Maneviyatımız

Kim Allah'a Güzel Bir Borç Verecek?

Paylaş:

İslam’da bütün emir ve yasaklar (maddi- manevi) bir maslahat içerir. Bu maslahatlar bireyden topluma bütün insanlığı kapsar. Öyle ki bütün, parçalardan; toplum, bireylerden meydana gelmektedir. İslam’ın emrettiği, nehyedip yasakladığı ve tavsiye ettiği hususların nihai sonucunda kalben ve ruhen sağlıklı bireylerden oluşan bir İslam toplumu ortaya çıkmaktadır.

Bu yazımızda emir, tavsiye ve nehyi içinde barındıran bir fiil olarak “Allah Yolunda Harcamak” konusunu ele alacağız. Öyle ki Rabbimiz bu harcamayı İslam’ın 5 şartından biri olan “zekât” emri ile farz kılmış, her Müslümanın nisap miktarı mala sahip olduğu takdirde vermesini zorunlu kılarak bireysel ve toplumsal maslahatı teminat altına almıştır.  Zekât ayetlerini incelediğimiz zaman hemen her ayette namaz ile zikredildiğini görürüz. “Namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve rükû edenlerle beraber siz de rükû edin.”1 Namaz, insanın bedeniyle, zekât ise malıyla yaptığı bir ibadettir. Rabbimizin ibadetlerden muradı, kullarının sadece bedenleriyle ya da yalnızca mallarıyla kendisine kullukta bulunması değil, kullarına vermiş olduğu her nimet ile huzuruna çıkmalarıdır. Mevlâna bu durum hakkında şöyle demiştir: “Kıldığın namaz sana çobanlık eder, seni kötülüklerden, kurtlardan kurtarır! Verdiğin zekât, kesene bekçilik yapar, onu korur! Altın, zekât vermekle hiç eksilmez aksine fazlalaşır, artar!” Bahsi geçen kurtlar, günahlardır. Namaz, insanı günahlardan kurtarır. Zekâtın bekçilik yapması da malın telef olmasını önlemek içindir. Zira tohum olarak toprağa sunulan ekin insana misliyle dönerken ambarda istiflenense farelere yem olur. Zekât, işte bu noktada bekçilik eder. Rabbimiz zekâtı emretmekle Müslümanın nisap miktarından fazla malı bir yıldan fazla elde tutmasının önüne geçmiştir. Bu, kişiyi cimrilikten ve mal hırsından alıkoyduğu gibi, cimriliğin getirdiği günahlardan da korumuş olur. Nitekim fakir ve zengin arasındaki dengeyi sağlamanın en kat’i ve değişmez hükmü zekâttır. Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Asıl iyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanan, malını sevdiği halde akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, dilenenlere, hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren, namazı dosdoğru kılıp zekâtı ödeyen, antlaşma yaptığında sözünde duran, sıkıntı, darlık, hastalık ve şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır. Kulluklarında samimi ve dürüst olanlar işte bunlardır. Gerçek takva sahipleri de yine bunlardır.”2 Ayetten de anlaşılacağı üzere kişinin malını sevmesi olağan dışı bir durum değildir. Ancak takva sahibi olması, sevdiği halde malını Allah yolunda harcamasından geçer. Rabbimiz zekâtı farz kılarak malın asgarisini vermeyi emretmiştir.

Zekâtla beraber Kur’an’da iki yüz yerde geçen “infak” kavramı da vardır. Rabbimiz infak etmeyi farz kılmamakla birlikte zekâttan daha çok anmıştır. Elbette Allah’ın emretmediği halde kulun canı gönülden, yalnızca O’nun için verdiği mal Allah katında çok daha kıymetlidir. Rabbimiz: “Mallarını Allah yolunda infak edenlerin örneği yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Allah (ihsanı) bol olandır, bilendir”3 buyurarak infak eden kuluna bire yüz mükafat vereceğini bildirmiştir. Bununla birlikte “Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: ‘İhtiyaçtan artakalanı”4 buyurarak infakın sınırlarını belirtmiştir. Rabbimizin muradı kulunun en azıyla idare etmesi, pejmürde ve sefil bir hayat sürmesi değil, ihtiyacı kadar kullanması ve arta kalanı istifleyip biriktirmeden kendi rızası için bağışlamasıdır. Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hz. Bilal’in yanına gittiği bir gün orada bir yığın hurma gördü ve “Bunlar nedir Ey Bilal?” diye sordu. O da “Bunları senin misafirlerin için hazırladım” cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Ey Bilal! Bunların senin için bir cehennem dumanı olmasından korkmuyor musun?  İyisi mi sen bunları fakirlere infak et ve arşın sahibinin sana az vereceğinden de korkma” buyurdular.5 Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabının kendi misafirleri için dahi mal biriktirmesini hoş görmemiş ve biriktirmeyi ateşin habercisi olan dumana benzeterek mal biriktirmekten alıkoymuştur. Nitekim mal biriktirmek insanı dünya hırsına ve cimriliğe götüren davranışlardandır. Rasulullah, ilk hutbelerini i’rad etmek için minbere çıkarak Allah’a hamd-ü senadan sonra şunları söylemiştir: “Ey insanlar! İyi biliniz ki Allah Teâlâ sizlere din olarak İslam’ı seçmiştir. İslamınızı cömertlik ve güzel ahlakla süsleyiniz. Bilmenizi isterim ki cömertlik, kökü cennette dalları ise dünyada bulunan bir cennet ağacıdır. İçinizden cömertlik edenler o dallardan birine yapışmış olup bu dal onu cennete götürecektir. Cimriliğe gelince o da kökü cehennemde, dalları ise bu dünyada bulunan bir ağaçtır ki cimrilik yaparak kendi dallarından birini tutanı cehenneme götürür.” Daha sonra Rasulullah iki kez de “Allah yolunda cömert olunuz” buyurdular.6 Ebu Hureyre’den rivayetle: Rasulullah şöyle buyurdu: “Kulların sabaha erdiği her günde iki melek semadan iner ve bunlardan biri şöyle dua eder: ‘Ey İlahımız! İnfak edene halef (devam) ver.’ Diğeri de şöyle dua eder: ‘Ey İlahımız! Cimriye de telef ver.”7

İnsanı infaktan alıkoyan bazı sebepler vardır. Bunlar dünya malının peşin ve somut olarak elde olması ve ahiret mükafatının uzak bir gelecekteymiş gibi sanılmasıdır. Oysa ömür denilen zaman art arda batan güneşler, geçen haftalar ve yıllarla göz açıp kapayıncaya kadar bitmektedir. Dünyanın sıkıntısı ve dertleri bir ömre sığmamakta nitekim ömür, dünyanın sıkıntıları bitmeden sona erip erimektedir. Akıllı Müslüman odur ki Allah yolunda tüm varlığını infak eder. İnfakı sadece maddi şeylere has kılmak bu ibadet sevabına yalnızca zenginlerin nail olabileceği anlamını doğurur. Oysa Kur’an’da: “Allah’ın sizin için vermiş olduğu nimetlerden infak edin”8 buyrulmaktadır. Bu nimetler kişinin nakdi olabileceği gibi asıl sermayesi olan vaktidir de. Kişinin yetenekleri kadar ilmi ve gayretidir de. Kiminin infakı Allah yolunda saçtığı enerjidir. Girdiği ortamı harekete geçirerek İslam toplumuna motivasyon olur. Kimi talebeler yetiştiren hoca iken kimi de evladını veren anne- babadır. Ebu Zerr Radıyallahu Anh anlatıyor: “Rasulullah buyurdular ki: ‘Müslüman olan bir kul, sahip olduğu her bir maldan Allah yolunda bir çiftini infak ederse, cennetin kapıcıları onu mutlaka karşılar ve her biri kendi beklediği kapıdan girmesi için davet eder.’ ‘Bu nasıl olur?’ diye sorulmuştu, şöyle cevap verdi: ‘Diyelim ki malı deve cinsindendir, iki deve; sığır cinsindendir, iki sığır (infak eder.)”9

Müslüman, Allah’a infak ettiği her bir nimeti Allah’ın izniyle cennetin kapısında kendini bekler vaziyette bulacaktır. Akıllı her bir mü’min dünyanın geçici nimetlerinden vererek ahirette bâki bir ecre talip olandır…

“Sabret! Çünkü, Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez.”10

  1. Bakara, 43
  2. Bakara, 177
  3. Bakara, 261
  4. Bakara, 219
  5. Terğib, (Taberani)
  6. Kenzü’l Ummâl
  7. Buhari
  8. Bakara, 267
  9. Nesai, Cihad
  10. Hud, 115