Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Salat ve selam Hz. Muhammed’in üzerine olsun. Allah’ın rahmet ve bereketi hidayet üzere olanlara olsun.
Toplumsal yapıların sıhhatli bir şekilde sürdürülebilmesi için en önemli dinamiklerin başında “Adalet” kavramı gelir. Adaletin yokluğunda toplumsal hiçbir yapının sağlıklı olabilmesi hatta ayakta kalabilmesi mümkün değildir. Zira tarih boyunca meydana gelmiş tüm toplumların varlık süreleri, o toplumda adaletin hangi oranda tesis edildiği ile doğru orantılı bir şekilde gerçekleşmiştir.
Adalet; lügatte, eşit hükmetmek, doğru olmak ve dengelemek anlamlarına gelmektedir. Istılahta ise davranış ve hükümlerde doğru olmak ve bir hakkın geciktirilmeden hak sahibine teslim edilmesi manasında kullanılır. Siyasal ve yargısal sistemlerde ise bireyler arasındaki ilişkilerde herkesin, bir başkasının hukukuna riayet etmesi ve gerçekleştirilen eylemlerin ahlaki ya da doğru olarak gerçekleştirilmesidir.
Zulüm, adalet kavramının zıddıdır. Nasıl ki bir devlet için bekayı sağlayacak en önemli unsur adalet ise çözülme ve çöküşe sebep olacak şey de zulümdür. İster küçük ister büyük olsun, adaleti terk edip varlığını zulüm ile sürdürmeye çalışan toplumlar için nihai son hep bu olmuştur. Uçsuz bucaksız evreni 13,8 milyar yıldır mükemmel bir ahenk ve kusursuz bir denge ile idare eden Rabbimiz, kitabında şöyle buyurur: O Allah ki, göğü yükseltti ve mizanı koydu. Sakın mizanı bozmayın.1 Bu ayet ile beşere verilen mesaj şudur: Ey insan! Uçsuz bucaksız kainatıma bak ve ibret al. Bireyler arasındaki münasebetlerde, toplumsal yapılarda ve kurulan devlet düzenlerinde sıhhat ve beka ancak mizan ile hareket edilerek yani adalet tesis edilerek sağlanabilir. Bil ki adalet yıkılacak olursa hiçbir şey ayakta kalmayacaktır.
Adaletin tesis edilmediği toplumlarda bireylerin kendini güvende hissetmemesi sebebiyle anarşi ve kaosun baş göstermesi, herkesin gasp edildiğine inandığı hakkını kendi imkanlarıyla almaya çalışması sonucunda çok sayıda suçun işlenmesi, yetki ve güç sahiplerinin özellikle muhalif olanlara her türlü kötülüğü reva görmesi ve toplum genelinde yapısal-ekonomik-siyasal açıdan derin krizlerin yaşanması kaçınılmazdır. Bu gibi durumlarda en büyük zararı her zaman halk görmüştür. Bu, defalarca tecrübe edilmiş büyük bir gerçektir. Bu sebeple adalet, insanların her zaman en büyük talebi olmuştur.
Renk, ırk, din ve dil ayırt etmeksizin tüm bireyler için adaleti tesis etmek, hak ve hukukun karşısında herkesin eşit olmasını sağlamak ve merhameti kuşanmak idarecilerin en temel vazifesidir. İdareciler açısından bu gerçekten zor ve büyük bir iştir fakat devletlerin bekası ancak buna bağlıdır. Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye nasihatinde bunu şöyle ifade eder, “Ey oğul, artık beysin! Şunu unutma, insanı yaşat ki devlet yaşasın. Bil ki işin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun.”
Ancak adalet mefhumu yalnızca idarecilerin tekelinde olan bir şey değil ve bu, onların insafına da kalmamıştır. Kur’an’daki “Allah, adaleti emreder…”2 ayeti her ne kadar öncelikle idarecilere sesleniyorsa da ayetin, idare olunanlara bakan yönü de vardır. Bu sebeple adaletle hükmetmek idarecilerin en büyük vazifeleri ise de hak ve adaletle hükmettiklerinde idarecilerine itaat etmek ve adaletten saptıklarında ise onları hak ve adalete sevk etmek halkın en temel vazifelerindendir. Çünkü toplumlar için adaletsiz kalmak ekmeksiz, susuz ve hatta nefessiz kalmak gibidir.
Toplumsal adaletin sağlanmasında tarih boyunca suistimal edilen nokta şu ki; idarecilerin, kamu hizmetinde istihdam edilecek kimseleri seçerken rüşvete, hak gaspına ve kendine yakın olanı seçmeye eğilim göstermeleridir. Hâlbuki İslam’a göre kamu hizmeti hayırların büyüklerindendir ve bu pozisyona getirilecek olan kişide aranması gereken vasıflar özellikle ehliyet, adalet ve merhamet olmalıdır. Bu vasıflara sahip olmayanlar bir makama geldiğinde vazifesini hakkıyla yerine getiremeyeceği gibi halka kötü davranmaktan ve yetkisini, kendisinin ve yakınlarının menfaati için kullanmaktan da kurtulamayacaktır.
İman edenler için Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem her hususta olduğu gibi adalet hususunda da en güzel örnektir. Hz. Fatıma ciğerparesi olduğu halde, zengin bir kadın hırsızlık ettiğinde ceza verilmemesi için araya giren aracılara Efendimiz öfkelenip “Hırsızlık eden kızım Fatıma dahi olsa elini keserim”3 demiş ve bu sözünü tarih altın harflerle yazmıştır. Bu, sadece Efendimiz’in ahlakı değildi. O’nun Kur’an ile meydana getirdiği sahabe nesli de hakkı her işin üstünde tutuyor, hakka hizmeti işlerin en şereflisi sayıyor, hak ve adaletin zarar görmesine asla izin vermiyorlardı. Hz. Ömer’in hilafet döneminde Yemen’den ganimet olarak gelen kıymetli bir kumaş Müslümanlar arasında eşit bir şekilde dağıtıldı. Kimse kendisine düşen paydan bir elbise dikemez iken o günlerde Hz. Ömer minbere o kumaştan yapılmış bir elbise ile çıktı. “Ey müminler, beni dinleyin ve itaat edin” dediğinde Sad b. Ebi Vakkas ayağa kalkıp, “Ey Ömer, seni ne dinler ne de itaat ederiz” dedi. Hz. Ömer, bu sözünün sebebini sorunca Hz. Sad, “Hiçbirimiz Yemen’den gelen kumaştan üzerimize bir elbise dikemez iken senin üzerinde o kumaştan yapılmış bir elbise görüyoruz. Bunu bize açıkla” dedi. Hz. Ömer, oğlu Abdullah’a seslenip durumu anlatmasını isteyince Abdullah bin Ömer babasının uzun zamandan beri bir elbiseye ihtiyacı olduğunu ve Yemen’den gelen kumaş, elbise dikmek için yeterli olmadığı için kendi payını babasına hibe ettiğini söyledi. Bunun üzerine Sad b. Ebi Vakkas, “Ey Müminlerin Emiri! Şimdi konuş, seni dinleyip itaat etmeye hazırız” dedi.
Bir tarafta devlet başkanının adaleti tesis etmekteki hassasiyeti, diğer tarafta halktan birinin hiçbir korku ve endişe hissetmeden adaletsizlik olduğunu düşündüğü bir hususta devlet başkanından izahat istemesi ve onu adaletle davranmaya sevk etmeye çalışması. Bu hem devlet başkanı hem de bireyler açısından ne mükemmel bir ahlaktır. Bunu sağlayan şey, kalpleri kuşatan hakiki bir imandan başka bir şey değildir.
Kendi ülkemiz de dahil olmak üzere tüm Müslüman ülkelerde yaşanan toplumsal krizlerin temelinde yatan en büyük sebep idarecilerimizde de halklarımızda da gerçek manada adalet anlayışının maalesef yitirilmiş olmasıdır. Her bir ferdimizin en acil ihtiyacı olan şey, adalet ahlakını yeniden kazanmasıdır. İdarecilerimiz zulümlere engel olmazlarsa, toplum da yapılanlara sessiz kalmaya devam ederse adalet mefhumu daha çok yara alacak ve bu durum toplumu büyük bir uçurumun eşiğine her geçen gün daha da yaklaştıracaktır.
Eskiler ne kadar da doğru söylemişler:
Zulüm ile abad olanın ahiri berbat olur.
1. Rahman, 7, 8
2. Nahl, 90
3. Buhari, Müslim