Nebevî hareketin başarı sürecindeki en önemli etken şahsiyet eğitimidir. Şahsiyetli toplum, şahsiyetini elde etmiş bireylerden oluşur. Sıradan bireyleri şahsiyetli hale getirmek elbette kolay bir iş değildir. Bu zor işi Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’nin düşman ortamında kurduğu, şahsiyet eğitim medresesi olan Dar’ul-Erkam’la başlatmıştı. Böylece İslami davet tarihinde henüz devlet kurulmadan okul kurulmuştu. Dar’ul-Erkam, ilk mescid aynı zamanda öncü nesli hazırlamak için bir şahsiyet eğitim merkezi idi. Oraya giren sıradan insanlar omuzlarına yüklenen davayı hakkıyla taşıyabilecek bir şahsiyet olarak çıkıyorlardı. Bu medresenin mezunlarından hiç fire veren olmadı. Çekirdek kadronun hemen hepsi bu medresede yetişti. Bu medreseyi oluşturan talebeler farklı ırklardan ve yaş gruplarından, farklı kabile ve aşiretlerden oluşuyordu. Böyle olmasına rağmen bu talebeler, Erkam’ın evinde aynı potaya giriyor ve nübüvvetin bu potasında, nasıl girerse girsinler elmaslaşmış insanlar olarak çıkıyorlardı.
Bu medresenin muallimi olan Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem talebelerini çok ciddi şahsiyet eğitimine tabi tutuyor ve bu eğitimin kalitesini sürekli vahiyle yükseltiyordu. Buraya gelen her talebe: “Acaba Rabbimiz bize bugün neler söyleyecek?” heyecanını taşıyarak büyük bir coşku ile Erkam’ın evine geliyordu. Hal böyle olunca da her gün yeni bir mesaj ve her gün yeni bir aksiyon kazanarak şahsiyetlerinin gelişimini sağlıyorlardı.
Allah Rasulü’nün Dar’ul-Erkam’da, “öncü neslin” kalitesini arttırmak için şahsiyet eğitimini üç basamakta gerçekleştirdiğini görürüz.
- Saf ve duru bir tevhid düşüncesi, Rab isminin manasını hakkıyla anlama. Allah’ın sadece Ulûhiyetinin değil, Rububiyeti’nin de olduğunu anlama.
- Sözün gücünün, gücün sözünden üstün olduğunu fark ederek bedenin ezilmesine rağmen kendini aziz, karşısındakini ise zelil görme şuuru kazanma. Bu şuuru kazananlar, meseleleri vahiy penceresinden algılıyorlardı. Örneğin; şahsiyet kazanmış Müslüman’a göre kör olan Ümmü Mektum Radıyallahu Anh değil, Ebu Leheb’tir; güçlü olan Ebu Cehil değil, Kâbe’nin yanında dövülen Abdullah b. Mes’ud Radıyallahu Anh’tır. Abdullah b. Mes’ud bir gün Kâbe’de Rahman Suresini okur, Kur’an’ın gücü karşısında söyleyecek sözü olmayan müşriklerden başta Ebu Cehil olmak üzere hemen şiddete başvurarak İbn Mes’ud Radıyallahu Anh’ın üzerine yürüyüp o naif bedenine tekme tokat vururlar. Ağzı yüzü kan revan içinde kalan İbn Mes’ud Radıyallahu Anh o günü anlatırken: “Müşrikleri o günkü kadar acziyet içinde küçüldüklerini görmemiştim.” İşte kendini, kâfirden üstün gören şahsiyet dolu sözlerdi bunlar.
- Talebelerin iradelerinin sağlamlaştırılması için nefis terbiyesi.
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem sahabeye şahsiyet eğitimi verirken ilk önce oruç, hac, zekât, içkinin haram kılınışı, faizin yasaklanışı, tesettür gibi nice emir ve yasaklarla mı başlamıştır? Bu saydıklarımız vahyin insan ile konuşmaya başlar başlamaz gündeme aldığı meseleler midir? Yoksa bunların öncesinde bazı temelleri sağlam bir şekilde attıktan sonra, üzerine bina ettiği meseleler midir? Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sahabeyi yetiştirirken takip ettiği eğitim süreci aslında vahyin iniş süreci ile birebir aynıdır. Yani işin başı sağlam bir akidenin oluşumu, sonrasında akılların tasavvurdan başlayarak inşası ve üçüncü basamağında ise iradenin sağlamlaştırılması ve Kur’an’î bir ahlâkın tesisi anlamına gelen ruhların eğitimidir.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şahsiyet eğitiminde kullandığı müfredatı öğrenmek isteyen, bu dönemde nazil olan ilk surelere bakmalı. Bu surelerin muhtevası genelde sağlam bir tevhid anlayışı, küfre karşı taviz vermeden dik durma, kâfire itaat etmeme ve temiz ahlâkla ilgilidir. Şahsiyet eğitiminden mezun olanların, şahsiyet sahibi olmalarının en büyük delili ise şiddetli sıkıntılar, baskılar, işkenceler ve kâfirlerle çatışmalar başladığında, hiçbirinin Allah Rasulü’nü yarı yolda bırakmamaları ve İslami şahsiyetlerinden zerre kadar taviz vermemeleriydi. Davanın bu çekirdek kadrosu, ilerde, iman, ahlâk, cihad, fedakârlık ve teslimiyetleri ile İslam’ın zirve isimleri oldular.
Müslüman şahsiyet için, din bir yaşam biçimidir. Teslimiyet onun için en büyük hürriyettir. O, Allah’a kul olduğu için dünyaya, iktidara, servete, egemenlere ve modern bireylere karşı kıyaslanamayacak kadar özgürdür. Bu yüzden Müslüman’ın şahsiyet kazanması son derece önemlidir ve ihmal edilebilecek hususlardan değildir. Şahsiyetsiz bir Müslüman düşünün; Mü’min olduğunu iddia ediyor ve bir değerler sistemine inanıyor; fakat inandığı değerler sistemine güvenmiyor. Allah’a inanıyor, inandığı Allah’a güvenmiyor. İslam’a inanıyor, inandığı İslam’ın yaşadığı çağın sorunlarına çözüm getireceğine inanmıyor. Vahye inanıyor ama vahyin hayata dair kılavuzluğuna güvenmiyor. Bu yaman çelişki günümüz insanının imanına musallat olan bir hastalıktır. Kişinin inançla güveni aynı adreste buluşmuyorsa işte bu, şahsiyetsizliktir. İnandığı değerlere güvenmeyenler, güvendiklerine inanmaya başlarlar.
Günümüzde ortaya konan İslamî çalışmalar, şahsiyetli insanlar yetiştirmeye dönük ciddi eğitimler vermelidir. Aksi takdirde hem bireyin hem de İslamî çalışmaların kalitesi düşecektir. İslami yapılanmaların mensuplarına şahsiyet eğitimi vermek yerine, sadece hizmet eden birey yetiştirmesi, rabbani metodun kabul edeceği bir durum değildir. Kaliteli bir hareket, kaliteli bireylerden oluşur. Kalitesi düşük insanlar, birilerinin önünde hep gölge olurlar.
Özetle, bugün sahabe nesli gibi kaliteli bir nesil yetiştirmek isteyen herkes, Müslüman şahsiyete yatırım yapmak zorundadır. Müslüman şahsiyete yatırım yapanlar geleceğin tarihini şimdiden yazanlar olacaktır.
İbrahim KAYA
Not: Bu yazı “Müslüman Şahsiyeti ve Kalite” adlı deneme yarışmasında birinci gelmiştir.