Bismillahirrahmanirrahim. Âlemlerin Rabbine hamd, O’nun yüce Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salat-u selam olsun.
Kâinattaki sonsuz sayıdaki canlı-cansız varlığı yok iken var kılan, onları bir plan ve hikmet dâhilinde insanın hizmetine sunan Allah Azze ve Celle, insanoğluna hiçbir mahlûka vermediği şerefi vermiştir. İnsanın bu şerefi, yaratılışından yaşayışına, yiyeceğinden giyeceğine, beden ve suretinden kabiliyetlerine kadar her alanda kendini göstermektedir. “Gerçekten biz insanı en güzel biçimde yarattık.”1
Peki, nedir bunun hikmeti? Niçin insan sayısız nimet ve özelliklere sahip kılınmıştır? Onca canlı türü olmasına rağmen neden insana bu ayrıcalıklar verilmiştir? İşte bu sorunun cevabını da Kur’an vermektedir: “Doğrusu Biz, sorumluluğu (emaneti) göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup titremişlerdir; onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim ve çok cahildir. (Kabulüne rağmen emanete hıyanet etmektedir.)”2 Ayeti kerimenin ifade ettiği gibi insan, Allah’ın teklif ettiği “emaneti” yani “mükellefiyeti, sorumluluk almayı ve Tevhid sözünün gereğini yapmayı”3 yüklendiği için o üstün bir yaratılışla yaratılmıştır. Allah Azze ve Celle, indirmiş olduğu kitabında, kendisini tek ilah kabul eden, bunun neticesinde “La ilahe illallah” diyen kullarına “Müslim-Müslüman” adını vermiştir. Müslim, “Peygamber Efendimiz’in tebliğ buyurduğu şeyleri zahiren ve batınen kabul edip güzel gören, Cenab-ı Hakk’a itaat edip emirlerine boyun eğen”4 kimsedir. Bu tanıma göre Müslüman, Allah’ın çizmiş olduğu hayat ölçülerine tabi olan, sınırları aşmayan, Rabbine karşı itaat içinde yaşayan kimse demektir.
Arapça’da “el- Hur” kelimesi “abd”ın zıddıdır, yani köle olmayandır. “Hürriyet” ise dünyevi kazançlara karşı hırs, tamah ve açgözlülük gibi yerilen kuvvetlerin kendisine malik olamadığı kimse için kullanılır. Bunun zıddı olan ubudiyete yani dünyaya kul olmuş olanlara,5 Allah Rasulü şöyle işaret etmiştir: “Dinarın kulu olanlar helak olsun, dirhemin kulu olanlar helak olsun.”6
İslam, insanı insanlara kölelikten/kulluktan kurtarmak için gelmiştir. İçinde doğmuş olduğu Mekke’de sayısız putlara kul olmuş insana: “Hayır! Sen şerefli bir varlıksın, Allah’ın en üstün yarattığı canlısın, kullara kulluk sana yakışmaz” çağrısı yapmıştır. İslam, insanın özgürlüğünün başlangıç noktasını LA İLAHE İLLALLAH olarak tayin etmiştir. Bir insan şuurla bu kelimeyi söylediğinde, tüm kölelik zincirlerinden kurtulmuş olmaktadır.
Batı düşüncesinde özgürlük, salt insanın istediği her şeyi serbestçe yapabilmesi olarak görülmüştür. Bu özgürlük tanımında kesinlikle Allah yoktur. Özgürlüğün alanı her istenenin yapılabilmesi iken sınırı da diğer insanların özgürlüğüne müdahaledir. Bu anlayışa göre eğer başkasının özgürlük alanına müdahale yapılırsa insanın özgürlüğü orada bitmektedir ancak Allah’a karşı herhangi bir sorumluluk ve sakınma söz konusu değildir. Fakat ne acıdır ki ikiyüzlü Batı, bu özgürlük tanımını da sadece kendi toplumları için yapmaktadır. Müslüman ve diğer toplumlar için ise bu özgürlük tanımını kabul etmezler. Onlara uygun gördükleri tek şey kendilerine kul ve köle olmalarıdır.
İslam’a göre gerçek hürriyet, kullara kulluğun terk edilmesi ile başlar. Ne insanlara ne paraya ne de makamlara onurunu satmayanlar hakiki özgürdür. Tarihte de günümüzde de kendisini güçlü-kudretli gören nice zalimler, despotlar var olagelmiştir. Bunların kabul etmeye yanaşmadıkları en önemli mesele, insanların sadece Allah’a kul olmalarıdır. Onlar çok iyi bilmektedirler ki; kendilerine değil, yalnız Allah’a kul olan bir toplumda istedikleri her şeyi yapamazlar, onları kolay kolay kandıramazlar, milletin mallarını haksızlıkla gasp edemezler. İşte bu nedenle özgürlüğün anahtarı olan Tevhide, onun davetçilerine amansız düşmandırlar.
Rabbimiz, Müslümanları etkileyebilecek ve aşağıya çekecek dünyevi engelleri de haber vererek onları uyarmıştır. “Nefsanî arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır.”7
Ayrıca Kur’an-ı Kerim insanın sadece maddi varlıklara; insana, paraya, eşyaya, kadına, altına, güzel ev ve bineklere kul-köle olmayıp ruhsal/kalbi özgürlüğüne kavuşmasını önemsemiş ve bunu övmüştür. “Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiştir, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.”8 Bu ayetin beyanına göre “nefsini temizleyen kimse yani günahlardan temizleyip takva ile terbiye etmek ve geliştirmek suretiyle feyizlendiren kimse gerçek kurtuluşu bulmuştur.”9 Bu kimseler insanlık onuruna sahip çıktığı gibi kendisini de basit arzu ve zevkler uğruna alçaltmamıştır. Aksi halde nefsani isteklere mağlup olan kimseler, kendilerine en büyük kötülüğü yaparak nefislerinin kulu olmuşlardır.
İNSAN MUTLAK ÖZGÜR OLABİLİR Mİ?
İslam’a göre kâinatta hakiki anlamda tek özgür varlık Allah Azze ve Celle’dir. Kâinat O’nundur, var olan her şeyi O yaratmıştır, tüm canlıların rızkını sadece O vermektedir. Hükmü her yerde geçmekte ve dilediği gibi tasarruf etmektedir. Doğmamıştır, hiçbir şeye veya varlığa ihtiyacı yoktur ve ölmeyecektir. Her şeyi bilmekte, görmekte, işitmekte olup, mutlak adalet sahibidir. Evreni yaratan ve idare eden kimse, tek ilah da O’dur. İlah olan tekse, özgür olan da tektir ve O Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle’dir. Rabbimiz olan Allah sadece kendisine kulluk yapanlara ödül olarak, dünyada her şeye karşı hürriyeti bağışlamaktadır. Kendisinden başkasından korkmamayı, başkasının önünde el pençe durmamayı, eğilmemeyi, özgür ruhlu olmayı, cesareti bir nimet olarak vermektedir. İşte bu gerçek hürriyettir. Allah’a kul olmayanlar ise ceza olarak yüzlerce mahlûka kulluk yapma zilletine dûçar kalırlar.
İslam tasavvufunda da hürriyet konusu işlenmiş ve şöyle tarif yapılmıştır: “Hürriyet, kulun hiçbir mahlûkatın köleliği altında olmaması ve kâinatta hiçbir şeyin etkisinde kalmamasıdır.”10
İnsanlığı Hz. Peygamber’in rehberliğinde kullara kulluk zilletinden ve pek çok nefsi/ahlaki kötülüklerden kurtarmak için İslam dinini gönderen Yüce Rabbimize kulluk edenler, dünyada olduğu gibi, ahirette de mesut ve şerefli bir hayat yaşayacaklardır. Bu akıbeti Allah Azze ve Celle hepimize nasip etsin.
1. Tin, 4
2. Ahzab, 72
3. Tefsir-i Kebir, F. Razi, 18, 303
4. Akaid, Ömer Nesefi, 75
5. Müfredat, Ragip el -İsfahani, 377
6. Buhari, Cihad, 70
7. Al-i İmran, 14
8. Şems, 9-10
9. Hak Dini Kur’an Dili, Elmalılı Hamdi Yazır, 9, 243
10. Kuşeyri Risalesi, 252