonra sensin” dedi. Daha ne desin? Meleklere vermediği en büyük makamı insana verdi. Ama insan bunu da küçük gördü ve Allah’ın dünyasında kendisinin dediğinin olmasını isteyerek haddini aştı.
Allah’ı unutursanız Allah da size sizi unutturur. Allah’ın halifesi olduğunuzu unutursunuz, kullara kulluk yaparsınız. “Ve meleklere: ‘Adem’e secde edin’ dedik.”11 Allah, insanoğluna böyle bir şeref verdi. Ne acıdır ki insan bunu unuttu, kullara kulluk yaptı. Başka bir ayet-i kerimede ise; “Ben insanlara ruhumdan üfledim”12 buyrulmaktadır. İnsan Allah’ı unutursa; kendisinin şerefli bir varlık olduğunu, içinde Allah’ın ruhunun olduğunu unutur, kullara kulluk yapar. Burada bir zulüm söz konusu değildir. Unutana unutturmak adalettir.
İnsanın Allah’a karşı bakışını değiştirmesi lazım. İnsanlık aleminin kurtulması buna bağlıdır. Allah, sadece yaratan, rızık veren, yıldızları idare eden bir Allah değil; hükmeden, kanun koyan bir Allah’tır. Allah’ın isimlerinden biri El-Hakim’dir. Allah hükmeder hem de her hükmünde bir hikmet vardır, hikmetle hükmeder. Allah’ın isimlerinden biri de El-Melik’tir. Allah, hükümdardır sadece yaratan değil memleketlerin hükümdarıdır. Böyle bir Allah’a inanmayan Allah’a inanmamıştır. Sadece yaratıcı bir Allah’a Ebu Cehil de Ebu Leheb de Firavun da inanıyordu. Onların inkâr ettiği Allah’ın zatı değil Allah’ın Peygamber ve kitap göndererek insanlara hükmetmesiydi. Kur’an buyuruyor ki; “Allah, hükmünde hiç kimseyi kendine ortak etmez.”13 Vali, yetkisine başkasını ortak eder mi? Başbakan yetkisine başkasını ortak eder mi? Siz olsanız bunu kabul eder misiniz? Allah Azze ve Celle neden hükmünde başkalarını ortak etsin? Neden başkalarının da hüküm koymasına müsaade etsin? Kendinin hüküm koyduğu meselelerde neden başkalarına izin versin?
İnsanoğlu nasıl bir Allah’a iman etmelidir? Kurtuluş yolu arayanlar Allah’a bakışını değiştirmelidir. Kanun koyan bir Allah’a iman etmeli, kanunları sadece Allah’tan almalılar. İnsanoğlu ancak bu şekilde problemlerden kurtulabilir çünkü Allah’ın kanununda hata olmaz. Ama insanların kanunlarında hata çok fazladır. Bu yüzden her yıl kanunları değiştirmek zorunda kalıyorlar. Bir türlü insana uygun esasları ortaya koyamıyorlar.
Konuya devam etmek temennisiyle. *
*Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “İnsanlığın Kurtuluşu” konulu 2016 yılında Berlin’de gerçekleştirdiği konferansından hazırlanmıştır.
Link: https://tvfurkan.net/2016-berlin-insanligin-kurtulusu-konferans-bolumu_44c5c8aa8.html
1. Yusuf, 53
2. Alak, 2
3. Alak, 6-7
4. Nisâ, 46
5. Bakara, 170
6. Furkan, 43
7. Şems, 9
8. En’âm, 116
9. Haşr, 19
10. Bakara, 30
11. Bakara, 34
12. Hicr, 29
13. Kehf, 26