(3 ARALIK 1934)
İslam Medeniyetini anlamamış ve medeniyetine dönmek için çalışmayan Müslümanların ortaya çıkışı öncelikle kılık kıyafetin, ahlâkî değerlerin ve inancın değişmesiyle gerçekleşmiştir. Medenî olmayı modern olmakla karıştıran sözde aydınlarımız!, çağdaş uygar milletler seviyesini âdeta asr-ı saadetten üstün tutmuş, bu seviyeye ulaşabilmenin ise batılılaşarak gerçekleşebileceğini iddia etmişlerdir. Batılılaşabilmek için de sadece kurum ve kanunların değil, insanın, aile yapısının, dindeki inanç esaslarının hatta batıdaki bütün değerlerin özümsenmesi gerektiğini iddia etmiş ve halkı buna inandırabilmek için ellerinden geleni yapmış, buna karşı çıkanları gerici, yobaz gibi yakıştırmalarla yaftalamışlardır.
Şapka Kanunu’nun çıktığı 28 Kasım 1925 tarihinden sonra yıllarca İslam’ın hâkim olduğu Osmanlı topraklarındaki Müslüman halka uygulanan batılılaştırma politikaları, “Kılık Kıyafet İnkılâbı” ile devam ediyordu. Şapka kanunun tesirini ise Türkiye’nin ilk marif vekili (eğitim bakanı) Dr. Rıza Nur’dan öğreniyoruz.
“Halkta büyük bir inkisar oldu. Maneviyatı kırıldı. Gâvur olduk zannettiler. Hükümete diş biliyorlar. Bir gün harb olsa, bu millet gayretle harb etmez. Hem iktisadî müthiş bir zarar. Milyonlarca lira harice aktı, gitti. Bundan da Yahudiler istifade ettiler. İtalya ve Fransa’da mevcut yeni ve eski şapkaları milyonla memlekete soktular. İki-üç frank kıymeti olan bu şapkalar, en aşağı on liraya (120 Franka) satıldı. Bunların çoğu zımpara kağıdı ile temizlenmiş şapkalardı.”1 Hâlâ yürürlükte olan ve hiçbir memurun uygulamadığı devlet memurlarına şapka giyme zorunluluğu getiren bakanlar kurulu kararnamesinin çıktığı 2 Eylül 1925 günü çıkarılan kanunla, din adamı dışındaki kişilerin cübbe ve sarık giymeleri yasaklanmıştı. Buna aykırı davranışlar, en az bir yıla kadar hapisle cezalandırılacaktı. 1934 yılında ise din adamlarının dinî kıyafetlerini sadece ibadet yerlerinde giymelerine dair bir yasa çıkarıldı. Hükümetin meclise sunduğu yasa önerisinin gerekçesi şöyleydi:
“Din ile devletin ayrılığını ve dinî değerlerin devlet hayatı dışında sırf vicdanî bir nitelikte kalıp memleketin devlet hayatında dinin hiçbir etkisi olmamasını, yani laiklik esasını devrimin ve rejimin ana ilkesi tanımış olan Cumhuriyet hükümeti bu yolda attığı adımların doğal bir sonucu ve gereği olarak, ruhanîlerin dinî kıyafetlerini ancak âyinler sırasında taşıyıp, âyinler dışında herhangi bir bireyin taşıyabileceği kıyafetlerde bulunması konusunu gerekli görmüştür.”2
Bu kanun 1982 anayasasının 174. maddesine göre değiştirilemeyecek ve değiştirilmesi teklif dahi edilmeyecek “İnkılap Kanunları” arasında yerini aldı.
1. ‘Hayat ve Hatıratım’ Müellif: Dr. Rıza Nur (Türkiye’nin ilk maarif vekili (eğitim bakanı) - cild 4, sahife 1315
2. Özdemir İnce, Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun, Hürriyet Gazetesi, 3.12.2010