Dünya hayatı içerisinde yaşam sürerken, nefsimizin de bizi dürtülediği bir arzuyla elimizdekinden hep daha fazlasına sahip olmayı isteriz. Bu doyumsuzluk hali sürekli kazanan, mal çoğaltan ve hırsla servetini biriktiren insanlar meydana getirir. İnsan çalışır, kazanır ve çokça mal biriktirir ancak var gücüyle biriktirdiği o servet belki de ahiret hayatını bitiren bir sebep olacaktır.
Kur’an-ı Kerim birçok ayette dünyanın önemsiz olduğunu vurgulayarak mü’minlere asıl varılacak yurdun ahiret olduğu bilincini aşılamakta, dünya ve içindekilere gereğinden fazla değer verilmesinin önüne geçmeyi amaçlamaktadır. İnsanların çoğunun kazanmak uğruna ömrünü verdiği servetin bazıları için nasıl helak olma sebebi olduğunu anlatan bir kıssa vardır ki eşi benzeri görülmemiş servete sahip olan bir gücün nasıl yerin dibine geçirildiğini anlatır. Bu kıssa Karun kıssasıdır.
“Karun, Musa’nın kavmindendi ve onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki anahtarlarını güçlü ve kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona demişti ki: ‘Şımarma! Bil ki Allah şımaranları sevmez. Allah’ın sana verdiğinden ahiret yurdunu iste ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi sen de iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.’ Karun ise: ‘O servet bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi’ demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden ondan daha güçlü, ondan daha çok malı olan kimseleri helak etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz.”1
Kıssaya Genel Bakış
Kaynaklarda Hz. Musa’nın amcasının oğlu olarak geçen Karun, Hz. Musa’nın yanında ve O’na iman edenler arasındaydı. Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra İsrailoğullarının en bilgilisi ve Tevrat’ı en güzel okuyan kişi olarak aktarılır. Bir gün Hz. Musa’ya gidip simya ilmini öğrenmek istediğini söyledi. Simya ilmini ve maddelerden altın yapmayı öğrenen Karun mal biriktirme çabasına düştü ve yıllardan beri “Karun kadar malın olsa ne olur?” sözünün de işaret ettiği, malının çokluğuyla anılan şahsiyete dönüştü.
Rivayete göre Karun başlangıçta züht sahibi ve başkalarının verdikleriyle geçinen biriydi. Bir gün şeytan kendisine vesvese vererek haftanın bir günü çalışıp diğer günler o çalıştığıyla geçinebileceği fikrini sundu. Başlangıçta bu niyette olan Karun, çalışma süresini gitgide artırdı ve zamanla tüm güzel hasletlerini kaybetti. Karun’un hazinesi öylesine büyüdü öylesine büyüdü ki hazinelerinin anahtarlarını ancak 300 katır taşıyabiliyordu. Bu durum ayette şu şekilde ifade ediliyor; “Biz ona taşımanın güçlü bir topluluğa bile ağır geleceği hazineler verdik.”2 Hayseme’den naklen A’meş der ki: “Karun’un hazinelerinin anahtarları deridendi. Her bir anahtar başlı başına bir hazinenindi. O bir yere gitmek üzere bineğine bindiği zaman anahtarları da altmış katıra yüklenirdi.”3
Bu muazzam büyüklükteki servet, Karun’un böbürlenmesine sebep oldu. Mallarının kazandırdığı kibir ve gururla yürüyordu yeryüzünde. Bu durum kavminin dikkatini çekmiş ve kendisine: “Şımarma!” demişlerdi. O günün güce ve mala dalkavukluk etmeyen mü’minleri, Karun’u uyarma vazifesini yerine getirip ona nasihatte bulundular. Ancak malın helake sürüklediği birçok kimse gibi o da geldiği yeri unuttu ve büyük bir kibirle Kur’an-ı Kerim’in aktardığı “O servet bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi”4 sözlerini sarf etti.
İnsanlar arasında bu örneğe her zaman rastlanır. Geldiği ve varacağı yeri, asıl sahibini unutan insan, kazanımlarının ve başarılarının kendi bilgi ve becerisinden kaynaklandığı yanılgısına düşer. Oysaki tohumu atan çiftçi, Allah Azze ve Celle yağmuru indirmese nasıl mahsul elde edebilir? Çiftçinin yaptığı sadece tohumu atmaktır. Asıl fail her zaman Allah’tır ve sahip olduğumuz hiçbir servet bize ait değildir. Karun’un bu küstah sözlerine verilen ilahi cevap oldukça serttir: “Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden ondan daha güçlü, ondan daha çok malı olan kimseleri helak etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz.”5 Beyzâvî Tevrat’ı çok iyi bilen Karun’un bu sözleri için şöyle der: “Bu ayet geçmiş olayları bile bile, gücüne ve malının çokluğuna aldanmasından dolayı Karun’u kınamakta ve bunun hayret edilecek bir şey olduğunu ifade etmektedir. Çünkü o bu olayları Tevrat’ta okumuş, tarihçilerden de dinlemişti. Allah’ın, onların günahlarının nasıl ve ne kadar olduğunu sormaya ihtiyaç yoktur. Çünkü O her şeyi bilmektedir. Onları yok etmek için yaptıklarını onlara sormaya ihtiyaç duymaz. Bilakis azabı hak edince ansızın onları yok eder.”6
Kıssa şöyle devam ediyor: “Derken Karun, ziyneti ve görkemi içerisinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzu edenler, ‘Keşke Karun’a verilen (servet) gibi bizim de (servetimiz) olsaydı. Şüphesiz o büyük bir servet sahibidir’ dediler. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: ‘Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlar için Allah’ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.’ Nihayet biz, onu da sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi o kendisini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: ‘Demek ki, Allah kullarından dilediğine rızkı çok da verir, az da verir. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi’ demeye başladılar.”7
Öğüt Alasınız Diye
Karun’un göz kamaştıran serveti karşısında iki sınıf insan: İman edenler ve dünyaperestler. Servet tarih boyunca insanların önünde el pençe durduğu bir güç olmuştur. Diktatör sistemlerin bir ayağı da servettir ve insanları bununla hükümleri altına alırlar. Allah Azze ve Celle bu iki sınıfa da Karun’un sonunu göstererek asıl yurdu hatırlatmış ve Karun’a kıyamete kadar unutulmayacak bir son hazırlamıştı. O eşi benzeri görülmemiş malın sahibi kudretli Karun, gözlerinin önünde helak olmuş ve hakikati görmüşlerdi. Onun acıklı akıbetini seyrederek dünkü isteklerine karşılık vermediği, Karun’a verdiği mal-mülk gibisini kendilerine vermediği için Allah’a hamd ediyorlar, bir gece ve gündüz içinde meydana gelen iç karartıcı akıbeti görüyorlardı. Zenginliğin yüce Allah’ın hoşnutluğunun ifadesi olmadığını anladılar. Şayet zenginlik O’nun hoşnutluğunun ifadesi olsaydı, Karun’u bu kadar sert ve katı bir şekilde cezalandırmazdı. Tam tersine, zenginlik bir sınavdır ve arkasından acıklı bir bela gelebilir. Çünkü yüce Allah kullarından dilediğinin rızkını bollaştırır, hoşnutluk ve öfkenin dışındaki nedenlerden dolayı dilediğinin de rızkını daraltır.
Kur’an-ı Kerim kıssaları masal olsun diye anlatmamakta, tarih boyunca değişmeyen insan karakterlerini ortaya koyarak mesaj verme amacı taşımaktadır. Maddeye bakmak, maddi güce ve servete önem vermek şeytanın ahlakıdır. Allah katında asıl kıymetli olan ilim ve takvadır.
1. Kasas, 76-78
2. Kasas, 76
3. İbni Kesir Tefsiri
4. Kasas, 78
5. Kasas, 78
6. İbni Kesir Tefsiri
7. Kasas, 79-82