Başyazı

İslam’ın Kardeşlik Ve Dayanışma Anlayışı -2

Paylaş:

Hamd; gönderdiği kitap ile mü’minlere kardeş olmanın yollarını gösteren Allah Azze ve Celle’ye, salât-u selam; ashabı arasında kardeşliği tesis eden Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize, selam ise; Kur’an’ın meydana getirmiş olduğu medeniyetin ve kardeşliğin yeniden inşası için gayret eden tüm kardeşlerime olsun.

Geçen sayıda kardeşliğin nasıl tesis edileceğine temas etmiş, Efendimiz ve ashabından örnekler vermiştim. Bu sayıda da konuya devam edecek kardeşliği bozan sebeplerden ve kardeş olmanın şartlarından bazılarını ele alacağım.

İslam, bir taraftan kardeşliği gerçekleştirecek inanç, ibadet, ahlâk ve gündelik hayata dair esaslar ortaya koyarken diğer taraftan da kardeşliği bozacak sebepleri İslam toplumundan kaldırmaya çalışır. Çünkü doğruları öğretmek yetmemekte, yanlışların da yasaklanması gerekmektedir. İslam’ın bir medeniyet iddiası vardır ve medeniyetin bir görevi de huzuru ve kardeşliği yerleştirmektir. Tarih boyunca nice medeniyetler kardeşliği ve dünya barışını bozmuştur. Bugün yeryüzünde hâkim olan Batı Medeniyeti de kabul ettiği prensiplerle her türlü kötülüğü çoğaltmış ve kardeşliği ortadan kaldırmıştır. İnsanoğlu, insanî ve ahlâkî değerleri Rabbinden almayı terk ettiği günden beri bu böyledir. O yüzden acilen bağlı kalacağımız insanî ve ahlâkî değerler Allah’tan alınmalıdır.

 

IRKÇILIK KARDEŞLİĞİ BOZAR

Önceki sayıda ırkçılığın kardeşliği bozduğu üzerinde durmuştum. O açıklamalara şunu ilave etmek istiyorum: İmansız bir nesil meydana getirmeye çalışanlar dinin sağladığı kardeşliği sağlayamamışlardır. Din gibi bir çimento kaldırılmakta onun yerine başka çimentolar konulmaya çalışılmaktadır. Bunlardan biri de ırkçılıktır. Irkçılar diğer ırkları asimile edip hepsini kendi ırklarına dâhil etmek istemekte, bu yolla güya birlik beraberliği sağlayacaklarını zannetmektedirler. Bu şekilde kendi ırklarını çimento gibi kullanmak istemektedirler. Hâlbuki tarih boyunca ırkın çimento değil su olduğu anlaşılmıştır. Onların kendi ırklarını ön plana çıkarmaları ve başka ırkları asimile etmeye çalışmaları toplumda birliği beraberliği sağlayamamış aksine bölünme tehlikesini daha da büyütmüştür. İslam ile savaşanlar bile eğer vatanın, milletin bölünmesini istemiyor, hakikaten kardeş olarak kalınmasını istiyorlarsa ırkçılığı ve İslam düşmanlığını bırakıp yeniden İslam’a sarılmak zorundadırlar. Çünkü toplumu bir arada tutacak olan tek çimento İslam’dır.

 

SU-İ ZANDA BULUNMAK, GİZLİ HÂLLERİ ARAŞTIRMAK VE GIYBET KARDEŞLİĞİ BOZAR

Allah Azze ve Celle: “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın.) Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının”1 buyurmaktadır. Çünkü bunlar kardeşliği bozmaktadır. Müslümanlar arasında münasebetler zayıflayınca olmadık zanlar gündeme gelmekte, gıybetler çoğalmaktadır. Zanda bulunulduğu, gıybet yapıldığı müddetçe kardeş olunamayacaktır. Bunların da asıl sebebi görüşmemektir. Birbirleriyle görüşen insanların anladığı veya affettiği şeyler, görüşmeyen insanlar tarafından affedilmeyecektir. O hâlde su-i zannın ve gıybetin çaresi görüşmektir.

Ayşe validemiz, Efendimizin diğer hanımı Safiye hakkında “Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e: ‘Safiye’nin şu kusurları ve boyunun kısa olması sana yeter’ dedim. Rasulü Ekrem: ‘Öyle bir söz konuştun ki, denize atılsa, denizi bulandırır ve kokuturdu!’ buyurdu.”2

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün ashabına: “Herkes yarın oruçlu olsun. Fakat benden emir gelmedikçe akşam olsa bile benden izinsiz kimse iftar etmesin” diye haber gönderdi. Herkes emre itaat etti. Akşamüzeri herkes gelip teker teker Efendimizden izin almaya başladı. Efendimize bir adam geldi: “Ey Allah’ın Rasulü! Senin yakınlarından olan iki tane kız oruç tutmuşlardı fakat kız oldukları için utanıyorlar senin yanına gelemiyorlar, onlar da izin istiyorlar. Onlara da izin verir misin, iftar etsinler” dedi. Sahabi bu sözü üç defa tekrar etti: Efendimiz seslenmedi sonra dördüncüsünde: “Onlar iftar etmişlerdi zaten” buyurdu. Sahabi: “Ey Allah’ın Rasulü! Vallahi onlar hâlâ iftar etmediler, bir lokma bir şey yemediler” deyince, Efendimiz: “Onlar iftar etmişlerdir. Onlar kendi aralarında filan kardeşlerinin gıybetini yapmışlardı. Bazı insanlar vardır ki onlar kendilerini Allah’ın helallerinden menederler ama ondan sonra Allah’ın haram kıldığı şeyi yaparlar. Allah yemeyi içmeyi helal kılmıştır. Ama onlar Allah’ın helal kıldığını kendilerine haram kıldılar, oruç tuttular ama Allah’ın haram kıldığı gıybeti yaptılar. Onlara git söyle ağızlarındakileri kussunlar” buyurdu. O sahabi gitti ve kızlara aynısını söyledi. “Bir bardağın içerisine kusun” dedi. Birisi kustu bardağın yarısı doldu. Diğeri de kustu, bardak tamamen dolmuştu. Kızların ağzından et parçaları çıkmıştı. Bu, Allah Rasulü’nün bir mucizesiydi.3 Belki bugün gıybet yapan insanların ağzından böyle etler, irinler çıkmaz fakat Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in mucizesi olarak o günkü insanlara böyle bir şey gösterilmesi, bu hadisenin bize kadar intikal etmesi istenmişti. Efendimiz gıybetin önüne geçmek istemiştir. Çünkü su-i zan, gıybet ve birbirinin gizli hâllerini araştırma Müslümanlar arasında kardeşliği kaldıran sebeplerdendir. Bunlardan uzak durulmadığı müddetçe kardeşlik gerçekleşmeyecektir.

 

KARDEŞİNİN AYIBINI ÖRTMEK KARDEŞLİĞİN ŞARTLARINDANDIR

Hz. Ömer Radıyallahu Anh, halifeliği döneminde geceleyin Medine’nin sokaklarında gezer ve asayişi temin etmeye çalışırdı. Yine bir gün asayişi kontrol için çıktığı zaman bir evde ışık yandığını, yaşlı bir adamın yanında cariyesinin şarkı söylediğini ve adamın da içki içtiğini görmüştü. Hz. Ömer Radıyallahu Anh duvara tırmanıp birdenbire içeri giriverdi. Adama: “Bugün Allah’ın senden tiksindiği kadar hiçbir insandan tiksindiğini sanmıyorum. Bu kadar yaşlısın ama hâlâ Allah’a isyan ediyorsun, hâlâ cariyelere şarkı söyletiyorsun ve içki içiyorsun. Ey Allah’ın düşmanı, yaptığın kusuru Allah’ın örteceğini mi zannettin” diye bağırdı.

Adam: “Ey mü’minlerin emiri, dur, acele etme. Eğer ben, Allah’a karşı 1 hata işlediysem, sen 3 hata işledin. Birincisi: Allah Teâlâ, ‘Birbirinizin gizli hâllerini araştırmayın’4 buyurduğu hâlde, sen gizli hâlimi araştırdın. İkincisi: Allah, ‘Evlere kapılarından girin!’5 buyurduğu hâlde, sen duvardan girdin. Üçüncüsü: Allah, ‘Ey iman edenler! Kendi evleriniz dışındaki evlere, sahiplerinden izin isteyip onlara selâm vermeden girmeyiniz’6 buyurduğu hâlde, sen evime izinsiz girdin ve üstelik selam da vermedin” diye karşılık verince;

Hz. Ömer: “Eğer ben seni affedersem, sen de beni affeder misin?” dedi.

Adam: “Evet” deyince, Hz. Ömer: “Affettim” diyerek evden çıkıp gitti.7

Daha sonra Hz. Ömer o adamı uzun bir süre camide göremedi. Bir gün adamın camide gizlice bir yere oturduğunu görünce: “Çağırın şu ihtiyarı da gelsin” dedi, adam korkarak geldi. Hz. Ömer, adamı yanına çağırdıktan sonra kulağına: “Vallahi ne ben ne de İbn-i Mesud senin hakkında insanlara bir şey söylemedik, korkma” dedi. Adam da onun kulağına eğilip: “Ey Emir el-Mü’minin! Vallahi ben de o günden beri ağzıma içki koymadım” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer tekbir getirdi, etrafındakiler Hz. Ömer’in neden tekbir getirdiğini anlayamadı. Çünkü olay ikisinin arasında cereyan etmişti. Hz. Ömer, adam insanlardan utanmasın, Müslümanların camisinden uzak kalmasın, kardeşlerinden kopmasın diye adama öyle demişti. Allah Rasulü’nün terbiyesinden geçen insanlar, kardeşliğe engel olabilecek bir hata yaptıkları zaman hatalarını hemen anlıyor, hatalarını düzeltiyorlar ve kardeşliği muhafaza ediyorlardı.

Bunun istisnai durumları vardır. Kişi günahı aleni bir şekilde işliyorsa, onunla övünüyorsa veya insanların ondan korunabilmesi için günahkârlığının bilinmesi gerekliyse ya da o günahları sebebiyle ileride İslam’a ve Müslümanlara büyük zararlar verebilecek birisi ise ve İslam düşmanları onun bu günahlarını İslam’ın aleyhinde kullanabilecekse, bu gibi durumlarda kişinin durumu açıklanabilir. Ancak bunun istisnai bir durum olduğu unutulmamalıdır.

 

KARDEŞİNE İHANET ETMEMEK KARDEŞLİĞİN ŞARTLARINDANDIR

Rabbi için bir şeyler ortaya koymayanlar, bir kenarda duranlar, seyirci olanlar, Allah’ı seviyorum iddiasında ne kadar dürüst değillerse, kardeşlerine karşı muhabbet beslemeyenler, onlar için birtakım riskleri göze alamayanlar, kardeşlerini satanlar da kardeşlik iddialarında dürüst değillerdir. Allah Azze ve Celle: “Mü’minler mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesinler. Her kim bunu yapacak olursa Allah’la arasında hiçbir şey kalmaz”8 buyurmaktadır. Allah Azze ve Celle, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinenlerin ve bunu yaparken ‘ne yapalım zayıfız, ondan dolayı yapıyoruz’ diyenlerin ve kardeşliğin bedelini ödemeyi göze alamayanların kardeşlik iddiasını reddetmektedir. Ayrıca bunu yapanlar Allah ile aralarında hiçbir dostluğun kalmamasına razı olmuşlar demektir.

Abdullah İbni Ömer Radıyallahu Anhuma’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu aleyhi ve Sellem: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter”9 buyurmuştur.

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, ashabına Müslümanların kardeş olduğunu ilan ederken onların kâfire karşı birlik beraberlik içerisinde olmaları gerektiğini ifade etmekteydi. Mü’minler, mü’minleri bırakmamalı, onları düşmana teslim etmemeli, kardeşlerinin yanında yer almalıdır. Batı Medeniyeti ile, Amerika ile ittifak etmek için Allah ile ittifaklarını bozmamalıdırlar. Türkiye, Irak’ı işgal eden Amerikan askerinin gıda ihtiyaçlarını ve yüz bin ton askeri mühimmatını İncirlik’ten göndermiştir. O askerî mühimmat, Irak halkının başına bomba olarak düştü. Buna kardeşlik denilebilir mi, bu durum caiz olarak görülebilir mi? 2 milyondan fazla Iraklı, Amerikan askerleri tarafından şehit edilmiştir. Bu şekilde zulüm yapan devletlerle ittifak bozulmasın diye, ‘onlar güçlüdür o yüzden onlarla birlikte olmalıyız’ denilerek Allah Azze ve Celle ile ittifakın bozulması nasıl göze alınabilmektedir? Allah ile dostluk bozulduktan sonra başkalarının dost olmasının ne önemi vardır?

 

KARDEŞİNİ SEVMEK KARDEŞLİĞİN ŞARTLARINDANDIR

Ebu İdris el-Havlani, Muaz bin Cebel Radıyallahu Anh’a: “Seni Allah için seviyorum” dedi. Muaz Radıyallahu Anh ona: “Öyleyse sana müjdeler olsun! Kuşkusuz ben Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in: ‘Kıyamet günü arşın çevresinde, yüzleri dolunay gibi parlak birtakım insanlar için tahtlar kurulur. İnsanlar panik içinde feryat ederlerken onlar feryat etmezler, herkes korkuyla dolup taşarken onlar korkmazlar. Onlar, Allah’ın, asla korkmayacak ve üzülmeyecek olan gerçek dostlarıdır’ dediğini işittim. Onların kimler olduğu sorulunca da: ‘Onlar, birbirlerini Allah için seven ve Allah için bir araya gelen kimselerdir’ diye cevap verdi” dedi.10

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh benzer bir hadisi şu sözlerle rivayet eder: “Arşın çevresinde nurdan tahtlar vardır. Bu tahtlara elbise ve yüzleri nur gibi parlak insanlar oturmuşlardır. Bunlar peygamber değildirler, şehit de değildirler. Fakat peygamberler ve şehitler onlara imrenirler” buyuran Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e: “Onları bize tanıtsanız” denildi. O da şöyle buyurdu: “Onlar, birbirlerini Allah için seven, Allah için bir araya gelen ve birbirlerini Allah için ziyaret eden insanlardır.”11

Hadisler bir taraftan Müslüman kardeşlerimizi sevmemizin gerekliliğini anlatırken diğer taraftan bunun bize kazandıracağı makamı da ifade etmekte ve bizi kardeş olmaya teşvik etmektedir.

 

ZİYARETLEŞMEK KARDEŞLİĞİN ŞARTLARINDANDIR

Bir rivayette: “Bir gün Abdullah (İbn Mes’ud) talebe arkadaşları yanına geldiklerinde onlara demişti ki: ‘Beraber oturup (ilmi sohbet yapıyor musunuz?)’ Onlar: ‘Bunu hiç terk etmiyoruz’ demişlerdi. Abdullah: ‘Peki, birbirinizi ziyaret ediyor musunuz?’ dedi. Onlar: ‘Evet, ya Ebâ Abdirrahman’ demişlerdi, ‘Bizden bir adam (din) kardeşini göremediğinde onu görmek için (peşinden), Kûfe’nin en uzak yerine kadar gider. Sonunda onunla görüşür.’ Bunun üzerine Abdullah: ‘Öyleyse siz bunu yaptığınız sürece hayır içinde olmaya devam edersiniz’ demişti.”12 İbn-i Mesud’un sözünden anlaşılan haftalık ilmi sohbetlerin yetmeyeceği ve Müslümanların ziyaretleşmesinin zaruri olduğudur.

Ayrıca Peygamberimiz, başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde, Allah Teâlâ’nın arşının gölgesinde barındıracağı yedi sınıftan birisinin de birbirlerini Allah için seven ve Allah için buluşup ayrılan iki insan olduğunu bildirmektedir.13

Efendimiz’in çok sevdiği sahabisi Selman Radıyallahu Anh de bu hususun ehemmiyetini bildiği için, Medâin’den Şam’a kadar yürüyerek gitmiş ve kardeşi Ebû’d-Derdâ’yı ziyaret etmiştir.14

Bir hadiste: “Bir kimse, köydeki arkadaşını ziyarete gider. Yoluna çıkan (insan kılığında) bir melek ona der ki: ‘Böyle nereye gidiyorsun?’ Adam: ‘Bu köyde bir arkadaşım var. Onu ziyarete gidiyorum’ der. Melek: ‘Onun sana bir iyiliği, bir yardımı dokundu da onun için mi gidiyorsun?’ deyince adam: ‘Hayır, sırf Allah rızası için ziyaretine gidiyorum’ der. Melek: ‘Müjdeler olsun sana! Beni Hak Teâlâ gönderdi. Hiçbir menfaat ummadan arkadaşını ziyarete gittiğin için, Rabbimizin sevgisine kavuştun.”15

Bugün Müslümanların zayıflığının bir nedeni de budur. Ziyaretler azalınca kardeşlik bozulmuş, bundan dolayı bereket kalmamış, çoğalma da gerçekleşmez olmuştur. Müslümanların hakkıyla kardeş olamadığını görenler Müslümanların arasına katılmaz olmuşlardır.

 

YARDIMLAŞMAK KARDEŞLİĞİN ŞARTLARINDANDIR

Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’ın rivayet ettiği kutsi bir hadiste Rasulullah Aleyhisselatu vesselam buyurdular ki: “Kıyamet günü Aziz ve Celil olan Allah şöyle buyuracak: ‘Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret etmedin!’ Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, Sen Rabbu’l âlemin iken ben Seni nasıl ziyaret ederim?’ Rab Teâlâ diyecek ki: ‘Falan kulum hastalandı, sen onu ziyaret etmedin? Bilmez misin, eğer onu ziyaret etseydin, beni onun yanında bulacaktın!’ Sonra Rab Teâlâ diyecek: ‘Ey Âdemoğlu! Ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın?’ Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, ben Seni nasıl doyururum. Sen ki alemlerin Rabbisin?’ Rab Teâlâ diyecek ki: ‘Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin beni onun yanında bulacaktın.’ Sonra Rab Teâlâ diyecek: ‘Ey Âdemoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin!’ Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, ben Sana nasıl su içirebilirim, sen ki Âlemlerin Rabbisin!’ Rab Teâlâ diyecek ki: ‘Falan kulum senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmez misin, eğer ona su vermiş olsaydın, beni onun yanında bulacaktın!”16

Kudsi hadis, insana yapılan yardım ve ziyaretin Allah’a yapılmış gibi olacağını ifade ederek insanın Allah katındaki değerini anlatmaktadır. Allah Azze ve Celle, kâinatın padişahı olduğu ve sonsuz yüceliğe sahip olduğu hâlde kullarına bu kadar değer verirken bizim insana değer vermememiz olacak şey değildir.

Allah Rasulü’nün sahabesi maddi meselelerde de kardeş olmayı başarmışlardır. Bir gün Hz. Osman, Medine’ye büyük bir kervanla, bazı rivayetlere göre üzeri kıymetli mallarla yüklü yüz deve ile geliyordu, Medine sallanıyordu. Bütün tüccarlar koştular, Hz. Osman’dan o kervanı alabilmek için ona büyük paralar teklif ettiler. Hz. Osman: “Daha fazla veren var” dedi. Tüccarlar: “Daha fazla veren kimdir? İşte Medine’nin bütün tüccarları burada, kim daha fazla veriyor söyler misin?” dediler. Hz. Osman: “Allah Azze ve Celle daha fazla veriyor. Allah: ‘Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır’17 buyuruyor” dedi ve bütün kervanı yükleri ile birlikte Allah yolunda fakirlere dağıttı.18 Çünkü tüccarlar bire karşı iki-üç verirken Allah Azze ve Celle bire karşı yedi yüz veriyordu. O gün kardeş olmak buydu. İşte bu yüzden o asra, ‘Asr-ı Saadet’ denilmiştir. Ne güzel isim verilmiştir. Böyle insanların olduğu bir asır, saadet asrı olmaz mı? Böyle insanların olduğu asırda kardeşlik bozulabilir mi? İşte o gün bu ümmet dünyanın her tarafına İslam’ı götürmüştür. Kendi aralarında kardeşliği gerçekleştirmiş olanlar İslam’ı her tarafa yayabilmişlerdir. 

Sadece parasıyla değil aynı zamanda bedeniyle de mücadelenin içerisinde yer almış olanlar hakkında Peygamberimiz: “Allah Azze ve Celle onlara yedi yüz bin katına kadar çıkartır” buyurmaktadır. Rabbi yolunda malını harcayanlara ama bedenen işin içerisine girmeyenlere Allah, birine karşılık yedi yüz verirken bir de bedensel olarak işin içine girenlerin, tehlikeleri ve riski göze alanların, bu yolda terleyenlerin, koşturanların mükâfatını ise yedi yüz bin katına kadar arttırmaktadır.

 

TEHLİKE ESNASINDA KARDEŞİNDEN EVVEL ÖLMEYİ İSTEMEK KARDEŞLİĞİN ŞARTLARINDANDIR

Müslümanlar Ürdün’e kadar geldikleri zaman Bizans’la karşılaştılar. O zaman Şam toprakları Rumların elindeydi. Diyar-ı Rum’a gelip Bizans askerleriyle karşılaşınca Herakliyus’un askerleri İslam orduları karşısında mağlup olmaya başladılar. Herakliyus bir gün komutanlarını toplayıp: “Neden hep siz mağlup oluyorsunuz? Söyleyin, savaşlarda Müslümanlar mı daha çok, siz mi daha çoksunuz?” dedi. Komutanlar “Her savaşta biz daha çoğuz” dediler. Herakliyus: “Sizin atlarınız mı çok, onların atları mı çok?” dedi. Komutanlar: “Bizimki daha çok” dediler. Bunun üzerine Herakliyus: “Peki, o hâlde bu mağlubiyetin sebebi nedir?” dedi. Komutanlardan biri söz aldı: “Çünkü biz içki içiyoruz, faiz yiyoruz, zina ediyoruz ama onlar öyle yapmıyorlar. Onlar Rablerine kulluk ediyorlar, Kur’an okuyorlar, komutanlarına itaat ediyorlar. Aynı zamanda biz: ‘Savaşta en son ben öleyim’ diyoruz. Hâlbuki Müslümanlar: ‘Evvela ben öleyim’ diyorlar. İşte biz bundan dolayı kaybediyoruz” demişti. Herakliyus: “Doğru söylüyorsun” dedi. Müslümanların kardeşliği onları şok etmişti. Bugün nasıl ki Batı Medeniyetinin teknolojisi insanlarımızı şok ettiyse biz de onları dün, Tevhid inancımızla, ahlakımızla, adaletimizle, bilimdeki başarılarımızla, cesaretimizle, medeniyetimizle, kardeşliğimizle ve dayanışmamızla şok etmiştik.

 

KARDEŞLİĞİN GERÇEKLEŞTİRİLMESİ ÜMMET OLABİLMENİN ŞARTLARINDANDIR

Ümmet kelimesi “imam” kökünden gelmektedir. Nasıl ki imam, cemaatin önünde giden lider demekse ümmet de risaleti taşıma görevi verilen, hedefi ve gayesi olan, insanlığın önünde giden, dünyanın lideri olmakla görevlendirilmiş olan topluluktur. Eğer verilen görevleri yapmıyorlarsa ümmet değildirler. Ümmet olmak zordur. Ümmet olmak demek kardeş olmak demektir, dünyanın neresinde olursa olsun kardeşinin derdiyle dertlenmek demektir. Ümmet olmak sorumluluk demektir, kardeş olmanın bedelini ödemek demektir. Müslümanlar ümmet olabilseydi Afganistan’dan, Irak’tan, Filistin’den kendisini mesul hisseder, evinde rahat edemezlerdi. Eğer bir ümmet, ümmet olarak kalmak istiyorsa sürekli olarak Allah’ın yeryüzünde vermiş olduğu görevi yerine getirmek, daima kendisini tazelemek zorundadır. Kardeş olunmadığı müddetçe ümmet olunamayacak, verilen görev de yerine getirilemeyecektir.

Netice olarak; bugün Müslümanların yeniden ayağa kalkması, yeniden kendi medeniyetlerini tesis etmeleri, dünya barışına ve medeniyetine katkıda bulunabilmeleri, bütün bunlar öncelikle kendi aralarında kardeşliği sağlamaları ile mümkün olabilecektir. O gün Allah Azze ve Celle, Kur’an ile kardeşliği ve dayanışmayı gerçekleştirmiştir. Bugün de aynı Kur’an elimizdedir. Kur’an’a sarılırsak o gün bizi kardeş yapan bu kitap bugün de bunu başaracaktır. Allah Azze ve Celle, Kur’an’a sarılmayı ve bu zamanda da böyle bir kardeşliğe ulaşabilmeyi hepimize nasip eylesin. Allah’a emanet olun, değerli kardeşlerim.

  1. Hucurat, 12
  2. Ahmed b. Hanbel, 6/136
  3. Ebu Davud, İbni Ebi’d-Dünya; Beyhaki
  4. Hucurat, 12
  5. Bakara, 189
  6. Nur, 27
  7. Kenzu’l-Ummâl
  8. Al-i İmran, 28
  9. Buhari, Mezâlim, 3; Müslim, Birr, 58
  10. Muvatta
  11. Nesei
  12. Darimi, Mukaddime, 51
  13. Buhari, Ezan, 36; Zekât, 16
  14. Buhari, Edebü’l-müfred, s. 127, no: 346
  15. Müslim, Hakim
  16. Müslim, Birr 43, (2569)
  17. Bakara, 261
  18. İbn Kudâme, er-Rikkâ ve’l-Bükâ, s. 190