Modernizm üzerine inşa edilmiş toplumlar, maddi refahın artışına rağmen ahlaki, manevi ve sosyal krizlerin girdabına sürüklenmektedir. Manevi zayıflamanın bir neticesi olarak gelişen aile yapısındaki zayıflamalar, bireysel bencilliğin artışı, acıların sıradanlaşması, toplumsal dayanışmanın zayıflaması ve genç nesillerdeki ahlaki çöküş, bu krizlerin en bariz göstergeleridir. Bu bağlamda İslami faaliyetlerin davet ve tebliğ çalışmaları, ilmi konferansları, eğitim faaliyetleri ve toplumun problemlere karşı duyarlılık geliştirme çabaları toplumsal çöküşü önlemede hayati bir role sahiptir.
Müslümanların toplumlar üzerinde bir mesuliyetlerinin olduğu Kur’an-ı Kerim’de: “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah’a iman edersiniz”1 şeklinde ifade edilmiştir. Müslümanların gerçekleştirdiği İslami faaliyetler kapsamında yapılan İslami davet ve tebliğ çalışmaları, bireylerin ve toplumların hayatını Tevhid ekseninde şekillenmesine katkı sağlamaktadır. Bu faaliyetler, insanları kula kulluktan kurtarıp Allah’a kulluğa, ahlaki değerlere ve sorumluluk bilincine davet ederek bireysel ve toplumsal bir dönüşüm sağlar. Bir insanın hayatında Tevhid merkezli bir bakış açısının yerleşmesi, onun ahlaki ve sosyal hayatına doğrudan etki eder. Ahlaksızlık, yozlaşma ve bireysel çıkarların topluma zarar verecek şekilde ön plana çıktığı durumlarda, davet çalışmaları toplumun manevi yapısını güçlendiren adeta bir kalkan işlevi görür.
Davet ve tebliğ faaliyetleri kapsamında gerçekleştirilen İslami konferanslar ve seminerler, dini ilimlerin yanı sıra çağdaş sorunlar karşısında İslam’ın çözüm önerilerini sunarak toplumsal bir bilinç oluşturur. Bu da aynı zamanda, Kur’an ve sünnet ışığında bireylerin hayatına yön veren ilke ve değerleri öğretirken, aynı zamanda modern dünyanın ve hâkim ideolojilerin getirdiği ahlaki ve kültürel zorluklara karşı toplumu hazırlıklı hale getirir. Özellikle gençlere yönelik yapılan bu faaliyetler, onların hem İslam’ı doğru bir şekilde öğrenmelerine hem de modern dünyadaki kimlik arayışlarına cevap bulmalarına vesile olur. Bu, toplumun ilerleyen nesillerinin sağlam bir ahlaki zemine oturmasını sağlar ve toplumsal çöküşün önüne geçer.
Peygamber Efendimiz’in: “İlim her Müslüman erkek ve kadın üzerine farzdır”2 hadisi, bu sorumluluğun cinsiyet ve yaş fark etmeksizin her bireye ait olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda İslami eğitim faaliyetleri, bireylere yalnızca dini bilgi vermekle kalmaz; aynı zamanda sorumluluk bilinci, adalet duygusu, şefkat ve merhamet gibi ahlaki değerleri kazandırır ve toplumsal bir uyanışa vesile olur. Eğitim faaliyetlerinin, bireylerin hayatındaki dönüşümden başlayarak toplumsal düzeyde bir manevi uyanışa vesile olduğu sayısız örnek mevcuttur. Bu tür çalışmalar, toplumun köklerinden başlayarak sağlam bir yapı inşa edilmesine yardımcı olur.
İslam’da bir kulun yalnızca kendisiyle değil, çevresiyle ve toplumu ile de sorumlu olduğunu biliyoruz. Peygamber Efendimiz’in: “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir”3 hadisi, bu sorumluluğun önemini açıkça ortaya koyar. İslami faaliyetlerin, hassaten toplumsal sorunlara karşı duyarlılık geliştirme noktasında önemli bir rolü vardır. Parçalanmak istenilen aile yapısının korunması, adaletsizliklere ve zulümlere karşı mücadele ve gençlerin zararlı alışkanlıklardan korunması gibi konularda yapılan çalışmalar, toplumu ayakta tutan temel dinamiklerdir. Bu kapsamda yapılan faaliyetler, toplumun karşılaştığı ahlaki ve sosyal sorunlara çözüm sunarak çöküşü önler.
Bir toplumun ihyası bir dizi sürecin gerçekleştirilmesi ile mümkündür. İslami faaliyetlerle burada bireyden topluma yayılan bir etki mekanizması oluşturur. Bireyin ahlaki ve manevi olarak gelişmesi, topluma karşı sorumluluk bilinci taşımasını sağlar. Bu bilinç, tek bir Allah’a kulluk anlayışı ile özgürlüğü, adaleti, dayanışmayı ve merhameti güçlendirerek toplumun her kesimine ulaşır. Toplumda yaygınlaşan bu değerler, bencilliği, ahlaki yozlaşmayı ve sosyal çatışmaları azaltır. Bunun yerine, insanlar arasında adalet, güven ve dayanışma tesis edilir. Bu da toplumun manevi açıdan güçlenmesine ve çöküş riskine karşı dirençli hale gelmesine vesile olur. Toplumun özellikle manevi direncini artıran bu hayırlı faaliyetler, yalnızca mevcut sorunları çözmekle kalmaz aynı zamanda gelecekte oluşabilecek krizlere karşı da toplumu hazırlıklı hale getirir. Kur’an ve sünnetin rehberliğinde gerçekleştirilen bu faaliyetler düzenli bir toplumun inşasında vazgeçilmez bir role sahiptir.
Toplumu İfsat Etmek İsteyen Odakların Hedefi: İslami Faaliyetleri Engellemek
İslam Medeniyetinin yıkılıp ve yerine ulus-devletler ile toplumdan kopuk, diktatör nizamlar inşa edildiğinden itibaren, toplumları etkileme kapasitesine sahip olan, toplumları yeniden İslami değerlere yönlendiren ve sırat-ı müstakim üzere olan cemaatlerin, İslami hareketlerin çeşitli engellemelerle karşılaştıklarını biliyoruz. Bu baskılar, özellikle emperyalist projeler ve medeniyetler savaşı kapsamında, kontrol etmek istedikleri toplumu yozlaştırmak ve değerlerinden uzaklaştırmak isteyenlerin etkisiyle şekillenmiştir. Rasulullah’tan bugüne değin toplumları Allah’ın nizamına, adaletine, emniyetine ve güvenliğine kavuşturmak isteyen Müslümanlar çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu durum, Peygamber Efendimiz’in davet sürecinde karşılaştığı engellerin çağdaş bir yansımasıdır. Nitekim bu kaçınılmazdır. Fakat biliyoruz ki Allah Azze ve Celle’nin: “Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler hoşlanmasa da Allah nurunu tamamlayacaktır”4 ayeti, bu mücadeleyi ve Allah’ın desteğiyle engelleyenlerin başarılı olamayacağını ve Müslümanların galip geleceğini ifade etmektedir.
İslami faaliyetlere yönelik bu engellemeler, farklı stratejilerle gerçekleştirilir. Toplumu ifsat etmek isteyen odaklar, İslami değerleri hedef alarak onları itibarsızlaştırmaya çalışır. Medya, popüler kültür ve sanat gibi araçlar kullanılarak, ahlak, aile değerleri ve dindarlık alay konusu edilmekte veya “çağ dışı” gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu, bireylerin İslami faaliyetlere olan ilgisini azaltmayı ve toplumu bu çalışmalardan uzaklaştırmayı amaçlamaktadır. Yine eğitim faaliyetleri, toplumun geleceğini şekillendiren en önemli alanlardan biridir. Dini ve manevi değerleri eğitim müfredatlarına dahil etmekten kaçınarak, yeni nesilleri bu değerlerden mahrum bırakmaya çalışır. Cinayet, tecavüz, kumar, alkol, uyuşturucu ve diğer haramların yaygınlaştırılması, genç nesillerin yozlaştırılmasını hedefler. Ayrıca aile yapısını zayıflatacak politikalar, boşanmaların artmasına ve aile değerlerinin zarar görmesine yol açtırılır. İslami faaliyetler, bu ifsat politikalarına karşı en güçlü kalkan olduğundan, doğrudan hedef alınan ilk mekanizma olmaktadır.
Toplum içinde fitne, terör çıkarmak, İslami faaliyetlerin etkisini kırmak, çözülmesini sağlamak için sıkça kullanılan bir başka yöntemdir. Mezhepçilik, tekfircilik, ayrımcılık ve ideolojik yaklaşımlar körüklenerek Müslümanlar arasındaki birlik zayıflatılmaya çalışılır. Yine İslami faaliyetleri “radikalizm” veya “aşırılık” gibi kavramlarla ilişkilendirerek karalama kampanyaları düzenleyip sosyal bir baskı oluşmasını sağlamak isterler. Bu tür yöntemlerle, insanların İslami çalışmalara katılımını azaltmayı amaçlarlar.
İslami faaliyetlere yönelik engellemeler, Müslümanların daha fazla gayret göstermelerini, işlerini daha sistematik yapmalarını gerektirir. Kur’an ve sünnet ışığında, sabır ve azimle mücadele edenler, bu engelleri aşabilecek güçtedir. Rabbimiz Teala: “Sabredin, sebat edin, hazırlıklı ve uyanık olun, Allah’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz”5 buyurmaktadır. Çünkü toplumun her kesiminde doğru İslami bilincin yayılması, fitne politikalarının etkisizleşmesine ve ahlaki değerlerin yeniden ihya edilmesine vesile olacaktır. Bu mücadeledeki en büyük motivasyonumuz şu ayettir: “Şüphesiz Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları sever!”6
1. Al-i İmran, 110
2. İbn-i Mace, Mukaddime, 17
3. Müslim, İman, 78
4. Saff, 8
5. Al-i İmran, 200
6. Saff, 4