Dergimizin önceki iki sayısında tarihe Haçlı Seferleri olarak geçen, Batılıların İslam coğrafyasına yönelik olarak düzenledikleri sekiz Haçlı Seferi’ni yazmıştık. Ancak ne İslam değişti ne de Batıl değişti. Bu nedenle kıyamete kadar sürecek olan Hak – Batıl mücadelesinin bir parçası olarak Haçlı Seferleri de bitmedi. İslam’ın yükselişini (maddi ve manevi fetihlerini) durdurmak için Osmanlı döneminde de Batılıların topyekün İslam coğrafyasına cephe aldığını ve saldırdığını görüyoruz.
Osmanlı İmparatorluğu kuruluşundan itibaren fetihlerin yönünü Batıya doğru çevirmiştir. Onun ilerleyişini durdurmak ve yok etmek için pek çok defa farklı ırklardan oluşan farklı devletler İslam dünyasına karşı birlik olup saldırmış ve Peygamber Efendimiz’in “Küfür tek millettir” sözünü haklı çıkarmışlardır. Sadece Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemine baktığımızda bile defalarca Haçlı Seferi düzenlendiğini görüyoruz. Sırpsındığı Savaşı (1364), Birinci Kosova Savaşı (1389), Niğbolu Savaşı (1396), Varna Savaşı (1444), İkinci Kosova Savaşı (1448) bunlardandır. Osmanlı Devleti’nin yükseliş, duraklama ve çöküş dönemlerinde de bu seferlerin artarak devam ettiğini görüyoruz. Ancak bu yazımızda bunların hepsinden bahsetmemiz imkânsız. O nedenle üç kıtaya İslam ile hükmeden Cihan devleti Osmanlı İmparatorluğu’nu bitiren son haçlı savaşından bahsetmek istiyorum.
Başını İngiltere, Rusya, Fransa ve Avusturya’nın çektiği Batılı devletler Osmanlı’yı yıkmak ve paylaşmak ile ilgili emellerini “Şark Meselesi” olarak adlandırmışlardır. 19. yüzyılın ilk yarısında Şark Meselesi, (İngiltere ile Rusya arasında çıkarları açısından anlaşma sağlanamaması nedeniyle) Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması, aynı asrın ikinci yarısında Türklerin Avrupa’daki topraklarının paylaşılması, 20. yüzyılda da İmparatorluğun bütün topraklarının bölüşülmesi manasında kullanıldı. Batılılar öncelikle Osmanlı’yı içerden yıkmak için çeşitli ırklardan oluşan Osmanlı tebaasını kışkırtarak kendi bağımsız devletlerini kurmaları yönünde isyana teşvik etmişlerdir. Böylece yüzlerce yıl barış ve güven içinde yaşayan özellikle Balkan milletleri (Sırp, Yunan, Bulgar, Arnavut vs.) ayaklanmalar çıkararak Avrupalı devletlerin de desteğiyle bağımsız birer devlet kurdular. Böylece Osmanlı İmparatorluğu’nu küçük parçalara böldüler. (Ne var ki Balkan toprakları o günden bugüne kadar eski huzurunu asla bulamamışlardır.)
Osmanlı Devleti’ni yıkan son darbe ise 1.Dünya Savaşı’yla olmuştur. Esasında Sultan 2. Abdulhamid böyle bir savaşı önceden öngörmüştü. Fakat Batı hayranı Jön Türklerin basiretsiz hevesleri yüzünden 1908’de Sultan Abdulhamid tahttan indirilmiş, meşrutiyet ilan edilmiş ve daha sonra da Osmanlı İmparatorluğu (onların Almanlarla yaptığı gizli anlaşmalar gereği) 1. Dünya savaşına sokulmuştur.
1.Dünya Savaşı Avrupa’da patlak verdiğinde Osmanlı İmparatorluğu tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Fakat İttihatçı bazı paşaların (Talat Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa vs.) Almanlarla gizli anlaşmalar yapması ve sonrasında iki Alman savaş gemisinin (Goben ve Breslav) Osmanlı’ya sığınması, İngilizlerle karşı karşıya gelmemize neden oldu. Osmanlı ya kendisine sığınanları teslim edecek ya da İngiltere ile savaşı göze alacaktı. Fakat padişah herkesin planını boşa çıkardı ve bu gemileri Almanlardan satın aldığını, bu gemilerin (tarafsız bir devlet olan) Osmanlı’ya ait olduğunu, dolayısıyla teslim etmesinin söz konusu olmadığını bildirdi. Gemilerin isimlerini (Yavuz ve Midilli) ve bayrağını değiştirdi. İçinden çıkılmaz gibi görünen bu sorunu tereyağından kıl çeker gibi halletti. Ne var ki bu geminin mürettebatı aynıydı (Alman askerleriydi) ve İttihatçı paşalar emellerine ulaşabilmek için bu gemileri boğazdan Karadeniz’e geçirerek Rus liman ve tersanelerini bombalamasını sağladılar. Bunu gören Ruslar, Osmanlı’nın kendilerine savaş açtığını düşünüp Balkanlardan ve Kafkaslardan Osmanlı’ya saldırdılar. Böylece Osmanlı fiilen savaşa girmiş oldu. İstemese de İtilaf Devletleri’ne (İngiltere, Fransa, Rusya) karşı İttifak Devletleri’nin (Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu) yanında savaşa katılmış oldu. Önceden İttifak Devletleri’nden olan İtalya da (kendisine savaş sonunda Osmanlı Devleti’nin Ege kıyısındaki toprakları vaad edilince) saf değiştirdi ve İngilizlerin yanında savaştı.
Osmanlı İmparatorluğu geniş bir alan kapladığı için aynı anda pek çok cephede savaşmak zorunda kaldı. Kafkas cephesi, Çanakkale cephesi, Kanal (Süveyş) cephesi, Hicaz – Yemen cephesi, Irak cephesi, Filistin – Suriye cephesi gibi kendi topraklarında savaştığı cepheler yanında Galiçya, Makedonya ve Romanya cephelerinde de müttefiklerine yardım için savaşmıştır.
1914 -1918 yılları arasında süren 1.Dünya Savaşı’nda savaşın gidişatını etkileyen cephelerin başında Çanakkale Cephesi gelir. İtilaf Devletleri’nin ve sömürgelerinden getirdikleri askerlerin taarruzunu Osmanlı askeri Allah’ın yardımıyla geri püskürtmeyi başardı. Böylece İtilaf Devletleri’nin yardımını alamayan Rusya savaştan çekildi, Kafkas Cephesi de kapandı. Rusya’nın savaştan çekilmesi ile İtilaf Devleti’ne karşı üstünlük sağlandı. Fakat Amerika Birleşik Devletleri’nin İtilaf Devletleri yanında savaşa girmesi bu üstünlüğü sona erdirdi. Savaşın sonucu belirlendi. Savaş İttifak Devletleri’nin yenilgisiyle sonuçlandı. Milyonlarca insan ölmüş, şehirler yakılıp yıkılmıştır. Dünyayı saran bu savaştan sonra devletlerin sınırlarını belirleyen haritalar yeniden çizildi, imparatorluklar yıkıldı ve yerlerine küçük devletler kuruldu. Devletlerin rejimlerinde köklü değişiklikler meydana geldi.
Peki, Cihan devleti Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına ve yıkılmasına, İslam beldelerinin tarumar edilmesine, Allah’ın hükümlerinin rafa kalkmasına ve beşeri hükümlerin hâkim olmasına, yüz binlerce şehit verilmesine, çocukların yetim kalmasına, kadınların namusunun kirletilmesine sebep olan böyle bir musibet neden başımıza geldi?
Müslümanlar dinine, davasına, imanına, salih ameline, ihlâsına, takvasına sahip çıkmazsa; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e uymak, O’nu kendine rehber edinmek yerine; dünyaya meyleder, cihadı terk edip tembellik ve rehavete kapılırsa, batıl yol üzere olan Batının kulu ve kölesi olmaya çalışırsa helak olurlar ve kâfirler galip gelir.
Nitekim Peygamber Efendimiz bunu 1400 yıl önce şöyle haber vermişti: “Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Sahabiler şaşkınlıkla sorar:
“Ya Rasulallah, o gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz: “Hayır” der. “Bilakis, o gün sayınız çok olacak. Fakat siz selin üstündeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.” Sahabilerden biri: “Vehn nedir ya Rasulallah?”diye sorunca Efendimiz de şöyle cevaplamıştır: “Dünya sevgisi ve ölüm korkusu”1
Osmanlı, 600 yıl üç kıtada birçok farklı din ve ırktan topluluklara Allah’ın hükümlerine uygun olarak adaletle hükmetti. Ne zamanki dinden uzaklaştı, Batıyı rehber edindi, Batının bilimine değil dinine - kültürüne uydu, dünyaya, lükse, saraylara ve eğlenceye meyletti; tüm gücünü kaybetti. Çünkü Sünnetullah böyledir: Kullar ne zaman Allah’ın emrini dinlemez, hükmüne muhalefet ederse, Rabbanî yolu terk ederek, Rabbinin nimetine karşı nankörce davranarak böbürlenirse Allah verdiği nimeti, rahatlığı, saadeti değiştirir, onları açlığa, yokluğa, savaşlara, kavgalara, musibetlere, acılara düşürür. Çünkü: “Allah bir kavme verdiği nimeti onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.”2
Fakat her şeyden daha vahim olan mesele Batının peşinden gittiğimiz için Batının eliyle bize tokat vuran Rabbimizin muradını yine anlamadık. Yaşananlardan yine ders almadık. Efendimizi örnek alarak Allah yolunda mücadele etmek yerine savaşta bize bu kadar zulmedenlerin peşinden koşarak Batının (her konuda) taklitçiliğini yapmaya devam ettik…
Rabbim! “Bizleri doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”3
1- Sünen-i Ebû Davud, Müsnedi Ahmed
2- Enfal, 53
3- Fatiha, 6-7