Fetih, “kapalı veya örtülü bir şeyi açmak” demektir. İslâm’ın fetihleri, insanların akıllarını ve gönüllerini hakikate kapatan, onların ilâhî mesajın ışığını almasına mâni olan sistemleri ve engelleri ortadan kaldırmak amacını taşır. Böylece insanlar hür iradeleriyle, baskı altında kalmaksızın dini seçip-seçmeyeceklerine karar verebilecek duruma getirilir.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, daha vahiy yeni yeni gelmişken, doğup büyüdüğü şehirden kavmi tarafından çıkarılacağını Varaka’nın diliyle öğrenmişti. “Senin getirdiğin dava gibisini getiren herkese mutlaka kavmi tarafından düşmanlık gösterilmiştir” sözü her ne kadar Varaka’ya ait görünse de ilahi bir sünnete işaret ediyordu. Bu hem davanın zorluğunun hem de kendisini bekleyen tehlikelerin varlığının habercisi idi. Bu yola bilerek ve isteyerek, yolun zorluğunun farkında olarak girmesi istenmişti yani. Bir yandan zorlu günlerin geleceği bildirilirken, diğer yandan ilerde sadra şifa olacak müjdeler de veriliyordu. Allah Azze ve Celle, Mekke döneminin ortalarında, meşakkatlerin doruğa ulaştığı zamanlarda birçok şekilde Rasulüne ve müminlere teselliler vermişti. Bunlardan birinde “Bu belde sana helal kılınacak”1 diyerek adeta Mekke’ye tekrardan geleceği, kan dökmenin haram olduğu Harem-i Şerif’in, kendisi için helal kılınacağı bildiriliyordu.
Mekkeli müşriklerin bitmeyen eziyetleri sonucunda müminlerin dayanacak güçleri ve sabırları kalmayınca, bir strateji ve manevra olan hicrete izin verilmiş, Müslümanlar da birer ikişer Medine’ye hicret etmişlerdi. Aslında fetih hicretle başlamıştı dersek yanlış olmaz. Zira hicreti olmayanlar, fetihler gerçekleştiremez. Her şeylerini bu dava için geride bırakamayanlara Allah Celle Celaluhu fetih gibi nimetler nasip etmez. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’den çıkarılırken yaşlı gözlerle Mekke’ye dönmüş, “Ey şehir! Senden çıkarılmasaydım, vallahi seni asla terk etmezdim” demişti.
Mekke’nin fethedilmesinden önce meydana gelen hadiselerden en önemlisi Hudeybiye’de Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Müslümanlardan aldığı “Rıdvan Beyatı” ile başlayan ve sonrasında Mekke’nin fethini müjdeleyen hadise, Hudeybiye Antlaşması’dır. Bilindiği üzere hicretin 6. senesinde Allah Rasulü 1400 kadar sahabesiyle beraber Mekke’ye umre yapmak üzere yola çıktıklarında, Mekkeli müşrikler tarafından Hudeybiye mevkiinde durdurulmuş ve müşrikler onları Mekke’ye sokmak istememişlerdi. Akabinde Hudeybiye Antlaşması gerçekleşmiş, görünüşte Müslümanların aleyhine gibi görünen antlaşma maddeleri hepsinin moralini bozmuş, üzgün ve kırgın bir şekilde Medine’ye dönmek zorunda kalmışlardı. Dönüş yolunda gelen ayetler bu barış sürecinin apaçık bir fetih olduğunu, ardından bunu başka fetihlerin izleyeceğini (Hayber’in ve Mekke’nin Fethi gibi) haber vererek bozulmuş olan moralleri bir nebze olsun düzeltmiş, hüzünler yerini sevince bırakmıştı. Aslında Mekke’nin fethine açılan ve sonuçta İslâm’ın bütün iklimlere yayılmasına vesile olacak bir sözleşmeydi bu. Sonrasında, bir taraftan İslam’ın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tabiiyet altına alınmış, bir başka taraftan o zamanın koca Bizans İmparatorluğu’na Mu’te Harbi ile gözdağı verilmişti. Bütün bunlar, İslam’ın ve Müslümanların, önüne geçilmesi imkânsız, büyük bir kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu.
Ancak davanın merkezi ve Hz. Âdem’ den beri insanlığın kutsal kabul ettiği Kâbe’nin bulunduğu Mekke’nin müşriklerin elinde olması, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ve Müslümanların kalplerini derinden sızlatan bir durumdu. Bu durumun bir an evvel ortadan kaldırılması, mübarek mâbedin ve bu mâbedin içinde bulunduğu Mekke’nin bir an evvel müşriklerin kirli ellerinden kurtarılması gerekiyordu. Bir başka durumda şuydu ki; Mekke’de şirkin hâkimiyetinin olması civar kabilelerin İslam’a girmesine engel teşkil ediyordu. Tüm bu sebepler Mekke’nin fethini zorunlu kılıyordu.
Ancak ortada bir mâni vardı. O da müşriklerle yapılmış olan Hudeybiye Antlaşması! Bu antlaşmaya göre; Müslümanlarla müşrikler, on sene birbirleriyle harp etmeyecek ve antlaşmayı bozmayacaklardı. Ahde vefada zirve noktada bulunan Rasulullah Efendimiz, bu kutsî gayesi için de olsa ahdini bozup müşrikler üzerine yürümeyi düşünmüyordu. Bir sebep gerekiyordu ve beklenen sebep şöyle gerçekleşti: Hudeybiye Antlaşması’nın maddelerinden birine göre isteyen kabile Mekke Devleti ile isteyen de Müslümanlarla antlaşma yapabilecekti. Bu madde gereği Huzaa kabilesi Müslümanlarla, Ben-i Bekr kabilesi de Mekkelilerle müttefik oldu. Bu iki kabile arasında uzun zaman devam edip gelen bir düşmanlık ve kan davası vardı.
Ben-i Bekr kabilesi, hicretin 8. yılı Şaban ayında (antlaşmadan yaklaşık 17-18 ay sonra) Huzâa kabilesi üzerine bir gece baskını düzenleyip onlardan 23 kişiyi öldürmüşlerdi. Bu baskına Kureyş müşrikleri de katılmışlardı. Bu davranış açıktan açığa Hudeybiye Antlaşması’nı bozmaktı. Burada, ahitlerini bozanlar ve savaşa sebebiyet verenler hiçbir zaman Müslümanlar olmamıştır. Söz konusu olay üzerine Peygamberimizin himayesine girmiş olan Huzâa kabilesi bu durumu Rasulullah Sallalahu Aleyhi ve Sellem’e anlatarak O’ndan yardım istediler. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem de onlara kesinlikle yardım edeceğini açıkladı. Dolayısıyla bu olay Mekke’nin Fethi’nin kapısını araladı.2
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Kureyşlilere, ya bu saldırıda öldürülen 23 kişinin diyetinin ödenmesini ya da Kureyşlilerin Beni Bekr’le olan himayelerini bırakmalarını istedi. Kureyşli Müşrikler bunları kabul etmedikleri gibi gelen heyete ileri geri konuştular. Fakat sonra antlaşmayı bozduklarını düşünüp korkuya kapıldılar ve Ebu Süfyan’ı antlaşmayı tekrar yapması ve süreyi uzatması için Medine’ye gönderdiler. Ebu Süfyan’ın çabaları sonuçsuz kaldı ve o da Mekke’ye eli boş olarak döndü.3
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem gizlice fetih hazırlığına başladı. Ashabına sefer için hazırlanmalarını emretti. Ayrıca Gıfâr, Eslem, Eşca’, Muzeyne, Cuheyne, Süleym gibi kendisine bağlı kabilelere haber salarak Ramazan’ın ilk günlerinde Medine’de toplanmalarını istedi. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’nin kan dökülmeden fethedilmesini istiyordu. Kureyş savunma için hazırlık yapar da karşı koyarsa, kan dökülürdü. Bu yüzden hazırlıklar son derece gizli tutuldu. Mekke ile Medine arasındaki bütün yollar kesildi. Bu vazife Huzâa kabilesine verildi. İki taraf arasında sanki kuş uçmuyordu. Bu arada dikkatlerin başka yöne çekilmesi için Necid tarafına bir de seriyye göndermişti. Hatıb B. Ebi Belta Müslümanların Mekke’ye saldıracağı haberini yazdığı bir mektupla bildirmek istemiş, Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in haber vermesiyle Hz. Ali ve Zübeyir Radıyallahu Anhuma ‘Hah’ denilen mevkide kendisinde mektup bulunan kadını yakalamış ve mektubu almışlardı. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hatıb’a bunun nedenini sorduğunda, Hatıb şöyle cevap verdi: “Ya Rasulallah! Hakkımda acele davranma. Ben Kureyşli değildim, onların müttefiki idim. Diğer Muhacir kardeşlerimin orada ailelerini ve mallarını koruyan akrabaları var, benimse yoktur. İstedim ki onların nezdinde akrabalarımı koruyacak bir güç edineyim. Bunu ne dinimden dönmüş olarak ne de Müslüman olduktan sonra küfre rıza göstererek yaptım.” Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem “doğru söyledi” buyurarak ve onun Bedre katıldığını hatırlatarak onu affetti.4 Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’ye doğru yola çıkarken şöyle dua etmişti: “Allah’ım, Kureyş’in gözlerini bağla ve karşılarına dikilmedikçe beni görmesinler.” 5
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in amcası Hz. Abbas Radıyallahu Anh Müslüman olmuş, fakat Müslümanlığını gizleyerek Mekke’de müşrikler arasında kalmıştı. Böylece Mekke’deki haberleri gizlice Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ulaştırıyordu. Artık Mekke’de yapılacak iş kalmamıştı. Hicret için Mekke’den çıktı, fakat yarı yolda fetih ordusuyla karşılaştı. Eşyasını çocuklarıyla Medine’ye gönderip o da orduya katıldı. Hz. Abbas’ın gelişinden çok memnun olan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Peygamberlerin sonuncusu ben oldum, muhacirlerin sonuncusu da sen!” Diyerek hem iltifatta bulunmuş hem de Mekke’nin fethedileceğine işaret etmişti.
Fetih esnasında Merru’z-Zahran’dan hareket edileceği sıra Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Hz. Abbas’a: “Ebu Süfyan’ı yolun dar bir yerine götür, İslam ordusunun ihtişamını görsün” diye emretti. Amaç, İslam ordusunun ihtişamını görmesi hem kalbinin İslam’a ısınması hem de Mekkelilere gittiğinde bu orduya karşı koymanın mümkün olmadığını söyleyerek herhangi bir mukavemete meydan verilmemesiydi.
Görüldüğü gibi fethin amacı, insanlar ile İslam daveti arasındaki hem kalb, hem de sistem açısından tüm engelleri kaldırmak ve onları kazanmaya çalışmaktı. Amaç onları geçmişte yaptıkları yüzünden cezalandırmak değil, kendi muhasebelerini yapmalarına fırsat tanıyarak bu dine girmeleri için zemin hazırlamaktı. O yüzdendir ki Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem kan dökmeden ve en az zayiatla Mekke’ye girmek için her türlü tedbiri almıştı. Komutanlarına: “Size tecavüz vâki olmadıkça kimseye kılıç çekmeyiniz. Sakın harp açmayınız” tembihinde bulunuyordu. Bir ara baş döndürücü zaferin havasına gayri ihtiyarî kendisini kaptıran üçüncü kol kumandanı Hz. Sa’d b. Ubâde, ağzından; “Bugün büyük savaş günüdür. Kâbe’de vuruşmanın helâl olacağı gündür!” diye bir söz kaçırdı. Durum, derhal Hz. Rasûl-i Ekrem’e bildirildi. Bu söz, Mekke’ye harpsiz, kan akıtmaksızın girmek isteyişin mana ve ruhuna zıttı. Hemen sancağın Sa’d’dan alınıp oğlu Kays’a verilmesini emir buyurdular.6
Yalnız Halid b. Velid’in idare ettiği birlik, müşriklerin taarruzuna uğramış, çatışmada iki sahabe şehit düşmüş, on üç müşrik de öldürülmüştü.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’ye muzaffer bir komutan edasıyla değil, zaferin Allah’tan olduğunu bilen bir kul edasıyla giriyordu. Başını o kadar eğmişti ki; neredeyse sakalları devesinin boynuna değecek kadar tevazu ve vakar içindeydi. Bu hal, “Allah yolunda neyinizi ortaya koyarsanız koyun, ortada bir zafer varsa bilin ki Allah’tandır” demenin tam ifadesiydi. Yıllar sonra onun izinden gidenler de Kudüs’ün fethinde aynı tavrı gösterdiler. Kudüs, Haçlılardan temizlendikten sonra kılınan ilk cuma namazında minberdeki âlim7 şöyle diyordu: “Sakın şeytan size, ‘düşmanlarımızı keskin kılıçlarımız, küheylan gibi atlarımız ve cengâverlerimiz sayesinde yendik’ dedirtmesin. Bu Allah’ın bir nimetidir ve nimete şükür gerekir. Allah, kulları arasından sizi seçmemiş olsaydı, bu fazileti kazanamazdınız.”8
Mekke’ye bu şekilde giren Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kendi haklarında hüküm bekleyen halka “Size Yusuf’un kardeşlerine dediği gibi diyorum. Bugün size kınama yok. Haydi gidiniz! Hepiniz serbestsiniz” dedi. İşte bu kararıyla Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem İslamiyet’te nefis için kin ve intikam olmadığını açıkça ortaya koymuş, Müslümanların bütün amaçlarının Allah’ın rızasını kazanmaktan ibaret olduğunu göstermiş oluyordu. Böylece Mekke’nin fethiyle beraber gönülleri de fethetmiş oldu. Akşama kadar Mekke müşriklerinden kendiliğinden gelip iman etmeyen hemen-hemen kalmadı. Rabbim, fetih ruhunu anlamayı ve yeni fetihlerde görev alabilmeyi bizlere nasip etsin.
1) Beled, 2.
2) İbni Hişam, II, 395.
3) Zâdü’l-Meâd, 2/387.
4) El-Buti, Fıkhu’s-Sire, s.343.
5) El-Buti, Fıkhu’s-Sire, s.345
6) İbn Sa’d, c. 2, s. 135.
7) Enfal, 17.
8) Zekiyiddin Ali el-Kurasi. Burhan Bozgeyik, Meshurlarin Son Anlari, Ist.1993, s.205.