Hedef

İslam Toplumu ve Batı Toplumu Açısından Ziyaretleşme ve Dayanışma

Paylaş:

Tarih boyunca İslam’ın insanları bir araya toplamaya, cemaat olmakla beraber ümmet olmaya yönlendirdiği görülmüştür. Ziyaret ve dayanışma İslam’ın emrettiği toplumsal ahlâk açısından en önemli unsurlardandır.

                Gerek hasta ziyareti, gerekse diğer ziyaretler, toplumda sevgi ve güven duygularını pekiştirir; birlikte yaşama kültürünü kazanmış toplumların oluşmasına imkân sağlar. İnsanlar, ziyaretleşme sebebi ile birbirlerini daha yakından tanıma fırsatları elde ederek, varsa birbirlerinin sıkıntı ve problemlerini öğrenmiş olurlar ve beraberce hal çareleri ararlar, kararları daha doğru verme imkânına sahip olurlar. Kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmezler; geleceğe güvenle bakan bir toplum haline gelirler. Bu sayede sevinçli ve üzüntülü anlarında kardeşlerini yanlarında gören Müslümanlar, gerçek huzur kaynağını bulmuş olurlar.

                Ziyaretleşmeler, dünyevî açıdan fayda temin etmenin yanında ahiret itibariyle de manen insana önemli getiriler sağlar. Sırf kardeşini memnun etmek için ziyarette bulunan müminden Allah Azze ve Celle razı olur ki; bu da kazançların en faziletlisidir. Bir kudsi hadis-i şerifte Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: “Aziz ve Celil olan Allah kıyamette: ‘Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum da sen beni ziyaret etmedin!’ buyurur. Kul: ‘Ya Rabbi! Sen âlemlerin Rabbi olduğun halde ben sana nasıl hasta ziyareti yapabilirim?’ diye sorar. Allah Azze ve Celle: ‘Sen bilmez misin ki, benim filanca kulum hasta olmuştu da sen onu ziyaret etmemiştin. Yine bilmez misin ki eğer sen onu ziyaret etseydin, muhakkak beni onun yanında bulacaktın (yani, benim sevabımı ve ikramımı onun yanına bulacaktın)’ buyurur”1 Bir başka hadis-i şerifte de, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Hasta ziyareti yapan kişi, (hastanın yanından) dönünceye kadar, kendisini cennete ulaştıracak bir yol üstündedir” buyurmuştur. Bütün bunlar gösteriyor ki, ziyaretler, özellikle hasta ziyareti, Müslüman’ı, Allah rızasına ulaştıracak ahlâkî davranışlardan biridir.

                İslam’da insanlar arası ilişkilere önem verildiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak anne ve babanın ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilip gözetilmesine de son derece önem verilmiştir.

                Ebu Eyyüb el-Ensarî hazretlerinden rivayet edildiğine göre bir adam Hz. Peygamber’e gelerek: “Ya Rasulallah! Beni cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi. Rasulullah şu cevabı verdi: “Allah’a ibadet eder ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahim edersin.”2

                Peygamber Efendimizin bu kadar önemle üzerinde durduğu ve yapıldığı zaman müslümanların cennete girmelerine sebep olacağını haber verdiği sıla-i rahim; her türlü hayır işlerinde akraba ve yakınların görülüp gözetilmesidir. Gerek ayetlerde, gerek hadislerde bunun namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilmesi, İslâm’daki önemini göstermektedir.  Âlimler sıla-i rahimde bulunmanın vacip olduğu görüşündedirler. Hatta bunun terkedilmesi, yani akraba ve yakınlarla olan ilgisinin kesilmesi, büyük günâh sayılmıştır. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor: “Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının.”3

                Bunun yanısıra batı toplumunun en büyük planı ise “böl, parçala, yut” stratejisidir. Çünkü bölünmüş, parçalanmış bir toplum hiçbir zaman güç sahibi olamayacaktı. Pek çok batılı düşünür ve ilim adamının da itiraf ettiği gibi, modern kapitalist toplum yapısı, büyük balığın küçük balığı yemesi üzerine kuruludur.

                İslam toplumu ve batı toplumu arasında ciddi ahlaki farklar vardır. Bunun altında yatan sebepler ise; batının kurmuş olduğu hayat nizamıdır. Bunlardan bazıları ise şöyledir; on sekiz yaşına gelen gençlerin ailelerinden ayrılması, anne babanın çocuklarının yanlarında yaşamalarına izin verilmeden bakım evlerine ve hatta uygun olmayan ortamlara terk edilmesi, insanların akrabalarını bile tanımamaları ve bu yüzden yalnızlıktan dolayı her geçen dakika intihar olaylarının artması, namus kavramına dikkat edilmediğinden gayr-ı meşru çocukların artması ve ailevî sınırların bozulmasıdır.

                Batı’da aile diye bir şey kalmadı. Büyük bir yozlaşma, büyük bir çöküntü yaşanıyor. Birkaç nesil sonra Batı’da aile diye bir şey kalmayacak.

                Doğum oranını artırmak için her türlü teşviki uygulamalarına ve yüklü miktarda para harcamalarına rağmen hala istedikleri neticeleri alamıyorlar. Doğan çocukların en az 3’te biri evlilik dışı doğumla dünyaya geliyor. Hatta bazı ülke ve eyaletlerde bu oran % 50’den fazla bu korkunç rakamların üzerine boşanma oranlarındaki ürkütücü artışları da eklerseniz, “Batı”nın geleceğinin, babasını bilmeyen, aile ortamında yaşamayan çocuklar olduğu gerçeği ile karşılaşırsınız. Üstelik bu babasız, ailesiz çocukların yarısı kreşlerde büyüyor. Devletten alacakları çocuk yardımı ile geçinmek için evlilik dışı çocuk sahibi olan fakir kadınların sayısı ise azımsanmayacak kadar çok.

                Kadın “Annelik” vasfını kaybetmiştir. İnsanlar en adi yaşam şekline bürünerek erkekler erkeklerle, kadınlar kadınlarla birliktelik kuruyorlar. Dolayısı ile aile kurumunu oluşturamayan, anne, babaya saygı duymayan, evlat sevgisini kalbinde barındıramayanlardan oluşan bir toplumda sosyal dayanışma ve ziyaretleşme nasıl tesis edilebilir?

                Bu bağlamda Müslümanların İslam gibi bir dinin mensubu olarak, hayatı en güzel şekilde idame ettirecek, dünya ve ahiret saadetini tesis edecek hükümleri olan Kur’an’a sımsıkı sarılması ve ümmet olma yolunda birlik ve beraberliğimizi kuvvetlendirmek için her türlü girişimde bulunması gerekmektedir.

 1-Müslim

2-Buharî, Zekât, 1

3-Nisâ, 4/I