Allah’ın kendisine bir şeref1 ve vazife2 verdiği insanın kaliteli bir yaşam sürebilmesi için maddi ihtiyaçları olduğu gibi içtimai hayatını ve bireysel anlamda iç dünyasını sağlamlaştıracak manevi ihtiyaçları da vardır. Manevi ihtiyaçlara bakıldığında karşımıza güven, sıdk, emniyet, kardeşlik gibi kavramlar çıkmaktadır.
Toplumsal düzenin inşasında ve bireysel bağların onarılmasında büyük önem taşıyan güven ve emniyet kavramları “korku ve endişe duymaksızın bağlanma duygusu, itimat” gibi manalara gelmektedir. İnsan güven duygusunun zayıfladığı, sıdk kavramının unutulmaya yüz tuttuğu 21. asırda bir an kendi iç dünyasına yönelip “korku ve endişe duymadan yaşamak nasıl bir duygudur ve böyle bir dünya mümkün müdür?” sorularını yönelttiğinde cevabı 14 asır öncesinden almaktadır. 14 asır öncesinden nebevi bir ses bu soruyu soran insana cevap vermekte ve 21. asrın toplumsal problemlerinin dağdağasında çırpınan insana bir umut olmaktadır. Şimdi ise 14 asır öncesinden çağlara umut olan saadet asrına kulak verelim…
İsimlerinden ve yaşadıkları çağdan bahsettiğimizde kuruyan, manevi bir tedavi ve bakıma muhtaç olduğunu hissettiğimiz kalplerimizi yeşerten asr-ı saadeti zikredeceksek şayet, önceliği elbette bu mübarek neslin mimarı olan Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e vermek icap etmektedir. O’nun büyüklüğü ve emin hayatı anlaşıldığında bu nebevi mimarın insanlığa sunduğu nizam ve meydana getirdiği eşsiz nesil daha net anlaşılacaktır. İslam’a hizmet etmek gayesi ile hayatını, canını ve malını ortaya koyan; kıyamete kadar tüm çağlara öncü olmak gibi birçok şerefe nail olmuş olan sahabe neslinden Cafer b. Ebi Talib Radıyallahu Anh Habeşistan kralı Necaşi’ye Hz. Peygamberi tanıtırken: “Allah içimizden, aramızda kırk yıldır yaşayan ve doğruluğu, dürüstlüğü, asaleti, emanete titizliği ile tanıdığımız bir kimseyi peygamber olarak gönderdi”3 ifadelerini kullanmıştı. Yeryüzünün en değerli mescitlerinden olan ve Rasulullah’ın Tevhid mücadelesinde O’na omuz olan Kâbe, tarihsel süreç içerisinde yaşanan bazı sel ve yangın gibi olaylar sonucu yıpranmıştı. Bunun üzerine Kureyş halkı Kâbe'nin yeniden tamir edilmesi gerektiğine karar verdi. Bu büyük hizmet sırasında Hacer’ül Esved taşını hangi kabilenin yerine koyması hususunda anlaşmazlığa düştüler. Her kabile bu kıymetli iş için kendisini uygun görüyordu. Kureyş’in ileri gelenlerinden Ebu Ümeyye b. Muğire’nin “Kapıdan giren ilk kişi taşı yerine koysun” önerisi diğer kabileler tarafından kabul görmüştü. Kabileler kapıdan ilk giren kişinin kim olacağını heyecanla beklerken kapıyı Hz. Peygamberin açtığını gördüklerinde orada bulunan kabilelerin hepsi itiraz etmeksizin “İşte El-Emin olan Muhammed!” diyerek Hacer’ül Esvedi yerine yerleştirmeyi Rasulullah’ın hakemliğine bırakmaya razı olmuşlardı. Sahabenin Rasulullah’ı tanımlarken bir güven ve sıdk abidesi olarak tanımlamaları ve ilerleyen yıllarda kendilerini La İlahe İllallah kelimesine davet ettiği için Rasulullah’ı Mekke’sinden ayıracak olan insanların bile O’nun hakemliğinden mutlu olmaları, el-Emin olan Hz. Peygamberin var olduğu yeri emin bir mekân haline getirdiğine işaret etmektedir.
Şimdi ise asr-ı saadette fedakârlığın icap ettiği günlerden birindeyiz. Sahabenin rızaları karşılığında geride bıraktıkları aileleri için “Onlara vekil olarak Allah ve Rasulü yeter” diyerek yola çıktıkları hicret günü… Medeniyetin beşiği olacak olan Medine şehrine gidileceği sırada Allah Rasulü’nün verdiği bir emrin heyecanı sardı Hz. Ali’yi: “Ey Ali! Bu gece benim yatağımda sen yat! Şu hırkamı da üstüne ört! Korkma! Sana hoşlanmayacağın bir şey isabet etmeyecektir!”4 Bu emir doğrultusunda kendisine verilen emanetleri Mekke halkına teslim etmeden yola çıkmayan Hz. Ali güven toplumunda emanet ahlakının ne denli önemli olduğunu öğreten bir muallim oldu.
Can, mal, nesil, akıl ve din olmak üzere beş şeyi garanti altına alarak evrensel bir güven ortamı sağlayan İslam, Hz. Peygamberin mümtaz örnekliği ile sahabede de her açıdan emniyetin sağlandığı bir topluluk meydana getirmiştir. Hz. Ebubekir’de sıdk ve sadakat, Hz. Ömer’de adalet, Hz. Osman’da haya ve infak, Hz. Hatice’de fedakârlık, Ebu Ubeyde b. Cerrah’ta emniyet, Abdurrahman b. Avf’ta ise cömertlik ahlakının bütünlük kazanması sahabe döneminde meydana gelen güven toplumunun her açıdan zirve bir düzeyde olduğunu göstermektedir.
Hz. Ebubekir’in halife olduğu esnada yapmış olduğu konuşma bu misallerden bir tanesidir. Kulaklarımızı Rasulullah’ın Sıddık halifesi Hz. Ebubekir’e verdiğimizde şu cümleleri işiteceğiz: “Ey insanlar! Size emir oldum, fakat sizin en hayırlınız değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun. Eğer sırat-ı müstakimden kayarsam beni düzeltiniz. Doğruluk, emanet; yalancılık, hıyanettir. Şunu bilin ki, en kuvvetliniz benim yanımda mazlumun hakkı kendisinden alınıncaya kadar en zayıfınızdır. En zayıfınız da yanımda hakkını zalimden alıncaya kadar en kuvvetlinizdir. Allah’ın ve Peygamberinin rızasında oldukça bana itaat ediniz. Allah’a ve Peygambere isyan edersem bana itaat etmek sizin üzerinize borç değildir.”5
Hz. Ömer gezmiş olduğu pazardan bir at satın almak istemişti. Ata binip dolaşırken atın sakatlanması üzerine Halife Ömer atı sahibine iade etmek istedi fakat satıcı kabul etmedi. Bunun üzerine Hz. Ömer satıcıdan bir hakem tayin etmesini isteyince satıcı bir hakem tayin etti. Hakem iki tarafı dinledikten sonra: “Ey Mü’minlerin Emiri! Satın aldığını kabul et veya nasıl aldıysan öyle teslim et” hükmünü verdi. Verilen karar aleyhine olmasına rağmen kararın adaletli bir vicdan ile verilmesini takdir eden Hz. Ömer o hakemi Kufe’ye kadı olarak tayin etti.6
Rabbimiz, insanlık tarihine bir güneş misali parlak ve sıcak olarak yansıyan asr-ı saadet günlerine yeniden ulaşabilmemizi nasip eylesin.
1. Tin, 1
2. Bakara, 30
3. İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’an’il-Azim
4. İbn-i Hişam, II, 95-98
5. Kenz, 3/130
6. İbn Sa’d, Tabakat