Yenilgi psikolojisinden en çok etkilenen insanların hedefsiz ve amaçsız bir hayat sürdürdüklerini görebiliriz. Çaba gösterenlerle göstermeyenlerin, cihad edenlerle etmeyenlerin bir olmayacağını Kur’an haber vermektedir. Genel hedeflerin pek bir önemi yoktur. Gerçek ve önem verilmesi gereken hedef, Allah’a kulluk ve O’nun hoşnutluğunu kazanmak olmalıdır. Gerçek mücahidler, yeryüzünde fitneden eser kalmayıp Allah’ın dini hâkim oluncaya kadar mücadele ederler. Allah’ın dini yeryüzüne hâkim olmasın, fitne yayılsın ve din yok olsun diye çaba gösterenler, yenilgi psikolojisine esir olmuş kimselerdir. Bunlar, hedef ve amaçlarını kaybetmiş, radikal kararlar almaktan aciz, hayatta öncelikleri olmayan, sorunlarla başa çıkamayan ve bunu itiraf bile edemeyenlerdir.
Bugünkü İslam dünyasının gerçeğine göz attığımızda, yenilgi psikolojisine kapılmış insanları her yerde ve her toplumsal grupta görebiliyoruz.
İşte bu durumun belirtilerini biz de maddeler halinde ele almak istiyoruz:
- Müslümanların mevcut durumunu değiştirmenin imkânı konusundaki ümitsizlik. Bir kısım insanlarla, Müslümanların gerçek durumlarından söz etmeye başladığınızda, onların son derece ümitsiz olduklarını ve yaygın birtakım örneklerle deliller getirerek size: “Sen harabeye, yıkıntı evlere çağırıyorsun.”, “Seni kimse dinlemez.” diyerek karşılık verir.
Bazıları da: “Delik tuluma, gaydaya üflüyorsun.” derler. Zira delik tuluma üflemek faydasızdır. Bir taraftan üflersin, öbür taraftan çıkar. “Senin söylediklerin bir kulaktan girip öbür kulaktan çıkıyor.” demek isterler. Birtakım Müslümanlar verdikleri bu örneklerle, umutlu insanları, değişimi arzulayan ve kötülükten sakındırmaya çalışanları umutsuzluğa sevk ederler. Bu sözleri söyleyenler, yenilgi psikolojisi içindedirler.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu psikolojiyi çok ince bir tespitle ortaya koymuş ve şöyle buyurmuştur: “Bir kimsenin ‘insanlar helak oldu!’ dediğini duyarsanız, bilin ki o kendisi, herkesten çok helak olandır.”1
“İnsanlar helak oldu!” sözünü söyleyen kimse, gerçekte böyle olmadığı için kendisi helak olmuş olur. Diğer bir deyişle; “İnsanlar helak olmadıkları halde onları helak etmiştir.”2 Bu hadis, insanlardaki kötümser psikolojiyi çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
Kötülükten sakındırmayan veya “İnsanlar dinlemiyor” diyerek Allah’a davet görevinden uzak duranlar yorgun ve çaresiz kalmış insanlardır. Onların çoğunluğunun görüntüsü bu şekildedir. Onlar ümitsizdirler. Bu ümitsizlikle, Allah’ın dinini yayma, iyiliği emretme, kötülükten sakındırma gibi büyük bir kazancı ellerinden kaçırmaktadırlar.
- Siyasi ve çeşitli açılardan güçsüz Müslümanların içinde bulundukları durumu, insanların çoğunluğunun kabullenmiş olmalarıdır: Onların teslimiyeti ve yenilgiyi kabullenmeye doğru koştuklarını görebilirsiniz. Örneğin; -İnsanların çoğunluğu- “İsrail gerçekten güçlü devlettir, öyleyse onlarla iyi ilişkiler kurmalıyız.” görüşündedirler. Yenilgiyi kabullenmiş ve üstünlük özelliklerini kaybetmişlerdir. Yüce Allah: “Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten)İman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.”3 buyurmuştur. Onlar, bu üstünlük özelliğini kaybetmişlerdir. Yenilgi psikolojisini gerçek bir durum gibi kabullenir olmuşlardır. Aksine gelecekte, yeniden toparlanma ve yeni bir uyanış için hazırlama imkânı vardır.
Âlimlerin fetvalarında, derslerinde ve vaazlarında çoğunlukla, mevcut durumu kabullendikleri ve bunu değiştirmek için çaba göstermediklerini görebiliriz. Yine onları, mevcut durumu değiştirmek üzere ciddi çareler aramak yerine, Müslümanların bu durumu kabullenmeleri için mazeretleri ileri sürerken görebilirsiniz. Onların mevcut durumu kabullenmemiz gerektiğine dair verdikleri bu fetvalar, insanlara, gelecekte yeniden toparlanıp ilerlemeyi değil, güçsüzlüğü ve yenilgi psikolojisini ilham eder.
- Gençlerin çoğunda görülen bu belirti, Müslüman kimliğini gizlemektedir. Müslümanların, sahip oldukları değer ve şerefi kaybetmeleri veya zayıflatmalarıdır. Gençler, özellikle Müslüman olmayanlarla karşılaştıklarında, bir şeye helal ya da haram demekten utanır olmuşlardır. Kendilerine haram bir şey takdim edildiğinde ya da harama çağrıldıklarında, kendilerine bu çağrıyı yapanlara karşı çıkmak yerine: “Teşekkür ederim. Ben bunu kabul edemem.” derler. “Bu, biz Müslümanlara göre haramdır.” demek yerine, Müslüman kimliğinin ortaya çıkmamasını arzu ederler. Pek çok insan, bağnazlık, aşırılık ve kökten dinci olmakla suçlanmaktan korktukları için Müslüman kimliklerini açıklamaktan çekinirler.
Size İslam’ı seçmiş ve dini ile şereflenmiş bir İngiliz gencin hikâyesini anlatmak istiyorum. Bu gençle Londra’nın güneyinde bir yerde tanıştım. Müslümanlığından üç hafta sonra başka bir beldeye çalışmaya başladı. Onu tanıyan Müslüman gençler, yeni patronuna, Müslüman olduğunu açıklamaması konusunda kendisini ikna etmeye çalışmışlardı. Zira patron onun Müslüman olduğunu öğrenirse kendisine bu işi vermekten vazgeçebilir, o da bundan olumsuz etkilenip dininden dönebilirdi. Bu konuda onu ikna edemediler. İşiyle ilgili mülâkat sınavına gittiğinde içeride aynı işe girebilmek için kendisi ile yarışan ve Müslüman olmayan birçok kişinin olduğunu gördü. İş mülâkatında, Müslüman olduğunu ve Ruud olan ismini Ömer ismi ile değiştirdiğini belirtip şunları söyledi: “Ben dinimi ve ismimi değiştirdim. Bu işe kabul edildiğim takdirde namaz kılabilmem için süre verilmesini isterim.”
Kendisini işe aldılar. Aslında ona söyledikleri şey çok daha ilginçti: “Biz bu iş için radikal kararlar alabilme gücüne sahip birini arıyorduk. Sende de bu karar alabilme gücünün gerçekten var olduğunu gördük. Zira sen, hem dinini hem de ismini değiştirmişsin.”
Bu genç, onurlu bir şekilde Müslüman kimliğini ortaya koymuştur. Çünkü o, toplumsal baskılardan uzak bir şekilde karar vermiştir. Bizler, birtakım toplumsal baskılara, fasıklara, İslam’a uymayan ve yenilgiyi kabullenmiş zayıf karakterli insanlara bakarak çeşitli hesaplar yapıyoruz. İslam’dan taraf olma ve namaz vakitlerine titizlik gösterme gereğini hissetmeden, birilerinin insafa gelip bizi anlamasını sağlamak için çabalayıp duruyoruz. Bu durumda psikolojik yenilgi, kişilerin İslami kimliklerini açıkça ortaya koymalarını engellemiş olmaktadır.
- Uzun vadeli ve yüksek hedefleri terk etmek, kısa vadeli ve sınırlı hedeflerle yetinmek: Âlimlerin çoğunluğu kendilerine kısa vadeli ve sınırlı hedefler koymuşlardır. Onlardan hangisi ile konuşsanız, İslam dinini bütün dünyaya yaymak gibi yüce ve yüksek bir hedefe sahip olmadığını görebilirsiniz. Yüzlerini bu dünyaya çevirdikleri halde, bir gün bile İslam dininin bu dünyaya hâkim olabileceğini düşünmezler. Kısa vadeli ve basit hedeflere ulaşmayı yeterli görürler ve bu hedeflerle avunmayı tercih ederler. Yüce hedeflere ve büyük emellere ulaşma fırsatını kaçırırlar.
İslam davetçilerinin içinde bulunduğu durum aynı şekildedir.
İslam dinine sıkı sıkıya sarılmak ve bu bağlılıkla ilerlemek gibi gerçekten yüce bir hedefe sahip olmaksızın, sadece sınırlı, belli başlı İslami kuralları uygulamakla yetinirler.
“İslam dinine sıkı sıkıya sarılmak.” şeklinde nitelendirdiğimiz bu özellik, yüce hedefleri arzulayan kişilerin sahip olması gereken bir vasıftır ve Müslümanların da bu niteliğe sahip olmaları beklenir. Yüce Allah, bu özelliğe sahip Müminleri övmüş ve “Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizi ve çocuklarımızı bize göz aydınlığı kıl ve bizi Allah’a karşı gelmekten sakınanlara önder eyle.’ diyenlerdir.”4 buyurmuştur. Bu ayet; “Bizi sadece sapıtmışlara veya salih Müminlere değil, Allah’a karşı gelmekten sakınan Müminlere de örnek ve model kıl.” şeklinde açıklanmıştır. “Allah’a karşı gelmekten sakınan Müminlere de örnek ve model olmak.” gerçekten yüce bir emel ve hedeftir. Böyle yüce hedeflere ulaşma konusunda eğitilmeye ihtiyacımız vardır.
- Birtakım Müslümanların, Allah’ın kanunları yerine, insanların yapmış olduğu kanunları benimsemeleri ve bu kanunları uygulamada son derece istekli olmaları: Doğrusu, insan aklının ürünü kanunların birçok ülkede uygulandığını görebiliyoruz. Yukarıda zikrettiğimiz birtakım Müslümanların, insanların yaptığı kanunları uygulamadaki aşırı istekleri, yenilgiyi kabullenmelerine ve Allah’ın kanunlarından hoşnut olmadıklarına delil sayılabilir. *
*Dr. Abdullah El-HÂTIR’ın aynı adlı kitabından alıntı yapılmıştır.
(1) (Müslim, Bir 139)
(2) (Nevevi, Şerh, XVI, 175)
(3) (Al-i İmran, 139)
(4) (Furkan, 74)