Kıymetli okurlarımız, Ramazan Ayı olması sebebiyle bu sayımızda Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin bu konuyla ilgili derslerinden hazırladığımız başyazıyı istifadenize sunuyoruz. Hayırlı okumalar…
Hamd, bizleri rahmet ayı Ramazan’a ulaştıran Allah Azze ve Celle’ye; salât-u selam, hayatıyla ümmetine yol gösteren ve bu aydan en güzel şekilde istifade etmemize vesile olan Peygamber Efendimize; selam ise Ramazan Ayının atmosferini bu çağda yaşatmaya çalışan kardeşlerimin üzerine olsun.
Kur’an-ı Kerim’de buyuruluyor ki: “Ramazan Ayı... İnsanlar için hidayet olan ve doğru yolu ve (hak ile batılı birbirinden) ayıran apaçık belgeleri (kapsayan) Kur’an onda indirilmiştir. Öyleyse sizden kim bu aya şahit olursa (erişirse) artık onu tutsun. Kim hasta ya da yolculukta olursa, tutmadığı günler sayısınca diğer günlerde (tutsun). Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. (Bu kolaylık) sayıyı tamamlamanız ve sizi doğru yola (hidayete) ulaştırmasına karşılık Allah’ı büyük tanımanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.”1
RAMAZAN MEKTEBİ
Kıymetli Kardeşlerim! Ramazan Ayı bir mektep ve medresedir. Bu mektepte talebe olmayı göze almalıyız. Nasıl ki okulda ders gördükten sonra imtihan oluyorsak aynı şekilde Ramazan mektebinde de imtihanlar bizi beklemektedir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu hususta şöyle buyurmuştur: “Sizden biriniz oruçlu olduğu günde kötü söz söylemesin, cahili işler yapmasın. Şayet biri gelir ona söver, onunla kavgaya tutulursa ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin.”2
Her ne kadar Ramazan Ayında şeytanlar bağlanıyor olsa da aslında insanı saptıran nefsidir. Şeytan sadece vesvese vermektedir. Bu ayda şeytanların bağlanması imtihanın bitmesi demek değildir. Çünkü insan şeytana değil aslında kendi nefsine uymaktadır. İnsan için en büyük tehlike şeytandan daha çok nefsidir. Çevremizdeki insanların yanlış yönlendirmesiyle bile insanın hata yapması mümkündür. Dolayısıyla insanlar bile birçok açıdan şeytandan daha tesirlidir. Bu yüzden Allah Azze ve Celle göndermiş olduğu bütün şeriatlarda ve kitaplarda insana nefsi terbiye etme yollarını öğretmiştir.
Tasavvuf büyüklerinden İbn-i Ata der ki: “Alemlerin isimleri kalp aynanda yer etmişken o kalp nasıl parlayabilir?” Kalpte yer eden şeyler her ne ise aynada yazılmıştır ve artık o ayna görevini yapamaz. O aynaya bakıp da kendimizi göremeyiz. Kalpte bu kadar sevgiler varken o kalp nasıl parlayabilir? Nefis terbiye edilmeden, kalpteki sevgiler atılarak o ayna temizlenmeden kalp parlamayacaktır.
Peygamberimiz, “Kul bir günah işlediğinde kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer o günahından tövbe edip uzaklaşırsa kalbi arınır. Tövbe etmeyip günah işlemeye devam ederse o siyah nokta artar ve nihayet kalbin her tarafını kaplar”3 buyurur. Dolayısıyla o siyah noktalar birleştiği zaman kalp simsiyah olur. Artık o aynada hakikatler görülemez olur. Ve kalp simsiyah olduğu vakit Allah o kalbi mühürler. İşte bu noktaya gelmemek için sürekli olarak nefsi ıslah çalışmaları gerekir. Ramazan Ayı nefislerin ıslah edilmesi, arınması ve parlaması için, kalp aynasına yazılmış arzu ve isteklerin silinmesi için bir fırsattır. Bunlar silindiği zaman kalp gerçek görevini yapmaya başlayacaktır.
Allah Azze ve Celle buyuruyor ki: “Onu arındırıp, temizleyen gerçekten felah bulmuştur.”4 Her kim nefsini tezkiye eder, arındırır, parlatırsa kurtulmuştur. Her kim nefsini kirletecek olursa o helak olmuştur. Nefsini terbiye etmeyen hiçbir alanda başarılı olamayacaktır. Nefislerinde inkılaplar gerçekleştirmeyenler alemlerde inkılaplar gerçekleştiremezler. Nefislerinde inkılaplar gerçekleştirenler bütün alanlarda inkılaplar gerçekleştirebilirler. Kendini değiştirenler alemleri değiştirirler. Allah Azze ve Celle o yüzden insana nefsi terbiyenin yollarını öğretir. İnsan nefsini terbiye etmedikçe hiçbir zaman kâmil olamayacaktır.
Allah Azze ve Celle göndermiş olduğu kitabıyla nasıl bir insan modeli istediğini bize göstermektedir. Farzlar ve haramlar olmadan insan kamilleşemez. Kamilleşmek isteyenler farzları yerine getirmeli, haramlardan da uzak durmalıdır. Allah Rasulü şöyle buyurmuştur: “Kim, inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.”5 Hadiste özellikle geçmiş küçük günahların bağışlanabileceği ifade edilmek istenmiştir. Büyük günahlar ise ancak tövbe ile bağışlanabilir.
ORUCUN HİKMETLERİ
Orucun insana kazandırdığı birçok fayda vardır. Fakat bu faydalardan dolayı orucun farz kılındığı söylenilemez. Şayet oruç, “Sıhhat için emredilmiştir” denilirse, bazı kimseler tarafından, “Sıhhatliyim, o halde oruca ihtiyacım yok” denilebilir. “Fakirlerin halini anlamak için emredilmiştir” denilirse, “Fakirleri anlayan ve onlara yardım eden biriyim” denilebilir. “İnsanların iradelerinin farkına varmaları için emredilmiştir” denilirse, “Ben irademin farkındayım. O halde oruca ihtiyacım yok” gibi düşünülebilir. Elbette ki bunlar orucun hikmetlerindendir ve Allah’ın emrettiği her ibadette birtakım hikmetler vardır. Fakat meseleyi ortaya koyarken sadece bu açılardan değerlendirmek birtakım insanların itirazda bulunmasına ve sapmasına sebep olabilir. Orucun asıl hikmeti bunlar değildir. Orucun asıl hikmeti: Allah’a itaat etmek, O’na teslim olmaktır. Oruç, insanı Allah’a teslim olmanın zevkine ulaştırır. Böylece Müslüman Allah’a itaat etmenin ve teslim olmanın mutluluğunu duyar. Allah için bir şeyi terk ettiğinde kalbinde lezzet hisseder. Bu şekilde ubudiyetin ve kulluğun farkına varır.
İnsanlardan bazıları kalbinin temiz olduğunu ifade ederek kendisini ibadetlerden müstağni görmektedir. Oysaki ibadetler, kalbi kirli olanlar için emredilmiş değildir. Meleklerin nefsi olmadığı ve şeytan tarafından da aldatılmadıkları halde yine de Allah’a secde etmektedirler. Bu, kul olmanın gereğidir. Oruç, Allah’ın “tutun” dediğini tutmak, “yapın” dediğini yapmak maksadı ile tutulur. Teslimiyeti öğrenmiş olan insan Allah’a daha çok yakınlaşır.
Orucun pek çok hikmeti daha vardır. Bunlardan bazılarını sayacak olursak:
Oruç İnsanın Nefsini Terbiye Eder
İnsan, nefsine karşı özgürleşmek ve nefsine köle olmaktan kurtulmak istiyor ise oruç ibadetine önem vermelidir. Çünkü insan nefsine karşı mücadele etmeyi öğrenemezse nefsi onu zelil duruma düşürür. Bu durumdaki insana Allah’a itaat etmek zor gelirken, şeytana itaat etmek kolay gelir. Allah yolunda mal harcamak zor; heva ve hevesi uğrunda harcamak ise kolay gelir. İşte oruç ve bunun gibi ibadetler insanın nefsine karşı özgür olmasını sağlar.
Allah Azze ve Celle insanların yeryüzünde bir medeniyet kurmasını istemektedir. Medeniyet kuracak olan Müslümanların da nefislerini ıslah etmeleri gerekmektedir. Çünkü nefislerini ıslah edemeyenler, güç ve kuvvet ellerine geçtiği zaman Firavunlaşmaya başlayacaktır. Nefislerimizi ıslah etmeliyiz ki yeryüzünde bize verilmiş olan vazifeleri yerine getirebilelim. Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de: “Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir”6 buyurmaktadır. Bunu başarabilmek nefsi ıslah olmuş bir toplum ile mümkündür. Nefsini ıslah etmeyenlerin bütün dünya ile mücadele edebilmesi, siyahıyla beyazıyla tüm insanlara meydan okuyabilmesi, cihad edebilmesi, malını Allah yolunda verebilmesi mümkün müdür?
Oruç İnsandaki Şehevi Arzuları Engeller
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Oruç ateşe karşı sağlam bir kalkandır”7 buyuruyor. Başka bir hadiste ise: “Ey gençler topluluğu! Evleniniz, gücünüz yetmezse oruç tutunuz; zira oruç günahlara karşı kalkandır”8 buyurarak orucu tavsiye etmiştir. Aynı şekilde Lokman Aleyhisselam da oğluna öğüt verirken şöyle söylemiştir: “Oğlum çok yemek yeme, çok yersen çok uyursun, çok uyursan Allah’ın huzuruna az amel ile gidersin.” Oruç, nefsi terbiye etmek ve hayırlı ameller işleyebilmek için lazımdır. Hayırlı amellere meyletmek ise insanın şehevi arzularını dizginlemesiyle mümkündür. Kalp, aç-susuz kalmadan kuvvetlenmemektedir. Her gün üç öğün yemek yiyen bir kişinin nefsi kuvvetlenmekte, nefse hakim olabilmesi zorlaşmaktadır. Oruçla insanın şehevî arzuları azalacak, nefsi terbiye olacaktır. Nefsi terbiye olan insan ise, nefsin mertebelerinde yükselecektir.
Oruç ile İnsan Acziyetinin ve İradesinin Farkına Varır
İnsan, zayıf yönleri olan bir varlıktır. Allah Azze ve Celle oruç ibadetiyle mü’minlere kendilerini tanıtır. Bu vesileyle aciz bir varlık olduğunu, güç ve kuvvetin kendisinden olmadığını öğrenen insan mal ve makam sahibi olduğunda Firavunlaşıp azgınlaşmaz. İnsanın hiç olduğunu anlayabilmesi için Allah’ın yap dediklerini (farzları) yapması, yapma dediklerinden de (haramlardan) kaçınması gerekmektedir. Yapılması ve sakınılması gerekenler insana hiç olduğunu öğretir, Firavunlaşmasını engeller.
Allah Azze ve Celle insana acziyetini göstermek için oruç gibi ibadetleri emreder. Kul, bazen aç kalarak bazen de bir hastalığa veya mikroba yenik düşerek acizliğini anlar. Zira nefis kendini çok güçlü görür. Allah Azze ve Celle oruç ile kullarının nefislerini terbiye eder, onları nefsi emmareden kurtarır. Ayette de buyurulduğu gibi: “(Yine de) ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.”9 Bu ayete göre Rabbimiz’in rahmet ettikleri hariç nefis kötülüğü emretmektedir. İnsan, Allah’ın kendisine verdiği iradeyi iyi kullanırsa yükselir, kullanamazsa alçalır. İnsanoğlu bu dünyaya yükselmek için gönderilmiştir ve Allah kulunu bir ham madde gibi işlemektedir. İnsana zekât, oruç, namaz gibi iradesini zorlayacak olan birtakım ibadetler emredilmeseydi insan iradesinin farkına varamazdı.
Oruç ile İnsan Allah’ın Makamını Daha İyi Takdir Eder
Oruç nedeniyle aç kalmak, insanın kendi acziyetini anlamasına sebep olduğu gibi Allah’ın makamını da daha iyi takdir edebilmesine vesile olmaktadır. Oruç, Allah ile kul arasındaki farkı gösterir. Çünkü kulun muhtaç olduğu yeme-içmeye Allah’ın ihtiyacı yoktur. İslam Medeniyetinin temelinde bu anlayış vardır. Allah, bütün sıfatlarıyla kâmildir, aciz değildir. İnsan ise, atılan bir damla sudan yaratılmış, ihtiyaçları çok olan, zayıf bir varlıktır. Bu yüzden insanın Allah ile savaşarak O’na meydan okuma (ilahlık taslama) hakkı yoktur. Tarih boyunca müşrikler Allah’ın varlığını, yaratıcı ve rızık verici olduğunu kabul ettikleri halde, yine de O’na ortak koşmuşlardır. Çünkü insan, hayatına karışan bir Allah istememektedir. Peygamberleri ve Allah’ın gönderdiği kitapları kabul etmeyerek özgürce yaşamak istemektedir.
Allah Azze ve Celle kâmil insan meydana getirebilmek için birtakım farzlar ve haramlar göndermiştir. Dinde farzlar ve haramlar azdır. Buna rağmen insan, İslam’ı zor bir din gibi görmekte ve ondan uzaklaşmaktadır. Allah Azze ve Celle gönderdiği kitaplar ve peygamberler vasıtasıyla kullarını kamilleştirip, terbiye etmektedir. Allah Hâkim’dir, hüküm koyan ve koyduğu hükümde hikmet olandır. İnsanoğlu beşerî sistemlerin yıkıcılığını tecrübe ettiği halde Allah’ın hükmüne razı olmamaktadır.
Oruç Kardeşliğin Gelişmesine Vesile Olur
İnsan oruçken aç kalıp takatsiz düştüğünde acziyetini; bir lokma ekmeğe ve bir damla suya ne kadar muhtaç olduğunu öğrenir. Böylece fakirlerin durumunu çok daha iyi anlar. Fakirlerin halini anlayan bir insan onlara yardım etme ihtiyacı duyar. Oruç bu şekilde Ümmet-i Muhammed arasındaki kardeşliği geliştirir. Allah Azze ve Celle oruç ile hem bedeni hem de kalbi güçlendirir, bize medeni varlıklar olduğumuzu hatırlatır. Bir fakiri gördüğü halde yardım etmeyi düşünmeyen insan medeni sayılabilir mi? Elleri titreyen bir fakiri gördüğünde bir lokma yemek yedirmeyen insan isterse profesör olsun medeni sayılabilir mi? Fakiri gördüğü halde yardım etmeyi düşünmeyenler makam-mevki sahibi olsalar da medeni sayılamazlar. İşte Allah Azze ve Celle bu şekilde bizi medeniyet seviyesine çıkarmak istemektedir.
Oruç İnsanda Sabrın Kökleşmesini Sağlar
İnsan, oruçla iradesini kullanmayı öğrendiği gibi sabretmeyi de öğrenir. Kendisine verilmiş olan bazı duyguların farkına varır. Allah Azze ve Celle için aç kalmanın lezzetini anlamaya başlar. Nasıl ki bir insan sevgilisi uğrunda bazı sıkıntılara katlandığında onunla karşılaşacağı anın düşüncesiyle mutlu oluyorsa aynı şekilde Allah Azze ve Celle için de birtakım sıkıntılara katlanan kişi kıyamet gününde Allah ile karşılaşacağı anı düşünür ve mutlu olur. “Ya Rabbi! Senin için şunlara katlandım” deme ayrıcalığına ulaşır.
Sabır, akılla nefsin çatışmasında aklı; din ile nefsi arzuların çatışmasında ise dini tercih etmektir. Akıl, nefis, heva ve hevesin her biri başka şeyler söyler. Eğer insan o anda, nefsinin değil aklının dediğini yapıyorsa ve dinin emrettiği bir şeyde dinin dediğini yapabiliyorsa o zaman sabredebiliyor demektir.
Alimler sabrı üç kısma ayırır:
1.Farzlara karşı sabır
2.Haramlara karşı sabır
3.Musibetlere karşı sabır
Her insanın zayıf bir noktası vardır. İnsanların bir kısmı farzlara karşı sabır gösteremez; namaz kılmaz, oruç tutmaz. Bir kısmı haramlara karşı sabır gösteremez; namaz kılar, oruç tutar, zekât verir, hacca gider ama gözünü haramdan koruyamaz. Helal kazanç konusunda dikkatli olmaz. Bir kısmı da musibetler konusunda sabır gösteremez. Farzlara ve haramlara karşı sabır gösterir, kendisini haramlardan korur fakat başına bir musibet geldiği zaman o musibete karşı sabır gösteremez.
Musibetlere karşı sabrı kâfir de Müslüman da gösterebilir ama Müslüman, başına gelen musibete sabreder; kâfir ise, sızlanır. Adeta Allah’ı kullarına şikâyet eder sonra sabreder. Böyle bir sabrın Allah için kıymeti yoktur. Cüneyt bin Muhammed şöyle söylemiştir: “Sabır; acıları yüzünü ekşitmeden yudumlayabilmektir.” Acılar olacaktır fakat önemli olan yüzünü ekşitmeden, şikâyet etmeden acıları atlatabilmektir. Yüzünü ekşiterek acıları yudumlamak sabretmek değildir. Ruveym’in ifade ettiği gibi: “Hiçbir şekilde şikâyetçi olmayacaksın.”
Bu üç madde dışında nimetlere karşı sabır da vardır. Nimetlere karşı sabır: Sıhhat, bolluk, imkân, Allah’ın vermiş olduğu mala mülke karşı olur. Kitaplarda ekseriyetle nimete karşı sabırdan değil, şükürden bahseder. Evet, nimete karşı şükür lazım olduğu gibi sabır da lazımdır. Nimete karşı sabır, elinde nimetler olduğu halde insanın gücü ve kuvvetiyle bu nimetleri yanlış istikamette kullanmaması içindir. Mesela, bir padişahın elinde güç ve kuvvet olduğu halde zulmetmemesi, medeni davranması nimete karşı sabırdır ve bunu ancak salihler gösterebilir. Mü’min, güç ve kuvvet elindeyken insanlara zulmetmemek için sabreder. Güçlü insanın gücünü kullanıp insanlara zulmetmemesi gerekir.
Allah Azze ve Celle güç ve kuvvet vermeden önce mü’minleri Mekke’de yıllarca eğiterek sabrı öğretti. Bu aşamadan geçen Müslümanlar daha sonra Medine’de İslam Devleti kurdular. Kimi Hz. Ebubekir, Hz. Ömer oldu; kimi de Hz. Halid Bin Velid gibi büyük orduların komutanı oldu. Dünyanın büyük bir kısmını kısa sürede fethettiler. Bütün bu fetihler gerçekleştiğinde mü’minlerin yeryüzünde krallık taslamamaları, “Bizim dediğimiz olur” dememeleri için sabrı ve nefsi ıslah etmeyi öğrenmeleri gerekiyordu. Bu şekilde Hz. Ömer, Hz. Halid Bin Velîd oldular ama zulmetmediler. Yeryüzünde adaleti tesis etmeye çalıştılar.
Allah Azze ve Celle nefsini ıslah etmiş insanların meydana gelmesi için orucu emretmektedir. Çünkü nefsini ıslah etmeyenler büyük işler başaramazlar. Bir toplumda ıslah çalışmalarının olabilmesi de ancak sabrı öğrenmiş kimselerle mümkündür.
HEDEF BELİRLEMELİSİNİZ
Efendimiz Ramazan Ayı hakkında: “Ramazan Ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennem ateşinden kurtuluştur”10 buyurmuştur. İlk on gün rahmet, ikinci on gün mağfiret, son on gün ise günahların bağışlandığı, cehennemden kurtuluş günleridir. Cehennemden kurtulmak ise, itikaf ile mümkündür.
Ramazan Ayı hakkıyla değerlendirilirse sadece cehennemden kurtulmaya vesile olmakla kalmaz, aynı zamanda insanların birtakım kötü hasletlerden kurtulmasına da vesile olur. Her Ramazan’da insan birtakım kötü hasletlerinden kurtulmalıdır. “Ramazan’da şu kötü huylarımı değiştireceğim” diye birtakım hedefler koymalı ve ulaşmaya çalışmalısınız. Hedefiniz olmazsa Ramazan Ayı hiçbir kötü huyunuzu değiştiremeden geçip gidecektir. Tıpkı, hedefi olmayan bir kaptan için esen rüzgârın hangi tarafa estiğinin bir kıymetinin olmaması gibi... Hatta o kaptan için rüzgârın esmesinin de kıymeti yoktur. Çünkü gideceği bir hedefi yoktur. Fakat hedefi olanlar için rüzgârın kıymeti vardır. Ramazan bir rüzgârdır ve bizim istifademize sunulmuştur. Bu yüzden Ramazan Ayını en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.
RAMAZAN VE İTİKAF
İtikaf: Bir mescitte ibadet niyetiyle ve belirli kurallara uyarak inzivaya çekilmek demektir. Hadis kaynakları Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretten sonra her yıl Ramazan Ayının son on gününde itikafa çekildiğini, hanımlarının da genelde Rasulü Ekrem ile birlikte itikaf yaptığını nakleder. Allah Rasulü her sene son on gün itikafa girerken Rabbine kavuşacağı sene son yirmi gün itikafa girmişti. Peygamberimiz itikafta Cebrail Aleyhisselam ile o zamana kadar indirilmiş olan ayetleri okurdu. Şehr-u Ramazan Kur’an ayıdır. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem özellikle Ramazan Ayında Kur’an’ı daha fazla okurdu. On gün süreyle itikaf, sünnet olan itikâftır. Nefsin arınabilmesi için en güzel olan on gün süreyle itikafa girmektir. Nefsin terbiyesi ve Allah’a yaklaşmak için oruç, itikaf gibi ibadetlerin yeri çok önemlidir.
İtikafı Nasıl Değerlendirmeliyiz?
Dağlarda yaşamadan, hayatın içinde kalarak takva sahibi olabilirsiniz. Hayatınızda her yıl birkaç gün bir kenara çekilerek muhasebe yapmalısınız. Bunu da dağlara çekilerek değil camilere çekilerek yapmalıyız. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Hayattan kendini soyutladığı zaman duygularını kaybetmeye başlar. Bu yüzden bu ruhbanlığı mescitlerde gerçekleştirmeliyiz. Camide yatıp kalkacak, ailenizden beş-on gün uzak duracaksınız. Birtakım duygularınızı tazeleyeceksiniz. Geçmiş yıllarınızın üzerinde duracaksınız ve muhasebe yapacaksınız. Değiştirilmesi gereken huylarınızı tespit edeceksiniz. Onlarla mücadele etme sözü vereceksiniz. Girdiğiniz günahları hatırlayıp tövbe edeceksiniz, o günahları bir daha yapmama kararı alacaksınız.
İtikaf muhasebedir. Hz. Ömer bir seferinde Iyas bin Seleme adında bir adamı çağırdı ve dedi ki, “Seni hacca göndermemi ister misin?” Adam: “İsterim ama neden ey Emir-el Müminin? dedi. Hz. Ömer: “Hatırlıyor musun? Geçen sene filan zamanda sen yolun üzerinde durmuştun. Ben de seni değneğimle dürtmüştüm, “Şöyle kenara çekil” demiştim. İşte ben onu hatırladım da beni bağışlayasın diye seni göndermek istiyorum” dedi. Adam: “Ben onu çoktan unuttum ey Emir-el Müminin” deyince Hz. Ömer: “Ama ben hiçbir zaman unutamadım” diye karşılık verdi. Geçmişin muhasebesini yapanlar buna benzer hatalarının olduğunu mutlaka görürler. O hataları anlamak için itikaf bir fırsat olacaktır.
İtikafa girin ki, mukarrebundan olasınız, Allah’a yaklaşasınız. İtikafa girin ki, nefsinizi daha fazla ibadete alıştırabilesiniz. İtikafa girin ki, biraz dünya meşgalelerinden uzak kalarak düşünebilme imkânı bulasınız. Manevi makamlara ulaşarak başka bir alemin farkına varasınız.
İtikaf, kulun Rabbinin divanında durmasıdır. Oradan bir yere ayrılmamasıdır. İbn-i Ata’nın ifadesiyle: “İtikafa giren kimsenin hali, bir ihtiyacından dolayı padişahın kapısına giden ve padişah istediğini verinceye kadar oradan ayrılmayan kimsenin haline benzer.” İtikafa giren kimse de Rabbinden bağışlanma ve cenneti isteyip kabul oluncaya kadar da mescitten ayrılmayan kimsedir.
İtikafa girenler itikafta ümmetin halini de düşünmelidir. Ümmet neden bu hale geldi, neden çöktü? Ümmetler ne zaman çökerler, nasıl dirilebilirler? Bana düşen vazife nedir, ümmetin dirilişi nasıl gerçekleşecektir? Yeni bir nesil nasıl meydana getirilebilecektir? İtikaf, bunları düşünmek için insana fırsat verir.
Ramazan dendiği zaman akla itikaf gelmelidir. Türkiye’de mutlaka itikafa girenler vardır ama toplumun genelinin unuttuğu bir sünnettir. Halbuki Allah Rasulü’nün bu sünneti müekked sünnettir. Efendimizin hiç terk etmediği bu sünneti ihya etmemiz gerekmez mi? (Her ne kadar zayıf deniliyorsa da) Allah Rasulü bir hadiste: “Terk edilmiş olan bir sünnetimi her kim ihya eder, canlandıracak olursa ona yüz şehit sevabı vardır”11 buyuruyor. Dolayısıyla Müslümanların Ramazan Ayında bu sünneti de canlandırması gerekiyor.
Allah Azze ve Celle tuttuğumuz oruçlarla ve yaptığımız ibadetlerin vesilesiyle nefislerimizi eğitmeyi Ramazan mektebinden en iyi şekilde istifade etmeyi cümlemize nasip eylesin.
1.Bakara, 185
2.Buhari, Savm, 9
3.İbn-i Mace, Zühd, 29
4.Şems, 9
5.Buhari
6.Enfal, 39
7.Buhari
8.Buhari
9.Yusuf, 53
10.Camiüssağir- 2818
11.İbni Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, 2:739