- yüzyılda ‘ENSAR’ olmak... Bunun edebiyatı zannediyorum binlerce defa yazılmıştır. Ama bunu topyekûn yaşayan bir topluluk olmak, ensar olma duygusunu sahiden yaşamak başka bir şey. Aklımızda, gözümüzde hep 1400 sene öncesi canlanıyor… Medine’ye hicret eden muhacir ve ensar… Acaba onlar olsaydı Suriye’den gelen ve bize muhacir olan kardeşlerimizi nasıl ağırlarlardı? Şu zor durumdaki aileyi görselerdi nasıl sahip çıkarlardı; öbür kalabalık aileye nasıl yetişirlerdi? Sırtında koca bir kurşun deliğinden muzdarip, kapanmamış yarasıyla bacakları felç olmuş 13 yaşındaki bir çocuğa ne yapabilirlerdi veya enkazın altında kalmakla beraber elektrik çarpan kocaman gözleriyle bakan ama göremeyen, duyamayan, konuşamayan, yürüyemeyen ve en acısı da takatsizlikten ağlayamayan altı yaşındaki çocuk için… Babası şehid olan, sürekli resmine bakıp ağlayan 2,5 yaşındaki Reyyan için… Ağlamak çare olsa, işimiz o kadar kolay ki; çünkü yaşanılan acılar yüreğimizi yaktıkça bu yangını bir nebze söndürmek için gözlerimiz her an ağlamaya hazır beklemekte...
2014 yılında muhacir olan, yurtlarından- zulmen- çıkmak zorunda bırakılan koca bir halkın derdine derman olmak nasıl mümkün? Çaresizlik, çözüm bulamama, duyarsızlıklar insanı çıkmaza sokuyor. Ancak her konuda yol göstericimiz olan Kur’an ve sünnet bizi bu konuda da çıkmazdan kurtarıyor. Medeniyet, insaniyet ve erdem dini olan İslam, dayanışma ve yardımlaşmanın topyekün nasıl gerçekleşeceğini pratik olarak gösteriyor.
Maalesef biz Müslümanlar, olaylarla yüz yüze gelince, beşerin, beşerî düzenlerin ve onların medeniyetlerinin çözümsüzlüğüne şahit olunca, kendi medeniyetimize bakmayı aklımıza getiriyoruz. Bu vesile ile bu asırda bütün imkânlara sahip olduğu halde çaresizleşen, gayr-ı İslamî medeniyetlere mukabil, İslam Medeniyeti’nin mucize olduğu ortaya çıkıyor. İslam’ın medeniyet projesi hakikaten bir mucizedir. İslam, bireyi koruduğu gibi toplumu da korumaktadır. Toplumsal hayatın içerisinde kardeşlik, eşitlik, diğergâm olma, dayanışma bu medeniyetinin olmazsa olmazı olarak karşımıza çıkıyor.
Suriye’de 3 yıldır yaşanılan savaş, 150 bin şehit verilmesine ve 7 milyon insanın memleketini terk etmesine sebep oldu. İnsan düşününce, bu savaşın ne için yaşandığını aklına sığdıramıyor. Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi hassaten o günlerde defaatle, bir diktatörün devrilmesinin yolunun bu olmadığını, böyle hazırlıksız, cemaatsiz-teşkilatsız sokağa çıkmanın akıl kârı olmadığını söyledi. Bununla beraber Müslümanların canının, kanının bu kadar değersiz olmaması gerektiğini, sadece ölmeyi bilmenin marifet olmadığını adeta yüreği yanarak haykırdı. Ancak Hocaefendi’nin de dediği gibi olan oldu... Hem de çok acı oldu. Şimdi gün, onların acısını bir nebze dindirmek için ne yapabiliriz sorusunun cevabını bulma günü.
Suriyeli kardeşlerimizin yüz binlercesi Türkiye’ye geldi. Dilini, kültürünü bilmedikleri bir memlekette garîb durumuna düştüler; gözlerimizin önüne gelip, komşumuz oldular. Hem açlar hem yorgansız-battaniyesizler hem içten hem dıştan yaralılar, hastalar, çaresizler ve YALNIZLAR…
Biz Furkan Vakfı olarak, kardeşlerimizin halini görünce, öncelikle bir yardım seferberliği başlattık. Bu şekilde yüzlerce aileye yardım edildi. Ancak daha sonra, Muhterem Hocamız bu şekilde, merkezi yardım etmenin doğal olmadığını ve bazı suistimallere de açık olduğunu düşünerek asr-ı saadetten miras, ‘kardeş aile’ sistemini başlattı.
Ümmet-i Muhammed’e her konuda ‘model insan’ olan Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in oluşturduğu ‘model toplum-sahabe toplumu-’ kardeş aile sistemini bize detaylı olarak öğretiyor, anlatıyor. Medeniyetimizin kurucusu Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem fakire, zor durumda olanlara karşı gösterdiği merhamet ve ortaya koyduğu âlem şümul projelerle, bize kim olduğumuzu bugün de hatırlatmaya devam ediyor. Biz kimiz biliyor musunuz? Biz, yoksulluktan perişan bir vaziyette gelen Mudar kabilesini gördüğünde, yüzü üzüntüden bembeyaz kesilen ve Bilal’e derhal ezan okumasını emrederek, yardım seferberliği başlatan, merhamet peygamberinin ümmetiyiz. Biz, Mekke’den hicret edilince, ‘kardeş aile’ sistemiyle muhacire gurbetin acısını, zorluklarını, sahipsizliğini unutturan, Medinelilere ‘ensar olma’ ruhunu aşılayan Peygamberin ümmetiyiz. Demek ki yardım etmenin ve sahip çıkmanın, kardeşliğin, en güzel yolu bu iki yol ki; Efendimiz bu yolları tatbik etmiş. Yani bazen yardım seferberliği başlatarak infak toplantıları düzenlemiş, bazen de ‘kardeş aile’ sistemi ile hem madden hem manen daha kalıcı bir dayanışma ve yardımlaşma seferberliği başlatmış.
İslam tarihinde yaşanan tüm bu pratiklerin yanısıra, bir de vicdanımızın sesi var ki, o da insana ne yapması gerektiğini fısıldıyor: ‘Ben böyle bir duruma düşseydim kardeşlerim nasıl davransın, ne kadar yardım etsin isterdim?’ sorusu ve o sorunun tartışmasız en açık cevabı: ‘çok yardım etmelerini isterdim’, ‘beni kendi kardeşleri gibi görsünler isterdim’. İşte Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi, bu aklımıza gelen sorunun cevabını pratiğe geçirerek ‘kardeş aile’ projesini başlattı.
Hocamızın başlattığı kardeş aile sisteminde 3 çeşit ‘kardeş aile’ olma yöntemi var:
- Bizzat kendiniz bir Suriyeli muhtaç ailenin yanına giderek onlarla kardeş olabilir, onların ihtiyaçlarını giderebilirsiniz. Bir kardeş aile edinmek istiyor fakat bulamıyorsanız, vakfımıza başvurarak bir kardeş aile bulabilir ve kendiniz onların ihtiyacını giderebilirsiniz.
- Vakfımız aracılığı ile bir kardeş aile edinerek onların gıda, tüp, temizlik maddesi ihtiyaçlarını her ay, battaniye, elbise, soba ve kilim gibi yardım malzemelerini ise bir defaya mahsus gönderebilirsiniz.
- Vakfımız aracılığı ile bir kardeş aile edinerek onların aylık ihtiyaçlarını gidermek için vakfımızın resmi hesabına nakit para gönderebilirsiniz. (Bunun için bir ailenin aylık masrafı dergimizin iç kapağında yazmaktadır)
Bu kardeşlerimize ‘kardeş aile’ olanlar, onların güçleri yettiğince erzaklarıyla, ev eşyalarıyla, hastalık durumunda hastane işleriyle, yakacaklarıyla vs. ilgilenecekler. Ancak buna elbette tek başlarına yetişmeleri mümkün değil. Bu nedenle hem çevrelerinden hem de cemaatten destek alabilecekler.
Kıymetli kardeşlerim, Suriyeli kardeşlerimizin bu çileli durumları elbet bir gün bitecektir. Ve bugünler TARİH olacaktır. Şayet bu tarihe geçecek günler, kardeşliğin, dayanışmanın, diğerkamlığın mümtaz örnekleriyle yaşanırsa, hayırla yadedilecektir ve unutulmayacaktır. İnsan bile kendine yapılan iyiliği- hayrı unutmaz, Allah unutur mu? Kim bilir belki de Rahman ve Kerim olan Rabbimiz, Kur’an’da övdüğü ensar ve muhacirin arasına bizleri de katar ; ve belki de kıyamet günü bizlere de ‘21. Yüzyılın Ensarı’ olarak hitap eder, bilemeyiz.
Aslında biz bu zor günlerde, ümmetimizin bir parçası olan Suriye halkını, asil bir halkı tanıma imkanı da bulduk. Gerçekte bu kardeşlerimizin ihtiyaçları olsa da isteyemediklerini, ‘neye ihtiyacınız var?’ diye sorunca, ‘her şeyimiz var’ dediklerine şahit olduk. Ekmek- yemek götürdüğümüzde ‘bize iş verin, çalışalım’ diyen çalışkan, gururlu insanlar gördük. Ve bir de ırkın, dilin aslında hiçbir anlamı olmadığını, İslam kardeşliğinin bambaşka bir lisanı olduğunu, gönüller bir olunca gönül diliyle kolayca anlaşılabilindiğini öğrendik. Onlar bizden ne öğrendiler bilmiyorum ama biz onların gelişiyle çok şey öğrendik. HOŞGELDİLER; başımızın üstünde yerleri var.
Kıymetli kardeşlerim, biz İslam Medeniyeti’ni hakim kılmaya çalışan, mensuplarını bu ideale yönlendiren bir cemaatiz. Dolayısıyla medeniyetimizin pratiklerini bilmek ve elimizden geldiğince yaşamak durumundayız. Ümmet olabilmenin mühim bir basamağı olan cemaat çalışması, İslam Medeniyeti’nin nisbeten de olsa yaşandığı sosyal bir topluluk olma yolunda gayret etmelidir. Bununla beraber, hiçbir şeyin kitaplarda kalmadığını, gerçekte yaşanabileceğini ispat etmek ve dünyaya İslam’ın ve onun medeniyetinin, çağlara meydan okuyan bir mucize olduğunu ispat etmek, görevimizdir.