İslam dininin toplumda tesis ettiği kardeşlik ne başka bir inanç sisteminde ne de başka bir ideolojide emsali görülmemiş bir kardeşliktir. Kur’an-ı Kerim’de ve Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadislerinde kan bağına bağlı olmayan kardeşliğe dair birçok vurguya rastlayabiliriz.
Kur’an-ı Kerim, mü’minlerin birbirleri ile münasebetlerini: “Mü’minler ancak kardeştirler”1 düsturu ile açıklarken Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de Müslümanları bir vücuda benzeterek: “Mü’minler birbirlerini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateş çekerler”2 buyurmaktadır.
İslam toplumunda tesis edilen bu kardeşlik, bilhassa zor zamanlarda daha bir önem kazanmakta toplumun birbirine kenetlenmesini sağlamakta ve bela ve musibetlerin çok ağır yaralar açmadan atlatılmasına vesile olmaktadır. Özellikle zulmün arttığı, Müslümanların dünyanın birçok yerinde haksızlığa uğratıldığı günümüz dünyasında bu kardeşlik müessesesi çok daha fazla önem arz etmektedir. İslam’ın hâkim olmadığı, İslam Medeniyetinin yaşanmadığı dönemlerde ise İslam kardeşliği hakkı ile ancak bir İslam cemaati veya İslami bir hareket içerisinde yaşanabilir. Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin bir konuşmasında belirttiği gibi: “İslam’ı fert olarak yaşadığınızdan daha mükemmel bir şekilde cemaat halinde yaşayabilirsiniz. Cemaat halinde yaşadığınızdan daha mükemmel bir şekilde devlet halinde yaşayabilirsiniz. İslam’ı devlet olarak yaşadığınızdan daha mükemmel bir şekilde ümmet halinde yaşayabilirsiniz. Ümmet olmadan İslam’ı tam anlamıyla yaşamanız mümkün değildir.”3 Burada belirtildiği üzere İslam’ın hükümlerinin ümmet olmadan tam anlamıyla yaşanmasının mümkün olmadığı gibi İslam kardeşliğinin de İslam toplumu veya Müslümanlar topluluğu olmadan tam anlamıyla yaşanması mümkün değildir.
Benim bu yazıda ele almak istediğim husus herhangi bir Müslümanın diğer Müslüman kardeşlerine karşı görevlerinden ziyade zulüm çağında İslami hareket içerisindeki aynı dava uğrunda mücadele eden müminlerin birbirlerine karşı olan kardeşlik vazifeleridir.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadiste: “Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslümandan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Bir Müslümanın ayıbını örtenin, Allah da kıyamet gününde ayıplarını örter”4 buyurmaktadır.
İslami hareketin fertleri “Müslüman kardeşini düşmana teslim etmez” düsturunu iyi anlamalıdır. İbn-i Hacer, bu hadisin şerhinde kardeşini düşmana teslim etmemekle ilgili: “Bu sözden maksat, kardeşini düşmana karşı savunmaktır” der. Burada kastedilen savunma elbette sadece savaş hattında karşı cephedeki düşman saflarına kardeşini teslim etmemekten ibaret değildir. İslam düşmanlarının türlü desiselerle Müslümanları aldatmaya çalıştığı, masum olduğu halde zindanlara attığı günümüzde de kardeşini bu tuzaklara karşı korumak, zindana düştü ise onu savunmaya devam etmek ve ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak da bu kapsamdadır.
Rahat günlerde birlikte vakit geçirenler ancak işler zora girdiğinde, bela ve musibetlerin selin geldiği gibi geldiği günlerde kardeşini yalnız bırakanlar, İslam’ın kardeşlik anlayışından nasiplenmemiş kimselerdir. İslam kardeşliği aynı zamanda ‘dava kardeşliği’ demektir. Her Müslümanın davası olan İ’lay-ı Kelimetullah davası uğrunda mücadele edenler arasındaki kardeşlik, her türlü zorluğun, yeri geldiğinde ölümün göze alınacağı kardeşliktir.
Günümüz Müslümanları muhacir ile Ensar’ın arasındaki kardeşliği övgülerle anlatırken iş başa düştüğünde zafiyet gösterebilmektedir. Hâlbuki din aynı din, dava aynı davadır. Zalimlerin isimleri, yaşadıkları çağlar değişse de zulümlerinin sebebi yine Tevhid davasıdır. Allah’ın dediğinin olmadığı memleketlerdeki saltanat sahipleri, “Allah’ın dediği olmalıdır” diyen Müslümanları hiçbir zaman rahat bırakmayacaklardır. Bu sebeple İslami hareketin müntesipleri arasındaki İslam kardeşliği daha fazla anlam kazanmakta ve önem arz etmektedir.
İslam düşmanlarının tehditleri, baskıları ve her türlü zulmü karşısında kardeşini yalnız ve sahipsiz bırakmamak, zafiyet gösterdiği zamanlarda ona destek olmak en öncelikli vazifelerimizdendir. Çünkü İslam düşmanları safları sık olan bir harekete boyun eğdiremeyeceklerini iyi bilmektedirler. Bu sebeple Allah Azze ve Celle: “Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kurşundan kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak çarpışanları sever” buyurmakta ve Müslümanların saflarının kurşundan kenetlenmiş bir bina gibi olması gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca bilinmelidir ki: “Kul, din kardeşine yardımcı olduğu sürece Allah da onun yardımcısı olur.”5 Müslümanlar zulme uğrayanlara sahip çıktığı sürece Allah’ın da yardımının üzerlerinde olacağını unutmamalıdırlar.
Bir kardeşimize yapılan zulme engel olmak öncelikli görevimizdir fakat engel olamadığımız durumlarda da her türlü imkânı kullanarak bu zulmü duyurmak gerekmektedir. Zalimler yaptıkları zulmün duyulmasından her zaman rahatsız olmakta ve sesi çıkmayan mazluma zulmünü gün be gün artırmaktadır. Hâlbuki Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e: “Cihadın hangisi efdaldir?” diye sorulunca: “Zalim sultana karşı hakkı söylemektir”6 buyurmuş, zulme karşı sessiz kalmayı değil, hakkı gür bir sesle haykırmayı öğütlemiştir. Hz. Ali Radıyallahu Anh ise: “Bir zulmü engelleyemiyorsanız en azından onu herkese duyurun” diyerek engel olunamayan zulme karşı en azından duyurma stratejisi izlenmesini tavsiye etmiştir. Son yüzyılın öncülerinden Malcolm X de: “Sessizce ölmeyeceğiz!” demiş, hakkı haykırdığı bir konferansında şehit edilerek canı pahasına da olsa hakkı haykırmayı miras bırakmıştır.
İslam tarihine baktığımızda da son yüzyılın öncü şahsiyetlerine baktığımızda da zulme rıza göstermeyenler, zalime ‘zalim’ diyenler ve her daim hakkı haykıranlar hayırla yâd edilirken zalim karşısında susanlar, susmayı tedbir zannedenler, hakkı haykıranlara ‘yanlış yapıyor’ gözüyle bakanlar ve zulmü duyurmayı yanlış strateji görenler tarihin tozlu sayfalarında ‘korkaklar’ olarak yerini alacaklardır. Tekerlekli sandalyesinde dahi: “Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!” diyen Şeyh Ahmet Yasinler önümüzde örnek iken insan nasıl olur da zalimlere sessiz kalabilir?
Yazımızı Uhud harbinde sevgili Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Ebu Dücâne'ye verdiği kılıçtaki söz ile sonlandırıyoruz: “Korkaklıkta ar ve zillet, ilerlemekte şeref ve izzet vardır. Kişi korkaklık ederek kaderden kaçamaz.”
- Hucurat, 10
- Müslim, Birr 6
- Alparslan Kuytul Hocaefendi, İman ve Kardeşlik Konferansı, Adana, 2005
- Müslim, Birr, 58
- Ahmed b. Hanbel, II. 252
- Ahmed bin Hanbel, 5/251; İbn Mâce, Fiten 20, hadis no: 4011-4012