Bir bahçıvan olmadan küçük bir bahçenin bile yetişmesi ne mümkün… O bahçıvan ki fidanlarının üzerine titreyecek, sıcak, soğuk, kar, fırtına demeden onları besleyecek kimi zaman yara bere içinde kalsa da dikenleri ayıklayarak onları büyütecek. İşte peygamberler, kuruyup çoraklaşan gönülleri Allah’tan gelen ilim ve hikmet nuruyla aydınlatıp sulamışlardır.
“Kim bir yola ilim aramak üzere giderse Allah onun için cennete giden yollardan bir yolu kolaylaştırır. Şüphesiz melekler, ilim öğrencisinden razı oldukları için kanatlarını indirirler. Yine şüphesiz göktekiler ve yerdekiler, hatta sudaki balıklar bile ilim talibi için istiğfar ederler. Şüphesiz alim adamın abid kişiden üstünlüğü, ayın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir. Muhakkak, alimler peygamberlerin varisleridir. Şüphesiz peygamberler ne altın ne de gümüş miras bırakırlar. Peygamberler miras olarak ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse tam bir hisse almış olur.”1 Bu hadis Ebu Derda Radıyallahu Anh tarafından kendisini ilim talebiyle (başka rivayete göre de kendisine bir hadisi sormak için) Medine’den kalkıp Dımeşk’e gelen zata ne kadar kıymetli bir yolculuk yaptığına işaret ederek ilmin önemini ortaya koymak için söylenmiştir. Hadis öncelikle ilmin tıpkı Hz. Adem’i üstün kıldığı gibi peygamberlerin bıraktığı bu mirasa sahip çıkan alimleri de diğer insanlardan ayrı bir noktaya çıkardığını ortaya koymuştur. Alimler tıpkı peygamberler gibi kalplere iman nurunun girmesine vesile olacak, gönüllerin fethini kolaylaştıracak olan ilmi insanlara ulaştırarak peygamberî bir vazifeyi ifa etmiş olmaktadırlar.
Miras, en yakına intikal eden bir şeydir. Ümmetin içinden Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e dini açıdan en yakını, dünyaya değer vermeyen ve ahirete yönelmiş alimlerdir. Zira peygamberler, Allah Azze ve Celle’nin en hayırlı kullarıdır. Dolayısıyla bu durum, peygamberlerden sonra onların görevlerini ifa eden alimlerin de en hayırlı kul olması anlamına gelmektedir.2 Peygamberlerin mirasçısı olarak gösterilen alimler, bu hadis ile ne kadar da güzide bir konuma getirilmiş olmaktadırlar.
Bununla birlikte şunu da kaçırmamak gerekir ki Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in “Muhakkak, alimler peygamberlerin varisleridir” buyurması alimlere çok önemli bir misyon yüklemiştir. Alimler, peygamberi miras olan ilme sahip olmakla onu muhafaza etmek, yaşamak ve kalplere ulaştıranın mücadelesini vermek gibi kutlu ve çok ağır bir görevi üstlenmiş olmaktadırlar. Çok kıymetli bir hazineyi taşımak, nebilere varis konumunda olmak bile insana başlı başına bir değer katar. Bunun yanında bu hazineyi hem muhafaza ediyor hem de ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyor, dağıtıyorsa ifa ettiği bu görev o kimseyi çok daha üstün bir konuma getirir. İlme kıymet vermek, toplumlar için bir gelişmişlik seviyesidir. Bir toplumda ilme ve alimlere kıymet verilmiyorsa orada herhangi bir alanda gelişmenin olması mümkün değildir. İslam, ilmi ve onun taşıyıcısı (ulaştırıcısı) konumundaki alimleri insanlar içerisinde çok önemli bir noktada göstererek aslında o toplum için ilerlemenin ve gelişmenin önünü açmış olmaktadır. Müslümanların ilme ve alimlere kıymet verdikleri dönemlerde ulaşmış oldukları gelişmişlik seviyesi bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla tüm dünyada medeniyetin lokomotifi olmakla vazifelendirilmiş bir ümmetin alimlerine sahip çıkmayı öğrenmesi bu görevlerini yapabilmeleri adına olmazsa olmazdır. Alimler bu yönleriyle Müslüman topluma, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in örnekliğinde birer rol model olarak gösterilmiş olmaktadır. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in izinden gitmek isteyenler, O’nun verdiği mücadeleyi verecek olanlar kendilerine bu yolda öncülük edecek alimlerini koymaları gereken yere koymak zorundadırlar.
Yazının başında zikrettiğimiz rivayette geçen (bazı kaynaklarda müstakil olarak da yer alan) “Şüphesiz alim adamın abid kişiden üstünlüğü, ayın diğer yıldızlardan üstünlüğü gibidir” ifadesi, yine alimlerin faziletine işaret etmekle beraber aslında alimlere “toplumunu aydınlatma” gibi özel bir misyon da yüklemiş olmaktadır. Alimler yaşadıkları toplumun gündemine dair meselelerde doğruyu ve yanlışı, adil olanı ve zulmü ortaya koymak suretiyle karanlıklar içerisinde parlayan ay gibi, toplumlarına yol göstermek zorundadırlar. Aksi takdirde kaynağı Kur’an ve sünnet olan ilmin nurunu yansıtan alimlerden mahrum bir toplum yolunu kaybedecek fesadın ve cehaletin karanlığına saplanacaktır. Bu itibarla alim kimse de yaşadığı dönemin ve toplumun sorunlarına ilgisiz kalamaz. Eğer ilgisiz kalacak olursa yol gösterme görevini yerinde getirmemiş olduğundan dolayı doğal olarak diğer insanlar arasındaki saygınlığını da yitirmiş olacaktır. Oysa “Büyüklerimize saygı duymayan, küçüklerimize merhamet etmeyen ve alimimizi saymayan benim ümmetimden değildir”3 buyuran Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bu ifadeleriyle de Müslümanları alimlere ayrıca saygı duymaya davet etmiştir.
Alimin doğruları ve yanlışları söylemek, hakkı haykırmak gibi bir sorumluluğu vardır. Kur’an, bu sorumluluğu yerine getirmeyen alimleri zemmeder: “Din adamları ve alimleri onları, günah olan sözleri söylemekten ve haram yemekten men etmeleri gerekmez miydi? Yaptıkları şey ne kötüdür!”4 Onun için Elmalılı: “Alim, bilgi sahibi olması bakımından hiçbir şeyin değil, ancak hakkın kuludur. Hakka bağlı olduğu müddetçe ilme ve alime uymamak, ilim ve ulema düşmanlığıdır”5 demiştir.
Sahih bir rivayete göre Abdullah bin Ömer, İbni Muti’ye gitmiş ve: “Ebu Abdurrahman için bir minder getirin.” Buraya seninle oturmaya gelmedim, aksine sana Rasulullah’tan duyduğum bir şeyi söylemeye geldim. Onun şöyle söylediğini duydum: “Bey’attan elini çeken yahut da cemaatin arasında tefrika yaratan kimse cahiliye ölümüyle ölür”6 demiştir. Bu hadis bu şekilde ölen kimsenin kafir olacağı şeklinde anlaşılmaz ancak başka benzer sahih rivayetlerde de görüleceği üzere, yaşadığı dönemin varsa halifesine, yoksa dönemin güvenilir alimlerine bağlı olarak yaşamayanlar, cahiliye dönemindeki gibi yanlış üzere bir hayat yaşar ve itaatsiz bir şekilde ölürler manalarına gelir. Ayrıca, Müslümanların her dönemde alimlerine sıkı sıkıya bağlı olmaları gerektiğine de işaret edilmiştir. Nitekim ümmetimiz en güçlü dönemlerini imamlarına ve dolayısıyla alimlerine bağlılığı güçlü bir gelenek haline getirdiğinde yaşamıştır. Böyle bir bağ muazzam şekilde güçlü bir toplum meydana getirir. Çünkü hak üzere olan alimlere beyat edenler hem peygamberlerin mirasına sarılmış hem de Allah ve Rasulü’nden gelen ilmin nuruna sığınmış olur. Bu birliktelik sağlandığında ortaya; hak ve adalet üzere birleşip kolektif bir bilinç ve pratik geliştirmiş güçlü bir topluluğun çıkması elbette ki kaçınılmaz olacaktır.
İşte günümüz Müslümanları olarak bizler de hak yolda olan, davanın çilesini çeken alimlerimize gerekli saygı, sevgi ve bağlılığı gösterip her türlü zorluğa rağmen kıymet bilerek onların arkasında duracak olursak, peygamberler mirasını üstlenmiş bu güzide insanlar da adeta cahiliyenin ve fesadın karanlığının yaşandığı şu dönemde üzerimizde bir dolunay gibi parlayacak, insanlığın yolunu aydınlatacak kandiller olacaklardır. Ne mutlu peygamber varislerinin kıymetini bilene!
- Tirmizî, Sunen, Çağrı Yay., İstanbul 1992, 39 İlim, 19, c.V, s.48 h.no:2682
- İbn Kayyim el-Cevziyye, Miftah, c.I, s.261
- Ahmed b. Hanbel, V, 323; Heysemî, I, 126 (Heysemî, hadisin isnadının hasen olduğunu ifade eder.)
- Maide, 63
- Yazır, c. IV, s. 2513
- Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.9, s. 23