Bazı konular vardır oturur, düşünür, yazarsınız… Çok düşünmenize veya çok dertlenmenize gerek kalmaz. Biraz araştırmayla, kafa yormayla, biraz da tecrübelerden yola çıkarsanız, konu kendiliğinden akar gider… Bu konu öyle bir konu değil. Zulmün ayyuka çıktığı, her yerden imdat çığlıklarının atıldığı ve devasa zulüm ateşinden payımıza düşeni de aldığımız şu dönemde, mazluma umut olmayı anlatmak, derdin içinde kıvranırken derman bulmaya çalışmak hiç kolay değil. Dermanın edebiyatını yazmak kolay da, gerçekten devayı bulmak, bulduğunun da deva olup olmadığını bilememek kolay değil... Yazımızda nasıl umut olacağımız hususuna çok az değinebildik. Daha çok, umut olmanın önemini anlatabildik. Çünkü insan önemsediği şeyi gayretle yapar. Hangi noktalarda ve nasıl umut olacağımızın detayları hususunu ise, bir başka yazıda anlatmayı ümit ediyoruz…
Gerek dünyada gerekse de ülkemizde yaşanılan zulümleri düşündüğümüzde uykularımız kaçıyor, düşünce dünyamızda çıkmazlara giriyoruz ve ‘Acaba ne yapabilirim, elimden hiç mi bir şey gelmez?’ sorusunu soruyoruz. İşte bu çok önemli soruyu ciddi bir şekilde sorup, cevabını bulup, o cevaba göre dertlerimizin çaresine bakmamız gerekiyor. Zaman mazlumun aleyhine işliyor. Her saniye zulme uğrayanların sayısı artıyor… Hani okyanusun kenarındaki adam gibi durumumuz ve denizyıldızlarının durumu gibi mazlumun durumu… Denizyıldızlarının gözündeki acıyı hissede hissede, gözlerine baka baka, ve onların da sana baktığını, seni gözlediğini, seni beklediğini göre göre mücadele etmek; çok zor, ama çok önemli... Bazen de denizyıldızının bizzat yerinde olmak. Ve okyanusun kenarındaki o kaygılı adamı görememek. Beşer planında çaresiz kalmak… Bir tek Allah’ın yardım edebileceğini düşünüp, duaya, tevekküle, teslimiyete sarılmak…
Mazlum İçin Ne Yapabiliriz?
Yapacaklarımız konusunda bir hayallerimiz var bir de hali hazırda yapabileceklerimiz. Yani gerçek gücümüz, durumumuz, imkânlarımız… Hayalimiz yeryüzündeki tüm mazlumlara umut olmak, her birini zulümden kurtarmak. Arakanlı namusu kirletilen kadınlardan, ateşe atılan çocuklardan, Doğu Türkistan’da toplama kamplarındaki erkeklere varıncaya kadar… Ve yine Doğu Türkistan’da, eşleri kamplarda bulunan, Çinli erkeklerle zorla evlendirilen zavallı kadınlara kadar… Filistinli tutsak çocuklardan, Mısır zindanlarında idama ve çürümeye mahkûm bırakılan erkek ve kadınlara kadar… Afganistan’da hafızlık töreninde bombalanan çiçek gibi 100 hafız çocuğun intikamını almaya varıncaya kadar… Daha nice adını dahi duymadığımız ülkelerde, adını sanını bilmediğimiz milyonlarca mazluma çare olmaya, el uzatmaya çalıştığımız hayallerimiz var… Bazıları bunları gerçek dışı hayaller olarak görebilir. Öyle değil. Gerçekçi hayallere ideal, gerçek dışı hayallere ise ütopya denilir. Bizimkisi asla ütopya değildir; bizimkisi zor, büyük ama imkânsız olmayan bir idealdir.
Aslında ‘büyük hayaller kurmayanlar büyük işler yapamazlar…’ gerçeğinden de yola çıkılınca, başımızdaki büyük zulümden kurtulabilmemiz için, büyük hayallerimizin olması kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Esasında bize bu hayalleri kurduran Kur’an’ın bizzat kendisidir. Rabbimizin ‘Fitne kalmayıp din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın’1 ayeti… Bu ayetle Rabbimiz de hayallerimizi şekillendiriyor ve büyütüyor. Kur’an Muhterem Hocamızın dediği gibi, insanın kafasını büyüttüğü gibi hayallerini de büyütüyor. Aslında ayetin anlamının derinliğinde, umut etmemiz ve umut olmamız anlatılıyor. Dünyada fitnenin kalmaması mümkün mü? Mümkün olmasaydı Allah Azze ve Celle böyle bir hedef göstermezdi. Allah, bizi gerçekleşmeyecek bir hayale sürüklüyor olamaz! Bizi boş hayallerle şevklendiriyor olamaz! Kur’an’da iki yerde geçen bu temel ayeti kerime, tüm zulümlerin gerçek sebebini açıklayarak, o sebep ortadan kalktığında zulüm de ortadan kalkacak diyor. Zulmün sebebi, dinin yani ahkâmından ahlakına varıncaya kadar düzenin, yani yaşanılan medeniyetin, Allah’ın istediği şekilde olmaması olarak gösteriliyor. Bu ayetle, bütün dünyayı değiştirme idealinin verilmesi ve bu idealin ne ile gerçekleşeceğinin bildirilmesi, hayalimizin gerçekçi bir idealizm olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur’an’da bazı ayetler de var ki; mazlumlara umut olma ideali uğrunda savaşmanın Allah’ın emri olduğunu ve Allah Azze ve Celle’nin, mazlumlara karşı duyarsızlığın hesabını soracağını daha da açık ifade eden ayetler… ‘Size ne oluyor ki Allah yolunda: ‘Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahip çıkan) gönder, bize katından yardım eden yolla’ diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?’2 Ayet soruyla başlıyor: ‘Ve mê lekum lâ tukâtilûne…’ ‘Size ne oluyor ki savaşmıyorsunuz?’ Yani nasıl savaşmazsınız? Geçerli bir mazeretiniz mi var? Sizi bu mühim (hayat memat meselesi olan) mücadeleden alıkoyan şey nedir? Tüm bu soruları içerisinde saklıyor ayeti kerime. Ve sorguluyor mazlumlar için savaşmayanları. Hesap soruyor cihattan kaçanlara! Hesap soruyor tembellere, gafillere… Kadın- erkek, çoluk- çocuk mazlum insanlar imdat beklerken siz neyle meşgulsünüz ki onlara yetişmeye çalışmıyorsunuz? Deniliyor.
20. yüzyıl savaşlarla, acılarla dolu bir yüzyıl olarak geçti tarihe... Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaştığımız şu dönem, özellikle İslam coğrafyasının durumu açısından, 20. yüzyıldan çok daha acı ve zorlu geçiyor. İnsanın aklına bazen şu soru geliyor: Neden Rabbim zulmün devam etmesine müsaade ediyor? Neden zalimin ve zulmün başını bir an evvel ezmiyor? Neden zaman uzuyor? Bu sorularla ilgili bazı cevapları biliyorum. Evet, hatalarımızın kefaretini ödüyoruz. Bazılarımızın derecesi yükseliyor; olgunlaşıyoruz. Biliyorum ‘Allah şehitler edinmek ister’ ve bu şehit kanları ümmet ağacını besler. Ama yine de ‘Bu kefaret neden bu kadar uzuyor’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Haşa Rabbimi sorguladığımdan veya sabrım tükendiğinden değil. Bu soruların cevabını bulmak ve o cevaba göre yaşamak, o cevaba göre mücadeleme hız vermek istediğimden… Ve esasında ‘Bu mazlumiyetin uzamasında, şu yenilmişliğimizde, kaderin dışında bizim irademizle yaptığımız yanlışlardan kaynaklı başka bir etken yok mu?’ sorusunun cevabını bulmak için düşünüyorum. Bunun cevabını bulduğumuzda ve o cevaba göre yaşadığımızda, Rabbimin çilemizi dolduracağına inanıyorum. Esasında bu sorunun cevabını Kur’an’ı okuduğumuzda, Efendimizin hayatına baktığımızda ve dünya ölçeğinde başarının verilme kriterlerine baktığımızda bulabiliyoruz. Rabbimiz büyük bir gayret ortaya koymamızı istiyor. Yüzlerce ayette malımızla, canımızla, aklımızın ve kalbimizin gücüyle büyük bir mücadele ortaya koymamız isteniyor. Allah Azze ve Celle küçük bir gayrete büyük sonuçlar nasip etmiyor. Yani çok yönlü ÇOK GAYRET ETMEK ve çok gayret edenlerimizin sayısını arttırmak, mazlumiyetimizin son bulmasına ve çilemizin dolmasına vesile olacaktır. Bir de başımıza her ne gelirse gelsin veya zaman ne kadar uzarsa uzasın ASLA ÜMİDİ KAYBETMEMEK. Ümidimizi kaybettiğimiz an, Allah’ın yardımını kaybederiz. Çünkü ümidi veren Allah’tır ve ümidi kesmek Allah’tan ümidi kesmek olacaktır. Böyle bir düşünceye girildiği an Allah’ın yardımı kesilecektir.
Muhterem Hocamız son konuşmalarından birinde ‘Zulme karşı çıkmak imanın gereğidir’ demişti... Zulüm kimden gelirse gelsin biz o zalimin karşısındayız. Ve zulüm kime yapılırsa yapılsın biz o mazlumun yanındayız… Bu asil duruş, bizim imanımızın gereği.
1.Bakara 193, Enfal 39
2.Nisa 75