İnsan yaratıldığı ilk andan itibaren nefis denilen bir iç düşmana ve şeytan denilen bir gizli düşmana karşı mücadele etmek üzere imtihan edilmektedir. Kendisini yaratan Rabbine verdiği sözü hep bu iki düşman yüzünden unutmuştur. Aslına bakarsanız şeytan gerçek bir düşman ama nefis terbiye edilirse manevi lezzetleri tadacak bir düzeye gelebiliyor hatta Allah'a kullukta senin yardımcın olabiliyor.
İnsanda ruh ilk olarak ‘nefs-i natıka’ olarak yaratılmış ve ‘Allah'ın huzurunda konuşan’ anlamına gelen bu nefis daha sonra dünyaya indiğinde ‘hayvani nefis’ ile birleşince ‘nefs-i emmare’ yani ‘kötülüğü emreden nefis’ durumuna düşmüştür. Ancak nefsiyle mücadele edip çekişen ve ona güç getirmeye kalkışıp onu kınayan bir hale gelen kimseye ‘nefs-i levvame’ bahşedilmiştir. Bu nefis aslında birçoğumuzun içinde bulunduğu nefistir. Birçoğumuz daha yolun çok başındayız. Tümüyle kötülüğü emreden ve günahlardan zevk alan bir nefisten kurtulmuş olsak da ‘nefs-i levvame’ seviyesinden bir türlü ‘nefs-i mutmainne’ derecesine erişemiyoruz. ‘Nefs-i mutmainne’, Rabbinden gelen vahyin nuruyla huzura ermiş, Allah’a kullukta mutlu olan ve günahın her türlüsünden tiksinti duyan nefistir. İbadet ona lezzet verirken, dünya ve günahlar onu rahatsız eder.
Nefs-i levvamede olanlar ibadetten zevk almaya başlasalar da maalesef tekrar günaha düştükleri için bu lezzeti çabucak kaybetmektedirler. İbadetten zevk alabilecek bir düzeye ulaşmak elbette kolay bir iş değildir. İnsan neden kendisini yaratıp koruyan ve rızıklandıran Rabbine ibadet ederken lezzet almaz ki? Neden bazı salih amellerden mahrum bırakılır? Neden mahrum bırakıldığı hayırlı işlerden ötürü bir üzüntü ve pişmanlık dahi hissetmez ki? Bu soruların cevapları hepimizin epey canını sıkacak olsa da konuşmak ve üzerine gitmek durumundayız. Öncelikle ibadet lezzetini alan durumun nasıl ortaya çıktığını şu sözle anlayabiliriz: “Tehlikeli şeyleri terk et. Aksi takdirde sende fikir halini alır. Fikir halindeyken de onu terk et. Yoksa bu, şehvet haline dönüşür. Öyleyse bununla savaş̧. Eğer bunu yapmazsan o zaman da bu, yer edinir. Şayet onu terk etmezsen bu sefer de amele dönüşür. Şayet bunun zıddı olan bir şeyi tedarik edemezsen, bu sefer de bu adet halini alır. Vaziyet artık bu duruma gelirse; bu adeti bırakman oldukça zorlaşır.”1
Yani aslında her şey tehlikeli bir yerde ve durumda orada kalmakta ve düşünmekte ısrar ile veya bir anlık gaflet haliyle başlıyor, sonra düşünceler şehvete, şehvetten amele, amelden huy ve ahlaka dönüşüp kalbini tamamen sarıp seni adeta kör ediyor. Kalp aynasına Ayşelerin, Fatmaların, arabanın, köşklerin, çeşit çeşit ev eşyalarının isimleri yazılı iken nasıl olur da Allah'ın nurunun kalbini aydınlatmasını beklersin. Her şey bir anlık gafletle başlar ve seni her şeyden mahrum edecek hale getirir.
Bir Allah dostu yine şöyle der: "Her kim kalbinin saf olmasını isterse, Allah için şehvetini dizginlesin! Şehvetlerine bağlı olan kalpler, şehvetlere olan bağlılıkları kadar Allah-u Teâlâ’dan uzaktırlar. Kalpler yeryüzünde Allah'ın kaplarıdır. Bu kaplardan Allah'a en sevimli olanı en ince, en arınık ve en saf olanıdır."
Kalbi saf ve temiz olanlar şehvetlerinden uzak ama Allah'a yakın olanlardır. 'Kalbim temiz' deyip de Allah'ın tek bir farzını yerine getirmeyen ve hatta haramlar içerisinde bir hayat sürenler ancak kendilerini aldatırlar. Temiz kalpler, Allah'ın kaplarıdır, yani Allah oraya rızasını ve sevgisini koyar. Kul, bu noktadan sonra Allah için yaptığı her ibadetten zevk duyar, çünkü kalbine sevgi ve rıza gıdası akıtılmaktadır.
Kalbi haramlarla ve dünya sevgisiyle dolu olanlar ise hiç bir ibadetten zevk duyamazlar; zevk almadıkları şeyi ise devam ettiremezler. Şüphesiz insan, sevmediği şeye uzun süre katlanamaz. Davasına hizmeti, daveti, hayırlı işleri hep Allah'a ibadet kavramına alacak olursak davasında ve davetinde devamlı olamaz. Allah’ı sevmeyen, O’nu zikretmeyen, O’na tevbe istiğfarda bulunmayan kimsenin kalbi kör olmaya mahkûmdur. Nasıl ki grip olduğumuzda bir virüs ağzımızdaki tat alma duyusunu öldürüyorsa, haramlar ve dünya sevgisi de kalpteki ibadet ve huşu lezzetini öldürür. Her bir günah, kalbe giren bir virüs gibidir. İnsandaki yazılım sistemini yani fıtratını çökertir. Sarhoş olan bir insan düşünün, akli melekelerini kaybetmiş bir haldedir. Aynı şekilde dünya sevgisiyle sarhoş olmuş bir kalp ve zihin de rahmani sevginin lezzetinden mahrum kalmıştır.
İnsan öncelikle mahrum olma sebeplerini iyi tespit etmelidir. Seni ibadetin lezzetinden veya hayırlı ameller işlemekten mahrum bırakan şey nedir? Doktor önce hastalığı teşhis eder, evet ama önce hasta da hasta olduğunu kabul edip tedaviye başlamaya karar vermelidir. Hastalığını kabul edip, hastalığı teşhis ettikten sonra tedavi yöntemlerine başlamak gerekir.
Kalbinde günah ağacı kök salan, zikir suyundan mahrum kalan bir kimse, bırakın ibadetten zevk almayı, hayattan bile zevk alamaz hale gelir. Allah Azze ve Celle defalarca uyardığı halde, Allah'ın zikrinden yüz çevirir ve şeytanı yoldaş edinir. Şeytan ona yoldaş olarak verilir. Bu ilahi bir cezadır.
Bir kimse sabah namazına kalkamıyorsa, hayırlı bir işe iştirak edemiyorsa, ibadetlerinde ağır davranıyor ve hizmette geride kalıyorsa o kimse mahrum olanlardandır. İbn-i Ata Rahimehullah bunu da bir mertebe olarak zikreder. Tasavvufta ‘mahrum olanlar’ diye bir konu üzerinde uzunca durur. Allah layık olmayana ve kirlenmiş bir kalbe neden manevi lezzetleri versin, neden cennetlik ameller işletsin ki?
Arınmak ve tevbe etmek, ardından da zikirle kendini yenilemek zorundasın. Allah’ı zikretme gücünü kendinde bulamıyorsan, hep bir engel çıkıyorsa, yine en önce başvuracağın şey tevbe ile kalbini ve zihnini temizlemektir.
Allah’ı zikretmeyen ve kalbi ibadet zevklerinden mahrum olan kimsenin bazı hallerini okuyalım:
- Şeytan daima onunladır, vesvese vermeye devam eder.
- Hep üzüntü ve keder hali mevcuttur.
- Bedeni olarak zayıf hisseder, halsizlik mevcuttur.
- İnsanlarla birlikte iyi ama yalnızken kötü haldedir.
- Yüzü solgun ve asık suratlıdır.
- Heybeti ve vakarı kaybolmuştur.
- Her işinde tereddüt ve tatminsizlik vardır.
- İnsanlar nazarında gözden düşmüş ve sevgisi saygısı azalmıştır.
- Günahlara girerken çok rahat davranır, tövbesi çok geç olur veya hiç olmaz.
- Allah'a yönelmek ona çok zor gelir.
- Marifet kapısı ona kapanmıştır. Baktığında Allah'ın yarattıklarında Allah’ı göremez.
- Melekler onun için artık Allah'a yalvarmaktan uzaklaşmıştır.
- Sürekli gaflet ve hevaya tabi olmaktan kalbi iyice paslanmıştır.
- Kendisini karanlıkta ve dar bir yerde hisseder, ruhu daralır.
- Gafletinden dolayı Rabbiyle arasında bitmeyen bir soğukluk başlamıştır.
- Rabbani ve vahye dayanan şeylere karşı ilgisizleşir.
- Genişlik zamanında Rabbini anmadığı için, zorluk ve sıkıntı anlarında da Rabbi onu anmaz ve yardımını göndermez.2
Rabbimiz, bizleri ibadetin lezzetinden, kendisini zikretmekten, hayırlı amellerden mahrum bırakacak günahtan, gafletten, şeytana uymada ısrar etmekten muhafaza eylesin. Kalplerimizi kendi zikriyle meşgul eylesin.
- İbn-i Ata
- İbn-i Ataullah el İskenderi