5 Temmuz 1993 - Başbağlar Katliamı
5 Temmuz 1993 günü, akşam karanlığında Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar köyüne gelen yüz civarında silahlı kişi, köyün giriş ve çıkışlarını tuttu. Telefon hatlarını kesti. Hiçbir şeyden habersiz, günlük işlerini bitiren, tarlasından evlerine dönen köylüler silah sesleriyle dışarı fırladı.
Köyü basan caniler tarafından köylülere tam 1,5 saat propaganda yapıldı ve öldürülmek için seçilen erkeklere neden öldürülecekleri anlatıldı. 2 Temmuz’da Sivas’ta çıkan olaylarda hayatını kaybedenlere karşılık katledilecekleri ifade edildi. Propagandadan sonda köyün tüm erkekleri kurşuna dizildi ve 28 kişi hayatını kaybetti. Daha sonra köy ateşe verildi ve 214 ev, köy okulu ve köy camisi yakıldı. Bu yangınlar sırasında da 1’i çocuk, 4’ü kadın, 5 kişi öldü. O gün Başbağlar’da toplam 33 kişi can verdi. Katliamın ve kundaklamanın ardından köye bırakılan bildiride, “Sivas’ın intikamı alındı” deniliyordu.
İslam Medeniyetinin inşası gerçekleşmediği sürece ve İslam kardeşliği tesis edilmedikçe şer güçlerin yaptığı bu tür katliamlar daha çok yaşanacaktır.
5 Temmuz 1830 - Fransa Cezayir’i İşgal Etti
Kuzey Afrika’da İslam’ın yayılmasında çok önemli bir yer tutan Cezayir, uzun yıllardır hem toplumsal hem de siyasî açıdan büyük bir kaos yaşamaktadır.
Cezayir 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Osmanlı yönetiminde huzur, güvenlik ve barış içinde yaşadı. Ancak Osmanlı’nın dağılma süreciyle birlikte sömürgeci güçler de İslam topraklarını paylaşmaya başladılar. Paylaşılan bu topraklardan birisi de Cezayir idi. Fransız orduları 1827 yılında 37 bin askerle Cezayir’i işgale başladılar. Üç yıl süren askerî saldırıların sonucunda Cezayir toprakları tamamen Fransızların denetimine geçti. Zengin petrol yataklarına sahip olan ve Akdeniz’de oldukça stratejik bir liman özelliği taşıyan Cezayir, Fransa için son derece değerli bir topraktı. Ülke 1830 yılında Fransa topraklarına katıldı ve 132 yıl boyunca Fransa’nın sömürgesi olarak kaldı.
Sömürgecilik anlayışının bir gereği olarak kendileri dışındaki milletleri ikinci sınıf insanlar olarak gören Fransızlar, işgal ettikleri tüm topraklarda olduğu gibi, Cezayir’de de baskıya ve şiddete dayanan bir sistem kurdular. Bir taraftan da kültürel asimilasyon başlattılar. İlk önce Arapça konuşmak ve eğitim görmek yasaklandı. Resmî konuşma dili sadece Fransızca olarak kabul edildi. Bu politika halkın ulusal kimliğini ve kültürel birikimini yok etmeyi hedefliyordu. Daha sonra Cezayir bir yandan ekonomik olarak tam anlamıyla Fransa’ya bağımlı hâle getirilirken, bir yandan da ülkenin siyasî yapısı Fransa’nın menfaatleri doğrultusunda yeniden inşa edildi.
Fransa’nın 1827’de başlayan işgaline karşı Cezayir’de ilk direniş, 1832’de Maskara Emiri Abdülkadir tarafından gerçekleştirildi. Mücadele sırasında binlerce Cezayirli Müslüman öldü ve Fransızlar da ülkeye tamamen hâkim oldular. Cezayir’de ilk ayaklanma girişiminden sonraki süreç boyunca, halkın sömürgeci güçlere karşı duyduğu öfkeyi tek bir şemsiye altında toplayabilecek bir güç bulunmamaktaydı.
Cezayir’de sömürgeci Fransa’ya karşı 7,5 yıl boyunca verilen bağımsızlık mücadelesi, ardında çok ağır bir bilanço bıraktı: 1,5 milyon Cezayirli, Fransa’nın şiddet uygulamaları sonucunda yaşamını yitirdi.
11 Temmuz 1995 – Bosna Hersek Soykırımı
Ratko Mladiç komutasındaki Sırp ordusu, Bosna Hersek’teki Srebrenitza Bölgesi’nde, toplamda yaklaşık 8.000 Boşnak’ın öldürüldüğü Srebrenitza Katliamı’na başladı.
1992’nin Mart ayında başlayan Bosna Savaşı’ndan üç yıl sonra, savaş tam bitti denilen bir zaman dilinin de bölgede Hollandalı BM sözde Barış Gücü askerlerinin bulunmasına rağmen, 1995 yılı Temmuz’unda Srebrenitsa’da büyük bir insanlık ayıbı yaşandı. Bosna’nın doğusunda bulunan ve nispeten daha izole bir bölgede bulunan Srebrenitsa’nın savaş öncesinde %75’i Müslüman Boşnak olmak üzere 24 bin civarında nüfusu bulunmaktaydı. BM’nin “Korunaklı Bölge” olarak ilan ettiği altı bölgeden (Saraybosna, Bihaç, Gorajde, Zepa, Srebrinitsa, Tuzla) biri olan Srebrenitsa’nın bu özelliğinden dolayı komşu bölgelerden de bölgeye mülteci akını yaşanmış ve katliam öncesinde 45 bine yakın bir nüfus Srebrenitsa’da toplanmıştı.
ABD’nin katliamdan bir ay öncesinde istihbarat bilgisi olarak haberdar olduğu, Ratko Mladiç’e bağlı 10 binden fazla çetniğin (aşırı sırp milliyetçileri) bölgeye doğru hareket ettiklerinin bilinmesi ve katliamın bir hafta kadar devam etmesine rağmen, batılı ülkeler tarafından herhangi bir müdahalenin yapılmamış olması da göstermektedir ki; batılılar daima güvenlik, barış, huzur vaat ederek müslümanları katletmiş ve zulümlerini sürdürmüşlerdir. ABD’nin Irak’a demokrasi vaat etmesi de bunun bir örneği idi.
Srebrenitsa’da ise katliamın bilançosu ağırdı; bugüne kadar 370’in üzerinde toplu mezar bulundu. 28 bin kayıp insandan 25 bininin Bosnalı Müslüman olduğu söyleniyor.
Tarihe ismi “Bilge Kral” olarak geçen Aliya İzzetbegoviç, zalimlerin zulmünü dudaklarından dökülen şu kelimelerle ifade ediyordu:
“...Düşmanlarımız sadece tek bir ırk tanıyorlar; kendi ırkları, tek bir din tanıyorlar; kendi dinleri, tek bir siyasî parti tanıyorlar; kendi partileri. Kendilerinden olmayan ne varsa onlar açısından yok edilmeye mahkûmdur...”
Srebrenitsa; Müslümanların katledildiği bir diğer yurt olarak tarih sayfalarında yerini alırken, Müslümanlara yeniden dünyanın hâkimi olduğu günlere dönmeleri gerektiğini haykırıyor ve âdeta artık bunca zulüm yeter diyor...
15 Temmuz 1099 - Birinci Haçlı Seferi
Birinci Haçlı seferi, 1096-1099 tarihleri arasında gerçekleşen tarihteki ilk haçlı seferidir. Katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından batılıların İslam âlemine yaptığı en büyük saldırılar ve Kudüs’ün işgal edildiği seferdir.
Birinci Haçlı seferi, diğer haçlı seferleri gibi İslam toplumlarına nefret dolu ve Müslümanları katletmek isteyen sürüler halindeki Avrupalı Hristiyanlar’ın, o zaman Hıristiyan olan Avrupa üzerinden ve Balkanlardan yürüyerek, İslam topraklarına girmeleri, Anadolu’da Anadolu Selçuklu Devleti ve hükümdarı Kılıç Arslan’ın elinde bulunan arazileri ele geçirip savaşarak Antakya’ya varmaları; bir büyük Antioch (Antakya) kuşatmasından sonra, Suriye ve Lübnan üzerinden, sonra Filistin’e ve Kudüs’e varmaları ve 1099 yılında Kudüs’ü kuşatmaları, ele geçirmeleri ve yaptıkları katliamlar şeklinde gerçekleşmiştir.
Kudüs’e yönelen haçlı ordusu, Raymond de Toulouse tarafından sevk ve idare edildi. Uzun ve yıpratıcı bir seferden ve Müslümanlara karşı gerçekleştirdikleri pek çok yağma ve katliamdan sonra 7 Temmuz 1099 Kudüs’e vardılar. 15 Temmuz 1099 günü öğleden sonra, akşamüstü ve ertesi sabah haçlı ordusu mensupları Kudüs’te bulunan bütün Müslümanları öldürmeye başlayıp dünya tarihinde eşine az rastlanır bir vahşet gerçekleştirdiler. Haçlı ordusu Kudüs’te iki gün içinde şehirdeki 70 binden fazla olmak üzere tüm Müslümanları kılıçtan geçirdiler.
Arap tarihçi İbn-i al Athir Al-Kamil ‘fi’l Tarih’ adlı eserinde haçlıların Kudüs’ü işgali ile ilgili şu notları kaydeder:
“Kutsal şehrin nüfusu kılıçtan geçirildi ve Frenkler bir hafta süren bir Müslüman katilamına giriştiler. Mescid-i Aksa Cami’nde yetmiş binden fazla kişiyi öldürdüler.”
Batılılar; yaptıkları bu katliamlar yetmezmiş gibi utanmadan İslam’ın kılıçla yayıldığını iddia edebilmişler, bu şekilde âdeta kendi zulümlerini örtbas etmeye çalışmışlardır.