Güncel

İSLAM’DA TAARRUZ SAVAŞI YOK MU?

Paylaş:

“Konusu insan, sınırları tüm zamanlar ve mekânlar olan İslam, itikadî, fikrî, , ahlâkî, siyasî, iktisadî, sosyal ve kültürel boyutlarıyla her alanda Allah’ın hâkimiyetini kurmak için gönderilmiş inkılabî bir harekettir.  Yeryüzündeki beşeri sistemlere son verip, kâinatın sahibi olan Allah’ın hükmettiği bir medeniyet kurmayı isteyen İslam, daha temelde vahye muhalif olan her şeyi reddederek tevhide dayalı bir inkılâp gerçekleştirmek ister ki, işte bu inkılabî mücadelenin adı cihaddır.”2

İslam basit bir teoriden ya da felsefi bir söylemden ibaret olmayıp hayatın pratiğiyle de iç içedir. İnsanları kendi prensiplerine çağırırken davetini en güzel biçimde sunan İslam, dikta ve zorba kralların zulmüne son vermek için de cihad ve kuvvet prensibini kullanır. Çünkü tebliğ bu dinin vecibelerinden biri olduğu gibi zorbalara karşı savaşmak da bu dinin bir gereğidir. Zira İslam, insanlığı kullara kulluktan kurtarmak ve sadece Allah’a kulluk etmek için gelmiştir.

Özünde tevhid olan bu din hayata yön vererek dinamik ve pratik bir yapı oluşturur. Bu dinamiklik ve pratiklik inananlarına tüm yeryüzünü hedef gösterdiğinden, Müslümanlara düşen Rabbani metodun gerektirdiği merhaleleri takip ederek ilerlemektir. Hal böyle iken batı medeniyetinin siyasi ve iktisadi gücü karşısında eziklik hisseden ve yenilgi psikolojisi içinde bulunan kimi kalem sahipleri ya da kürsülerden konuşan bazı hatipler -güya İslam’ı savunmak ya da batılılara İslam’ı olumlu göstermek adına – İslami davetin merhalelerinden birisi olan taarruz savaşını yok gibi anlatmaktadırlar. 

Batı medeniyetinin sömürü ve katliamlar savaşı ile İslam’ın fetih anlayışının arasını ayırma basiretinden ya da cesaretinden yoksun bu kimseler, İslam’da taarruz savaşının olmadığına dair bazı fikirler ileri sürüyorlar.  Bu iddia sahiplerinin bir kısmı Peygamberimizin rahmet peygamberi olmasından dolayı taarruz savaşı yapmasını Efendimize yakıştıramamaktadırlar. ‘Peygamber nasıl olur da savaşır?   İslam’da taarruz savaşı yoktur, İslam ancak kendini savunmak için, savunma savaşını meşru kılar’ demektedirler.

“Oysa tevhid akidesi bizatihi taarruza geçmenin öteki adıdır. Çünkü bu akide hüküm iddiasında bulunan yeryüzünün bütün sistemlerine karşı gelmeyi esas almaktadır.”3 Bu duru akide, bütün İslam düşmanlarına savaş ilan etmek demek değil de nedir?

Hem insanları kendilerine kul yapan siyasi diktaları devirip, cahili sistemlerin sömürülerine son vermek sadece tebliğ ya da davet çalışmalarıyla nasıl mümkün olur? O zalimlerin nasihatle yola geldiği görülmüş şey midir? ‘Sizin davetiniz haktır, o yüzden saltanatımı bırakıyorum, gasp ettiğim bütün hakları iadeye hazırım, artık bende bir kul gibi davranacağım ve üstünlük ölçüsü olarak takvadan başka kıstas kabul etmeyeceğim’ derler mi hiç? Tam tersine zalimler iktidarlarını bırakmamak için Allah’ın en seçkin kulları olan peygamberleri bile öldürmek isterler.

İşte İslam, insanların kanını emen bu sistemleri ya da tağutları devirmek için harekete geçerek savaş seçeneğini ortaya koyar. Bu durum yoruma lüzum kalmayacak kadar açık bir hükümle belirlenmiştir. “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din (düzen) yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın.”4

Kur’an’ı Peygamberimizden daha iyi anlamak ya da Allah’ın emirlerini yerine getirme noktasında Peygamberimizden daha özverili olabilmek mümkün değildir. Buna rağmen Allah Rasulü’nün “Ben rahmet peygamberiyim” dediğini söyleyenler neden hadisin devamını söylemek istemiyorlar? Oysa hadisin devamında Efendimiz “Ben savaş peygamberiyim” de demektedir.5

Bu hadisi görmezlikten gelerek ‘İslam’da taarruz savaşı yoktur’ diyenlere Peygamber Efendimizin hayatını göstermeliyiz.  Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Medine’ye hicretinden vefatına kadarki on yıllık ömründe 27 gazaya çıkmış ve bu gazaların haricinde de 60’a yakın seriyye göndermiştir.6 Medine döneminin her yılına yaklaşık üç gaza sığdıran Allah Rasulü –rahatına bakmak yerine-  bir yandan da farklı coğrafyalara seriyyeler göndermeyi ihmal etmemiştir.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Kur’an’ ın ‘Yevmü’l Furkan’ dediği savaşın gerçekleştiği Bedir, Medine’nin yaklaşık 145 km. kuzeybatısında iken  ve zamanın süper gücü olan Rumlar’a karşı savaşın olduğu Mute 1100 km. mesafe uzaklıkta olmasına rağmen  Hicri 8. yılda taarruz etmişti. (Mute Savaşı.) Hicretin 9. yılında ise Efendimiz Bizans’a karşı bir ordu hazırlayarak harekete geçti. Kur’an-ı Kerim’in ‘Ceyşul Usra’ dediği Tebuk Seferi 700 km.lik bir mesafeye düzenlenmişti. Tüm bu mesafelerin bin bir zorluk ve çilelerle aşılarak yüzlerce kilometre uzaklardaki topraklara savaşmak için gidilmesinin neresi savunma savaşı oluyor acaba?

Ya Mekke’nin fethi… Mekke savunma savaşıyla değil elbette bir taarruzun sonucunda fethedildi. Mekke’nin fethinden sonra gerçekleşen Huneyn ve Taif gazaları da birer taarruzdan ibarettir. Asr-ı saadet tarihi boyunca yapılan savaşların -Uhud ve Hendek gibi istisnalarının dışında- tamamının Allah Rasulu ve O’nun Ashabı tarafından açılan savaşlar olduğu aşikârdır. Ama bu savaşlar bir işgal vasıtası olarak değil, insanları esaretten kurtarmak ve hür iradeleriyle tercihlerini kullanmalarını sağlamak içindir. Bu İslam’ın bir şiarıdır. 

Tıpkı Efendimiz gibi sahabeler de firavuni sistemlere taarruz etmenin gerekliliğini çok iyi anlamışlardı. Dört halife dönemi ve sonraki dönemlerde ise Peygamber Efendimiz’in müjdelediği yerler bir bir fethedildi. İstanbul, Yemen, Suriye, İran, Mısır, Endülüs, Kıbrıs, Afrika ve Asya kıtasının iç kesimleri ile Avrupa’nın birçok bölgesi bu fetihler sayesinde İslam’ın adaletiyle tanıştılar. Artık İslam sadece Arap yarımadasında değil kıtalar ötesinde de hâkimdi. Şu an üzerinde yaşadığımız topraklar da dâhil dünyanın dört bir yanına İslam ulaştıysa, bunda taarruz savaşlarının payının son derece fazla olduğu unutulmamalıdır.

Tevhid ve şirkin savaşı Sünnetullah’ın bir gereğidir. Sünnetullah ise galibiyeti evirip çevirdiği gibi taarruzu da evirip çevirmektedir. Yani kimi zaman biz taarruz etmiş iken kimi zaman da düşman taarruz edip bizim savunma yaptığımız olmuştur. Yani taarruz ya da savunma savaşı o günün konjöktürü gereği tercih edilebileceği gibi bazı olayların sonucu olarak da ortaya çıkabilir. Dolayısıyla Allah yolundaki cihadı savunma savaşı ya da taarruz savaşı diye ayırmak doğru bir tutum değildir.  

Ayrıca Peygamberimizin vefat ederken dahi Usame Radıyallahu Anh’ı komutan atayıp ordusunu sefere göndermesi ve bizlere İstanbul gibi Roma’nın da fethini müjdelemesi yeni fetihler için ümmetin hazırlıklı olmasını gerekli kılar. O halde “Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besili atlar hazırlayın.”7

1- Bakara, 193

2-Mevdudi  İslamda Cihad

3- Seyyid Kutup İslamda Cihad.

4- Bakara, 193

5-Ahmet bin Hanbel Müsned IV/395

6- Rahmet Peygamberi Nedvi sayfa335

 7-Enfal, 60