Kapak

Kurban ve Teslimiyet

Paylaş:

Nice insanlar, bir takım meselelerde Allah (c.c.)’a teslim olmuş olsa bile başka bazı meselelerde Allah (c.c.)’a teslimiyeti başaramamışlardır. Namazı kılar, orucu tutarlar ama zekâttan kaçabilmek için bazı mazeretler bulur ve o meselede Allah (c.c.)’a teslim olamazlar veya bazı insanlar namazı kılar, orucu tutar, zekâtı da verirler belki ama onlar da cihad dendiği zaman ondan kaçarlar. Hâlbuki Allah (c.c.)’a teslimiyet bütün meselelerde olmak zorundadır. Her meselede teslim olmuşsanız,  gerçekten teslim olmuşsunuz demektir. Allah (c.c.) Furkan Suresinde; “Peygamber dedi ki: Ey Rabbim benim milletim bu Kur’an’ı mehcur (terk edilmiş bir halde) bıraktılar”1 buyurmuştur. Benim bu milletimin kâfir olanları Kur’an’ı tamamen terk ederken Müslümanları ise bir kısmını terk etti. Kendilerine kolay gelenleri yaptılar, zor gelenlerden kaçtılar.  Kendilerine kolay gelende teslimiyet gösterip zor meselelere gelince teslimiyet göstermediler. Bazı insanlar Peygamberimiz (s.a.v.)’e gelerek demişlerdi ki: “Ya Rasulallah, biz namaz kılmasak olmaz mı?” Pazarlık yapmak istiyorlardı âdeta. Hâlbuki imanda, farz ve haramlarda pazarlık olmaz. Teslimiyet de budur; şartsız, pazarlıksız ve gönülden itaat. Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki; “Rükûsu olmayan bir dinde hayır yoktur, namazı olmayan bir dinde hayır yoktur.”2 Bir kısım insanlarda gelmiş ve demişlerdi ki; “Ya Rasulallah, her şeye tamam da şu zekâtla cihad bize farz olmasa olmaz mı? Zekât vermekte zor cihada gitmek de zor geliyor bize, zekâtı ve cihadı bizden kaldırsan.” O meselelerde teslimiyet gösteremiyorlardı, Allah Rasulü (s.a.v.) bu gibi teklifleri reddediyordu. Onun, Allah’ın hükümlerinden başka bir şey demeye hakkı da yoktu. Allah Rasulü (s.a.v.) buyurdu ki; “Zekât yok, cihad yok! Ne ile gireceksin cennete?”3 Rasulullah böyle bir şeyin mümkün olmadığını, imanın teslimiyet olduğunu, teslimiyetin de şartsız, pazarlıksız ve gönülden itaat olduğunu anlatmak istiyordu.

Allah (c.c.) bütün insanlardan, bütün meselelerde teslimiyet ister, anlasalar da,  anlamasalar da teslimiyet göstermelerini ister. İçkinin haram olmasının sebebini anlamayabilir insan, ama teslimiyet göstermesi gerekir. Ve yine bir kadın Allah (c.c.)’ın kendisine örtüyü emretme sebebini anlayamayabilir veya bu kendisine yanlış da gelebilir. Fakat Rabbim emrediyor deyip o şekilde örtünmesi gereklidir. İşte teslimiyet budur. Nice insanlar vardır ki onlardan şöyle sözler duyarsınız: “Dinin bütün emirlerini anlıyorum da faizin haram olmasını anlayamıyorum.” Fakat Allah (c.c.) anlamasanız da teslimiyet istemektedir. Bize bu örnekleri anlatıyor ki teslim olmayı öğrenelim. İman da bundan ibarettir.

İbrahim (a.s.)’e Rabbi “Teslim ol” dedi, O da “Ben âlemlerin Rabbine teslim oldum”4 dedi. Allah İbrahim (a.s.)’i ne ile imtihan ettiyse hepsini de kazandı. Rabbi, teslimiyetin sembolü olan İbrahim (a.s.)’e bir rüya göstermişti. Dedi ki: “Ey Oğulcağızım, ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.”5 Peygamberlerin rüyası bizim rüyalarımıza benzemez, peygamberlerin rüyası vahiydir. O yüzden Peygamberler rüyalarında emredileni yapmak zorundadırlar. Oğlu İsmail’e: “Bak bakalım evladım ben böyle gördüm rüyamda, senin görüşün nedir, sen ne diyorsun?” diyordu. Bir baba bunu evladına söylerken nasıl zorlanmıştır kim bilir? İbrahim (a.s)’in yerine koyun kendinizi. Yıllarca beklemiş, Rabbim bana salih bir evlat ver diye dua etmiş, bir İsmail’i olsun istemiş ve bu duasının sonucunda Allah ona bir evlat nâsip etmiş. 80-90 yaşlarında, dede olacağı bir yaştayken baba olmuş ve Allah kendisine, oğlunu keseceksin diye emrediyor. Bunu bir baba evladına nasıl söyler?

 İşte Kur’an bu yüzden sürekli bize İbrahim (a.s.)’i Allah (c.c.)’ın nasıl imtihanlardan geçirdiğini ve o imtihanları nasıl kazandığını anlatır. Evladı da onun gibidir. “Babacığım emrolunduğun şeyi yap, inşallah beni sabredenlerden bulacaksın”6 demektedir. Hz. İbrahim (a.s.)’e ne kadar zor ise Hz. İsmail (a.s.)’e de o kadar zordur bunu söylemek. “Rabbin mi emrediyor bunu sana?”, “Evet bana bunu Rabbim emrediyor”. “O halde O’nun dediğini yap babacığım.” Bu şekilde ikisi de Allah (c.c.)’a teslimiyet içerisinde yapmaları gerekenleri yaptılar. Hz. İbrahim (a.s.) eline bıçağı almış, İsmail (a.s.)de yere yatmış bekliyordu. Allah’ın kastı ise sadece onlara teslimiyeti öğretmekti. Onlar Allah’a teslim olacaklar, teslimiyetin örneği olacaklardı.

Hakikî iman, insana teslimiyet duygusu verecektir. Hakikî imana ulaşmamış insanda teslimiyet duygusu gerçekleşmez. İnsanda teslimiyet varsa ‘iman vardır’ denilebilir. İşte Hz. İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s.) de olduğu gibi. Elbette ki evlat sevgisi Allah (c.c.)’tandır, fıtrîdir. Fakat görevleri yapmaya engel olacak kadar ileri seviyede bir evlat veya eş sevgisi Allah (c.c.)’tan değil, nefistendir. İşte Allah bunu normale indirmek istiyordu. Kurban bayramında koyunlarınızı keserken İbrahim (a.s.)’i hatırlayacaksınız. İsmail (a.s.)’i kesmek demek, sevdiğin şeyleri Rabbin uğrunda feda etmen, Rabbin uğrunda şehvetlerini kesmen, iradeni bırakıp Allah (c.c.)’ın iradesine teslim olman demektir. Bu şekilde meseleye bakmayanlar hakikî olarak kurban kesmiş olamazlar. Herkesin bir İsmail’i vardır. Kiminin İsmail’i eşi, kiminin İsmail’i malı veya makamı, yani dünyada en çok sevdiği şeydir. Kurban keserken herkes kendi İsmail’ini feda etme niyetiyle kesmelidir.

 Kurbanın kelime manası Arapça’da, yaklaşmak demektir. Takarrub kelimesi de aynı kökten gelir, Allah’a yakın olmak demektir. İnsan bir koyun keserek nasıl olur da Allah (c.c.)’a yaklaşmış olabilir? Aslında Allah (c.c.) burada bize şu mesajı vermek istiyordu; İbrahim (a.s.), İsmail’ini kesmeyi göze alabildiği için Allah (c.c.)’a yaklaşmıştı, koyunu kestiği için değil! Koyunu herkes kesebilir, ama sevdiklerini gerekirse Allah yolunda bırakabilecek olanlar, işte onlar gerçekten kurban kesmiş olanlardır. Cüneyd-i Bağdadî’nin talebelerinden olan İmam-ı Şiblî, hacca gitmiş olan bir adama sormuştu; “Hacer-i Esved’i musâfaha ettin mi (el sürdün mü)?”, Adam: “Evet” dedi. “Peki, Hacer-i Esved’e elini sürdüğünde kendinde bir güven hissettin mi?” Bütün dünyaya karşı koyabilecek bir güven! İmam Şiblî’nin kastettiği şuydu: Peygamberimiz (s.a.v) bir hadisinde “Hacer-i Esved’i musâfaha etmenin, aslında Allah’a bey’at etmek demek olduğunu” ifade etmiştir. Hacer-i Esved’i musâfaha eden kişi sanki Allah  (c.c.)’a bey’at ediyor ve “Ya Rabbi; sana söz veriyorum”, “Ya Rabbi; senin emrindeyim, sana bütün benliğimle teslimim” demektedir. Eğer sen Allah (c.c.)’a bey’at ettiysen bütün dünyaya karşı çıkabilirsin. Çünkü sen kâinatın sahibine söz vermişsin ve sen artık Allah (c.c.)’la berabersin, artık senin arkanda Allah (c.c.) var, artık sen Allah (c.c.)’ın askerisin, dolayısıyla kimseden korkmana gerek yok, sen böyle bir güveni kendi içinde hissettin mi? demek istiyordu. Adam “hayır” dedi, “o zaman sen Hacer-i Esved’i musâfaha etmemişsin” dedi İmam-ı Şiblî. Yani sen aslında Allah (c.c.)’a bey’at etmemişsin.

Adama “Peki, kurban kestin mi?” dedi. Adam “Evet” dedi. İmam-ı Şiblî: “Kurbanı kestiğin zaman şehvetlerini de kestin mi, iradeni bıraktın mı, kendi iradeni Allaha teslim ettin mi?” dedi. Adam, “Hayır ben böyle bir şey hissetmedim” dedi. Yani şehvetlerimden, arzularımdan, isteklerimden kurtulmadım diyordu. O zaman İmam-ı Şiblî: “Sen kurban da kesmemişsin” dedi ve buna benzer sorular sormaya devam ederek sonunda; “Sen aslında haccetmemişsin, sen sadece haccın gereklerini yerine getirmişsin”7 dedi. 

 Hacca gidenler ve kurban kesenler bunları hatırlamalı, İbrahim (a.s.)’i ve İsmail (a.s.)’i hatırlamalı, Hacer anamızı hatırlamalı, böyle bir teslimiyeti hatırlamalıdırlar…

Kur’an sadece şartları yerine getirenleri değil teslimiyet gösterebilmiş olanları övgüyle anlatır. Seçilmiş olanlar da böyle insanlardır. Seçilenlerden olmak ya da onlara benzemek isteyenler, Allah’ın kendilerine verdiği görevlere ve kendileri için takdir ettiği kadere teslimiyet göstersinler. Teslimiyet yükselmenin en kestirme yoludur. Yıllarca namaz kılarak, oruç tutarak çıkılamayan makamlara, teslimiyetle bazen birkaç saniyede çıkılır. Teslimiyet uzun yolu kısaltır. Allah’a teslimiyet gösteremeyenler nefislerine, şeytana veya insanlara teslimiyet gösterirler ve insanlık şereflerini kaybederler.

*Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin “İMAN ve TESLİMİYET” konulu konferansından alıntıdır.

1- Furkan, 30

2- Ebu Davud no: 3026

3- Müsned, V, 224

4- Bakara, 131

5- Saffat, 102

6- Saffat, 102

7- Sülemi; Hakaikuk Tefsir, Fatih, Süleymaniye, No: 261,v.33a-34a;No:262,v.24b-25a