Başyazı

Takva ve Neticeleri

Paylaş:

Hamd, kullarına takva sahibi olmanın yollarını gösteren ve kullarının kalbine kendi sevgisini yerleştiren Allah Azze ve Celle’ye; Salat-u Selam, ashabının kalbine takvanın yerleşmesine vesile olan ve ümmetine takva olma konusunda örneklik gösteren Efendimiz’e; Selam ise, ahir zamanda takva sahibi olma konusunda zor da olsa nefsiyle mücadele eden ve kalbini Allah sevgisi ve Allah korkusuyla doldurmaya çalışan tüm kardeşlerimin üzerine olsun.

İman, kalbe yerleştiği zaman gizli bir güç halini alır ve o gizli güç daha sonra meyvelerini vermeye başlar. İman kalbe yerleşmediğinde ise insan meyve verecek olan bu güçten mahrum kalır ve etrafını tarumar etmeye başlar. İmanın kalbe yerleşmesi ancak kalpte Allah korkusunun kuvvetli bir şekilde yer etmesi ile mümkündür. Allah Azze ve Celle Kur’an-ı Kerim’de daima kendisinin azabından korkulmasından bahseder. Çünkü Allah korkusu kalbe yerleşmediği müddetçe kâmil iman oluşmaz. Kalbine Allah korkusunu yerleştirmiş olan insanlar meyve verirler, çiçek açarlar. Allah korkusunu kalbine yerleştirmemiş olan insanlar ise meyve verseler bile zehirli meyve verirler.

Allah’tan korkmayan insandan her şey beklenebilir. Tarih boyunca İslam aleminde yapılan zulümlere bakıldığı zaman, Allah’tan korkmayanların ne hale geldikleri ve dünyayı ne hale getirdikleri, Allah’tan korkan insanların ise dünyada ıslah ve iyileştirme adına neler yaptıkları ve ne kadar yükseldikleri görülecektir. Ancak Allah’tan korkmak ve muttakiler derecesine ulaşmak sanıldığı gibi basit değildir. Kur’an-ı Kerim, Allah’tan korkmanın ne demek olduğunu şu ayetle açıklıyor: “İyilik, yüzünüzü doğuya ya da batıya çevirmekte değildir. İyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahitleştiklerinde ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler (in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır.”1

Hristiyanlar yüzlerini doğuya, Yahudiler yüzlerini batıya çevirdiler. Müslümanlar ise her iki tarafa da çeviriyorlar. Bilinmelidir ki bu iyilik değildir. Ancak ahitlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışları iyilik sayılır. Çok sevdiği halde malını Allah yolunda verebilen, zorlukta, darda, savaşta daima sabredebilen insanlar Allah’ı sevmişler ve Allah’tan korkabilmişlerdir. İşte muttaki olanlar ancak onlardır. Böyle olmayanlar ve yalnızca namaz kılmakla kendilerini kurtaracaklarını zannedenler ise yaptıkları iyiliğin makbul olmayacağını bilmelidirler.

ALLAH’TAN KORKANLARIN ÖZELLİKLERİ

Allah’tan korkanlar söz verdikleri zaman sözlerinde dururlar. Sözlerinde durmayan insanlar, Allah’tan korkmuş sayılmazlar. Onlar ki mallarını sadece bolluk içerisinde oldukları zaman değil zorlukta ve darlıkta da infak ederler. Öfkelendikleri zaman öfkelerini yutarlar. İnsanlar kendilerine karşı bir suç işledikleri zaman bağışlarlar. İşte ancak onlar muttaki olanlardır ve Allah onlara cennetini vaat etmektedir.

Allah korkusu insanı şecaatli ve yiğit yapar. Allah’tan korkmayan insan her şeyden korkar ve ondan şecaat beklenmez. Allah Azze ve Celle İsrailoğullarına hitaben: “Eğer mü'minler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun”2 buyuruyor. Onlar ise Allah’tan değil, insanlardan ve idarecilerden sakındılar. Ondan sonra Allah onları kahretti. “…Allah'tan bir gazaba uğradılar.”3 “Yalnızca benden korkun” ayetini anlamayanlar ve Allah’tan korkmayanlar her şeyden korkacaklardır. İnsan Allah’tan bir defa korkunca artık insanlardan korkmaz hale gelir ve İslam düşmanlarının yapabilecekleri her şey gözünde küçülür. Hz. Ömer Radıyallahu Anh’ın hicret esnasında eline kılıcını alarak Darun Nedve’ye doğru gitmesi ve Kâbe’yi tavaf ettikten sonra oradaki müşriklere: “Ey burunları kırılasıcalar! İşte ben karşınızdayım, işte ben Medine’ye gidiyorum. Karısını dul bırakmak isteyenler, çocuklarını yetim bırakmak isteyenler, annesini ağlatmak isteyenler benim peşimden gelsin” demesi bunun güzel bir örneğidir.

Allah korkusu kalbe yerleştiği zaman artık insan mübah bir ameli bile işlemekten korkar. Allah Rasulü: “Kişi harama düşerim korkusu ile mübahları terk etmedikçe takvaya ulaşmış olamaz”4 buyuruyor. Yine İslam’ın üç temel hadisinden biri olarak kabul edilmiş olan ve Kütüb-i Sitte’de mevcut olan meşhur bir hadiste: “Şüphesiz ki helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında birtakım şüpheli şeyler vardır. Her kim kendisini bunlardan korursa dinini ve ırzını korumuş olur. Her kim bunlara düşerse harama konmuş olur. Dikkat ediniz! Her padişahın bir korusu -yasak bölgesi- vardır. Şüpheli şeylere düşen insanın hali, koyunlarını o korunun yasak bölgesine kadar götürüp de orada koyunlarını otlatan çobanın haline benzer. Koyunları sanki oraya giriverecek gibidirler”5 buyuruyor. Şüpheli şeylere giren insanın hali buna benzer, muttaki olmayan, şüphelerden sakınmayan insanlar bir gün harama düşerler. Sahabe: “Biz bir harama düşmek korkusu ile yetmiş tane mübahı terk ederdik”6 diyor. Muttaki olan insanlar, şüpheli şeylerden uzak dururlar. İnsanlar genellikle soru sorarken bir konunun helal mi, haram mı olduğunu soruyorlar ama “bu meselenin fetvası değil de takvası nedir?” diye sormuyorlar. Hâlbuki ashab-ı kiram helali, haramı değil takvayı soruyor ve takvayı yaşamaya çalışıyordu. Muttaki olanlar artık haramdan değil, mübahlardan bile korkar hale gelirler.

Allah Rasulü’nün, Ashabının ve Selefi Salihin’in Takvası

Takva -Allah korkusu- insanı evvela şirkten muhafaza eden sonra haramlardan muhafaza eden güçtür. Şirkten, haramdan kendisini muhafaza etmeyen insanların amelleri makbul değildir. Onların kendilerini bu kadar takva göstermeleri yalandan ibarettir. Müslüman, önce şirkten sonra haramlardan ondan sonra şüpheli ve gereksiz şeylerden kendisini korumalıdır. Ancak o şekilde muttakiler sınıfından yazılabilecektir.

Takva, insanı meleklerden üstün yapan, Allah Rasulü’nün övdüğü insanlar derecesine yükselten bir güçtür. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir gün yatağına girdiği zaman yatağın içerisinde bir hurma bulmuş ve o hurmayı düşünmeden yemişti. Sonra birdenbire: “Eyvah! Eyvah!” dedi. Yanındakiler: “Ya Rasulallah! Ne oldu?” deyince Efendimiz: “Belki de bu hurma zekâtın malından bir hurmadır. Acaba onu mu yedim?” dedi ve korkmaya başladı. O, Allah’ın Rasulü olduğu halde ve evinde haram mal olmayacağı halde yine de Allah’tan korkuyordu.

Hz. Ebubekir bir gün kuşları görmüş ve: “Keşke şu dallarda uçan kuş olsaydım. Keşke bir ağaç olsaydım. Keşke benim yapraklarımdan develer yeseydiler ve sonra beni bir dışkı olarak yeryüzüne atsaydılar da insan olmasaydım” demiş. Benzer bir ifadeyi Hz. Ömer de kullanmış ve: “Keşke koç olsaydım. Beni insanlar kesseydiler. Etimi pişirip yeseydiler. Etimi kurutsaydılar. Fakat ne olurdu insan olmasaydım. Beşer olmasaydım” demiş. Sahabenin büyükleri ve Allah’tan korkanlar hep böyle konuşmuşlardır. Çünkü bir defa Allah tarafından hesaba çekileceklerinin korkusu kalplerine girmiştir.

İbn-i Numan bazı insanlara tılsım yazan, muska yazan bir insandı. Kendisine bazı kimseler: “Bazı kadınlar kısırdırlar ve çocuk doğurmuyorlar onlar için bir muska yazabilir misin?” deyince onlara muska yazmıştı. Sonra onlardan koyun ve yağ alarak o koyundan ve yağdan yemek yaptırmış, Halife Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh’a hediye olarak göndermişti. Hz. Ebubekir o yemekten düşünmeden yemişti. Sonradan kendisine yemeği İbn-i Numan’ın gönderdiğini söylediler. Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh elini ağzına soktu ve kusmaya çalıştı. Yanındakiler: “Ey Emire’l Mü’minin! Ne yapıyorsun?” dediler. Hz. Ebubekir: “Mideme haram girsin istemiyorum” dedi ve yediğini kustu. Haram olan yemeği midesinde bırakmaya tahammül edemedi. Allah’tan korkan idareciler, takva ile bu noktaya gelebiliyorlardı.

Hz. Ömer Radıyallahu Anh hançerlendiği zaman ölmek üzereyken oğlu Hz. Abdullah’a: “Oğlum yüzümü yere koy” deyince Hz. Abdullah: “Babacığım, senin yüzün benim dizimin üzerinde kalsa ne olurdu?”  dedi. Hz. Ömer: “Oğlum ben sana yüzümü yere koy diyorum” deyince yüzünü yere koydular ve Hz. Ömer ağlamaya başladı. Kendi kendine “Ya Ömer! Anan ağlasın. Rabbine nasıl hesap vereceksin?” dedi. Oğlu Abdullah: “Ey babacığım! Sen neden ağlıyorsun? Sen Allah Rasulü’nün sohbetinde bulundun. Sen Allah Rasulü ile arkadaşlık yaptın. İslam’ın muhafızlığını yaptın. Senin sayende birçok devlet fethedildi. Sen hâlâ niçin ağlıyorsun?” dedi. Hz. Ömer Radıyallahu Anh: “Ne sevap ne günah istiyorum ancak kurtulmak istiyorum. Kıyamet gününde Allah beni affetsin yeter, başka bir şey istemiyorum” dedi. İbn-i Abbas Radıyallahu Anh: “Ya Emire'l Mü’minin! Seni cennetle müjdelerim” dediği halde o hâlâ ağlıyor ve: “Ben ancak Allah’ın beni affetmesini istiyorum” diyordu. Muttaki olan Hz. Ömer yaptığı amellerle cennetlik olacağına emin değildi. Allah’tan korkan idarecilerin halleri bu şekildeydi.

Selef-i salihinin büyüklerinden olan Bişr-i Hafi Rahimehullah’ın kız kardeşi, İmam Ahmed’e: “Ey İmam! Bizim evimizin önünden devletin ışıklarını tutan bazı kimseler geçiyor. Onların ışıkları altında bizler yün eğiriyoruz. Bu yaptığımız caiz midir, değil midir?” diye sorduğu zaman zühd sahibi İmam Ahmed, hayatında bu kadar muttaki bir kadınla karşılaşmadığı için kadının takvasına şaşırmış, hayretler içerisinde kalmıştı. Soruyu soranın sıradan bir kişi olmadığı belliydi. Cevap vermeden önce İmam Ahmed: “Ey Kadın! Allah sana selamet versin. Sen kimsin? Kimlerdensin?” diye sorunca kadın: “Ben Bişr-i Hafi’nin kız kardeşiyim” dedi. İmam Ahmed ağlamaya başladı ve: “Ey kız kardeşim! Gerçek veranın sizin evde olduğunu sanıyorum. O ışıklarda yün eğirme…” dedi. Ahmed Bin Hanbel Rahimehullah devlete ait olan ışıkların altında yün eğirmenin helal olduğunu bildiği halde o kadının takvayı sorduğunu anladı ve ona bundan dolayı ‘yün eğirme’ dedi.

Selefi salihinden bazı kimseler Allah’tan korkmayanları şu şekilde tasvir eder: “Allah’tan korkmayanlar, muttaki olmayanlar filin başını bile yeseler doymazlar.” Bu kimseler bugünkü insanları görseydiler “Allah’tan korkmayanlar, değil filin başını, fili bile yeseler doymazlar” diyeceklerdi. Çünkü bugünkü insanlarda Allah korkusu, harama düşme korkusu, şüphelilerden sakınma korkusu görünmediği gibi onlar nefsi arzularının tamamını gerçekleştirme hırsıyla doludurlar. Bir adam Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelip: “Ya Rasulallah bana tavsiyelerde bulunur musun?” deyince Efendimiz ona: “Takva sahibi ol. Zira Allah, takvada her şeyi derlemiştir. Takva sahibi olan kimse her türlü iyiliğe hazır hale gelir. Ve cihad et. Çünkü cihad İslam’ın parolasıdır. Ve Allah’ı zikret. Zira zikir Allah’ın kalbe atacağı bir nurdur”7 dedi. Allah korkusu Müslümanın kalbinde nurdur. Nur bir defa kalbe girdiği zaman bir daha çıkmaz. Ama insan haram ile helali karıştırdığı, şüpheli şeylerden kaçınmadığı zaman nur kalbine yerleşmez ve takvaya ulaşamaz. Şüpheli şeylerden kaçınma duygusu haramlardan kaçınmayı doğurur. Kişi şüpheli şeylerden kaçınmamaya başlarsa daha sonra haramlardan da kaçınmamaya başlar. Şüpheli şeylerden kaçınanlar, haramlardan kaçınırlar. Haramlardan kaçınanlar, şirkten kaçınırlar.

Selefi salihinden biri ölüm döşeğinde olan bir arkadaşının başucunda beklemiş ve o ölünce hemen ışığı söndürmüştü. Ona: “Ne yapıyorsun?” dedikleri zaman: “Bu ışık ve bu ışığın yaktığı yağ biraz evvel onundu. Fakat öldükten sonra artık o yağ mirasçıların oldu. Mirasçıların izni alınmadan artık bu yağ yakılamaz. Başka bir yağ bulun, getirin, yakın” demişti. Allah’tan korkanlar bu kadar hassasiyet gösterebiliyorlardı.

Bir adam bir kadını takip ediyordu. Bir gün o kadının bir kafile ile yolculuğa çıkacağını öğrendi. Kendisi de o kafileye katıldı. Herkes yattıktan sonra kadının yanına sokuluverdi. Kadından istediği şeyi istedi. Bunun üzerine kadın adama: “Git bak bakalım tüm insanlar yatmış mıdır?” dedi. Adam büyük bir sevinç içerisinde bütün kafileyi gezdi ve insanların yattığını gördü ve tekrar kadının yanına gelerek: “İnsanların hepsi uyuyorlar” dedi.  Bunun üzerine kadın kendisine: “Acaba Allah da uyumuş mudur?” dedi. Bunun üzerine adam: “Allah’ı uyuklama almaz, Allah uyumaz”8 dedi. Bunun üzerine kadın: “İnsanlardan utanıyorsun ama Allah’tan utanmıyor musun? İnsanların görmesinden korkuyorsun ama Allah’ın görmesinden korkmuyor musun?” dedi. Bunun üzerine adam kadının yanından uzaklaştı ve tevbe etti. O adam öldüğü zaman onu rüyasında gören bazı kimseler ona: “Rabbin sana nasıl muamele etti?” diye sormuşlar adam da: “O gün Allah’tan korktuğumdan ve o günahı terk ettiğimden dolayı Allah Azze ve Celle beni affetti ve beni cennetine koydu” demiş. Allah’ın daima kendisini gördüğünü bilen insanlar murakabe makamına ulaşmışlardır. Allah korkusunun ve Allah adına terk edilen haramın mükafatı ise Allah’ın affına mazhar olmak ve cennetine girmek olmuştur.

Allah korkusu, aynı zamanda insanları adalet sahibi yapar. Kur’an-ı Kerim: …Adaletli olun. O, takvaya (muttakilerden olmaya) daha yakındır…”9 buyuruyor. Bir insan Allah’tan korktuğu zaman, hesap vermenin ağırlığıyla adaletli olmak zorunda kalacaktır. Adaletli olmayanlar Allah’tan korkmuyorlar demektir. Eğer Allah’tan korksaydılar ve adaletli olsaydılar insanlar arasında adalet ile muamele ederlerdi. Allah yeryüzünü adaletle idare etti, Allah Rasulü de insanları adalete ve adaletli olmaya davet etti.  Kur’an-ı Kerim: “Gökyüzü, onu da yükseltti ve mizanı koydu”10 buyuruyor. Allah’ın yeryüzüne koymuş olduğu adalet sayesinde insanlar yeryüzünde sarsılmadan ve adalet içerisinde yaşayabiliyorlar. Ama insanlar Allah’ın nizamını bozduktan sonra yeryüzünden adalet kalktı.

Efendimiz Hayber’i fethettiğinde Yahudilere: “Siz bu hurmalıklara bakın, onları yetiştirin, yarısı sizin yarısı bizim olsun” demişti. Bunun üzerine onlar da bunu kabul etmişlerdi ve her sene hurmaları ikiye bölüyorlar, bir kısmını Müslümanlara veriyorlar, bir kısmını kendileri alıyorlardı. Allah Rasulü, onlardan Müslümanlara düşen kısmı almak için elçisini gönderdiği zaman Yahudiler elçiyi kandırmaya çalıştılar. Gönderilen sahabi onlara: “Ey Allah’ın düşmanları! Ben size adaletle muamele ediyorum. Vallahi eğer Allah Rasulü bana böyle emretmemiş olsaydı, size adaletle muamele etmezdik. Fakat size adaletle muamele ediyoruz. Biz sizin gibi değiliz, Allah’tan korkarız. Biz ‘İşittik ve itaat ettik’ deriz. Sizin gibi ‘Dinledik ve baş kaldırdık’ demeyiz. Biz Peygamberimize itaat ederiz. Bize söylediği gibi yaparız” demişti. Bunun üzerine Yahudiler: “İşte bu adalet sayesinde gökler ve yer ayakta duruyor” dediler. Onlar bile Allah’ın adaletine ve Allah’ın adaleti ile hükmeden Müslümanlara haklarını teslim etmişlerdi.

Hz. Ali Radıyallahu Anh, bayram namazından evvel sünnet namaz kılan insanları gördüğü zaman: “Ben Allah Rasulü’nden böyle bir şey görmedim” dedi. İnsanlar: “Ey Emire'l Mü’minin! Mademki Allah Rasulü zamanında bayram namazından evvel camiye gelenler sünnet namaz kılmamışlar, öyleyse insanları neden menetmiyorsun?” dedikleri zaman Engellemekte olanı gördün mü? Namaz kıldığı zaman bir kulu”11 ayetindeki namaz kılanlara engel olanların kapsamına girmekten korkuyorum” dedi. Bayram namazından evvel sünnet namaz kılınmıyordu ama Hz. Ali Radıyallahu Anh böyle bir şeyi söylemekten ve insanlara namaz kılmayın demekten, namaz kılanı meneden insanların safında olmaktan korkmuştu. Bu ya namaz ibadeti ya da bir başka hayırlı amel olsun fark etmez. Bugün hayırlı işlere engel olanlar bu ayetin kapsamına girmektedirler. Bu kişiler eğer zerre kadar Allah’tan korksaydılar, meseleyi Hz. Ali’nin anlayışı ile anlarlar ve ‘hayra engel olanlar sınıfından yazılmak istemiyoruz’ derlerdi.

Allah Müslümanların kalbine takvayı yerleştirsin, bizlere takva ile adaletli olmayı ve daimî bir nefsi muhasebe içerisinde olmayı nasip etsin. Allah’a emanet olun. *

* Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 1997 yılında gerçekleştirmiş olduğu “Takva ve Neticeleri” konulu dersinden hazırlanmıştır.

  1. Bakara, 177
  2. Al-i İmran, 175
  3. Bakara, 61
  4. Tirmizi, Kıyamet, 19, H. No: 2451
  5. Buhari, İman 39, Büyû 2; Müslim, Müsakat 107, 1599
  6. Ebu Talib el-Mekki, Kutu’l-Kulub, 2/434
  7. Abdullah bin Mübarek, Zühd ve Rekaik, syf: 289, Tevazu Babı, H. No: 840
  8. Bakara, 255
  9. Maide, 8
  10. Rahman, 7
  11. Alak, 9, 10