İnsanlığa özgürlük, refah, barış, teknolojik gelişme gibi vaatlerde bulunmasına rağmen; modernleşmeyle birlikte aşırı tüketim, güven kaybı, bireyselleşme, kültürel yabancılaşma ve geleneksel toplum hayatının sağladığı dayanışma duygusunun zayıfladığı görüldü. İnsanlar tek merkezden oluşturulan küresel kültürün tutsağı haline getirildi. Bu süreçte toplumlar, baskı ve denetim altına alınarak programlı biçimde bilinçsizleştirildi ve o denli tek tipleştirildi ki, kitle kültürü (Batı kültürü), geleneksel
kültür değerlerinin yerini aldı. İnsanlık bu süreçte maalesef çok şey kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor.
Modernitenin bu etkisinden elbette ki din de nasibini almıştır. Batı’da özellikle 18. Yüzyılda kiliseye karşı artan başkaldırı, kilisenin dini dogmalarının değil, bilim ve aklın hayata rehber olması düşüncelerini baskın hale getirmişti.
Modernleşme ile birlikte Avrupa’da başlayan Sekülerleşme, “dinin hayata etkisinin en aza indirilmesini ve hatta bitirilmesini” savunuyordu. Dolayısıyla bir zaman sonra din bitecek, hayatın içerisinde tamamen görünmez hale gelecekti. Sadece Avrupa’ya bakanlar modernliğin, dini tamamıyla hayatın dışına iteceğini düşünüyordu. Zamanla anlaşıldı ki toplumların vazgeçilmez bir parçası olan din bitirilememekte, varlığını sürdürmektedir. Modern, seküler, kapitalist, maddeci çağ; insanın ruhi yönünü
doyuramamış ve hatta manevi bir açlığa, bunalıma terk etmiştir. İnsanlık adeta bıkmış, bünyesi bu değişimi kaldıramayarak bir maneviyat ve anlam arayışına yönelmiştir.
Bazı sosyologlar, yaşadığımız zaman dilimini “hız ve haz çağı” olarak isimlendirmektedir. Maalesef insan, şu çok hızlı değişen rasyonalist (akılcı) ve kapitalist hayat tarzında, sürekli nefsi arzularının peşinde koşarak, maddeye sahip olduğunda yaşayacağı hazzın kendisini mutlu edeceği düşüncesine ikna edilmiştir. Bugün İslam âlemini de kuşatan "hazcılık (hedonizm)", “insan eylemlerinin hazza ulaştıracak biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en doğru davranış olduğunu”
savunur. Madde, yani dünya nimetleri ahirete götüren araçlar olması gerekirken modern dünyada amaç haline getirilmiştir. Oysa madde, insanın bedenini tatmin etse de ruhunu aç bırakmakta, manevi hazlar olmadıkça
gerçek mutluluğu yakalayamamaktadır.
Fransa’da yapılan kamuoyu araştırmalarına göre insanların %90’ı, “insanın uğruna yaşayacağı bir şeye” ihtiyaç duyduğunu kabul etmektedir. “Yaşamda bir anlam bulma çabasının” insan yaşamındaki temel itici güç olduğu ve her geçen gün artan psikiyatrik sorunların, yaşamda bir anlam bulamamaktan kaynaklandığını uzmanlar da ifade etmektedir.
Maddeye yani dünya nimetlerine ilginin artması, insanın özündeki dinî duyarlılığın solması ve Allah ile olan bağının çözülmesi sonucunu doğurmuştur. Oysa Kur’an başından sonuna kadar, Allah’a yönelişimizi hep diri tutacak emir, tavsiye ve yasaklarla doludur. Öyle bir yöneliş ki dünya için gereken asgari çabayı sarf ederken bile Allah Azze ve Celle ile birlikte oluş şuurunu kaybettirmeyen ve bu şuurun doğurduğu vazife bilincini ruhumuzda diri tutmamızı sağlayan bir yöneliş. Böylelikle hangi çağda yaşıyor olursa olsun kul, hevasının, hazlarının büyüsüne kapılıp karanlıklarda
kendini kaybetmeyecek, hayatı anlamsızlaşmayacaktır. Bu açıdan bakıldığında Allah Azze ve Celle’nin, dinini sadece ibadet ve ahlaktan ibaret olarak göndermemesi, bir davası olacak şekilde göndermesi, kulları ile devam etmesini beklediği yönelişi-irtibatı diri tutan asli unsurdur denilebilir. Bu da insanı anlam kaybına ve dipsiz bir uçuruma savrulmaktan koruyan bir sigortadır adeta. Kur’an bu durumu Bakara Suresi 256. Ayette “urvetü’l-vuska”ya, sapa sağlam bir kulpa tutunmak şeklinde tasvir etmiştir.
İbn Abbas’a göre bu kopmayan sağlam kulptan maksat “La İlahe İllallah”tır. İşte modern çağ, insanlığı ve hatta İslam âlemini bu sağlam kulptan yani Tevhid inancından uzaklaştırmış, koyu bir karanlığa itmiştir.
Modern çağın insana vaat ettiklerini sunamamasının nedeni, yaşamın tek amacının mutluluk ya da maksimum hazza ulaşmak olarak görülmesi ve sistemin kendi varlığını koruyup sürdürebilmesi için desteklemek zorunda olduğu bencillik, aç gözlülük ve sahip olma (kazanma) ihtirası gibi karakter özelliklerini ön planda tutmasıdır. İşte insanı sadece maddî varlığa dönük, maneviyattan da uzak hale getiren şu çağ, hayata bir anlam katamamaktadır. Anlam arayışının hayat boyu devam etmesi ise insanın maneviyat arayışını sürekli kılmaktadır. Son dönemde insanlar kendilerini manevi yönden yalnız, desteksiz ve yetersiz hissetmekte,
arayışlara yönelmektedirler.
Allah Azze ve Celle’nin insanı sürekli bir anlam arayışı içerisinde ve bir kutsala ihtiyaç duyacak şekilde yaratmış olması, kullarına olan merhametinin ve lütfunun sonucudur aslında. Böylelikle fıtratı, Tevhid'e arzu duyacak ve sadece Allah’a kulluk etmekle tatmin olacak şekilde kodlamıştır. İşte İslam bu yönüyle fıtrat dinidir. Fıtrat, insanı “ben bu dünyada neden varım?” sualine götürürken, Kur’an bu arayışı, “Cinleri ve insanları sadece Bana kulluk etsinler diye yarattım”1 cevabıyla karşılayıp ruhu tatmin
edecek yolu göstermiştir. Hal böyle iken, Allah Azze ve Celle’nin kendi ruhundan üflediği insanoğlunun, madde ile tatmin olması düşünülebilir mi?
“Nasıl mutlu olabilirim, nereye doğru gidiyorum?” gibi sualleri de en etkin ve tatmin edici şekilde cevaplayan İslam bugün, islamofobik propagandalara rağmen tüm dünyada yükselişe geçmiştir. Yine, “Kalpler sadece Allah’ın zikriyle huzur bulur”2 ayeti, karanlığa saplanmış, insanca yaşamaya muhtaç olan tüm fert ve toplumlara kucak açmaktadır adeta. Demek ki Allah’a kulluğun, yalnız O’na ibadetin dışında hiçbir şey insana huzur vermeyecek, onu tatmin etmeyecektir.
Biz Müslümanlara düşen görev bu noktada, İslam’ı olduğu gibi, hak bir şekilde ortaya koymaktır. Tüm peygamberler bu duruşu sergilemiş ve deforme olsa da henüz bozulmamış fıtratlar hakikate meyletmiştir. İnsanlığın acil ihtiyacı olan huzur, barış, adalet ve medeniyet; Tevhid temelli bu dinin yaşanması ve yaşatılması durumunda gerçekleşecektir. Bugün kimi Müslümanlar için ibadetler, dünyevileşmenin ruhlarında açtığı yaraları pansuman yapma uğraşından ibaret bir duruma indirgenmiş olsa da Tevhid şuuru ile buluştuğunda insanlık için de tam bir kurtuluş reçetesi olacaktır.
Her zaman ve her yerde kulluk bilinci ve ibadetleri artırma şuuruyla yaşayanlardan olmamız duasıyla.
- Zariyat, 56
- Rad, 28