Tecellâ-yı cemâlinden habîbim nev-bahâr ateş!
Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, hâk ü hâr ateş!
Şuâ-ı âfitâbındır yakan bilcümle uşşâkı;
Dil ateş, sîne ateş, hem dü çeşm-i eşk-bâr ateş!
Hayâl-i şem-i rûyinle acep mi yansa can u dil?
Nigârım gel de gör kalbimde ateş, âh u zâr âteş!
Ne mümkün bunca ateşle şehîd-i ışkı gasletmek?
Cesed ateş, kefen ateş, hem âb-ı hoş-güvâr ateş!
Ben el çektim safâ-yı hatır u ârâm-ı canımdan,
Safâ ateş, cefa ateş, firar ateş, karar ateş!
Ne yapsam bu dil-i mahzûnu mesrûr eylemem şâhım,
Gam ateş, gam-güsâr ateş, temennâ-yı mesâr ateş!
Ümîd-i âfiyet besler mi Es‘ad yardan hâşâ!
Saçar oldukça gözden ol nigâr-ı gül-izâr ateş.
“Habîbim, Sen’in güzelliğinin tecellî ederek ortaya çıkmasından dolayı, Sana âşık olan ilkbahar dahî ateş kesilmiş! Gül ateş, bülbül ateş, sümbül ateş, toprak ve diken bile aşk ateşi içinde!..”
“Bütün âşıkları yakan, o mübârek yüzünün Güneş gibi parlak nûrudur... Bu sebeple gönül ateş, kalp ateş, aşkınla ağlayan şu iki göz dahî ateş!..”
“Güzel yüzünün hayal ve hasretiyle can ve gönül yanıp kavrulsa, bunda şaşılacak ne var?! Habîbim gel de kalbimdeki, feryadımdaki ateşi gör!”
“Bu kadar ateş içinde aşk şehîdini gasletmek ne mümkün? Zira ceset ateş, kefen ateş, tatlı su bile ateş kesilmiş!”
“Ben gönlümün safâ bulup rahata kavuşması arzusundan vazgeçtim. Zira safâ ateş, cefâ ateş, kaçmak ateş, kalmak ateş!”
“Sultanım! Ne yapsam bu mahzun gönlümü sevindiremem! Zira dert ateş, dert ortağı ateş, hatta sevinme arzusu bile ateş!”
“O gül yüzlü güzel Sevgili, gözlerinden aşk ateşi saçıp dururken -hâşâ- Es‘ad hiç Yâr’inden kendisine rahatlık ve huzur vermesini ümid edebilir mi?!”